Geçmiş toplumlar içerisinde Müslümanlara eziyet ve düşmanlıkta ön plana çıkan birçok insan olmuştur. Bunlardan bir kısmı Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara karşı düşmanca tavır almada ve eziyet vermede daha da ön plana çıkmıştır. Übeyy b. Halef b. Vehb b. Huzafe b. Cumah da bu bedbahtların en önemlilerinden birisidir. Übeyy, Hz. Peygamberden o kadar nefret ediyordu ki Efendimizi öldürmek için sürekli fırsat kolluyordu.
Übeyy b. Halef, İslâmın ilk günlerinde Mekke’nin ileri gelenleri arasında yer alıyordu. Nüfûzunu güçsüz ve himayesiz kimselere karşı haksızlık yolunda kullanırdı. Mekke’ye hac ve ticaret için gelenlere yapılan haksızlıkların yaygınlaştığı yıllarda Süleym kabilesinden bir kişinin mallarını satın almış ancak parasını ödememişti. Bu kişi Mekkelilerden yardım istedi. Ebû Süfyân ile Hz. Peygamber’in amcası Abbas araya girip bu kişinin parasını Übeyy’den aldılar.[1]
Übeyy, İslam’a ve peygambere karşı düşmanlıkta kendisinden hiçte geri kalmayan Ümeyye b. Halef’in kardeşidir. İslam’ın azılı düşmanı olan bu iki kardeş Kureyş’in kollarından biri olan Cumahoğulları kabilesine mensuptu. Cumahoğulları kabilesini, asıl adı Teym olan Cumah b. Amr b. Hüsays b. Kâ‘b b. Lüeyy’in oğulları meydana getirir. Mekke idaresinde söz hakkına sahip olan ve Dârünnedve’de reisleri tarafından temsil edilen Cumahoğulları, “ezlâm” denen fal oklarını koruma görevini yürütüyorlardı. İslâm’ın doğuşu sırasında bu görev Safvân b. Ümeyye b. Halef’de idi. Bu kabilenin bazı mensuplarının İslâmiyet’i başından beri kabul ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim birinci Habeşistan hicretine katılan ilk Müslümanlardan Osman b. Maz‘ûn Cumahoğulları’na mensuptu.[2]
Übeyy b. Halef, Hz. Peygamber’in hanımlarından Meymûne’nin kız kardeşi Esmâ ile evliydi. Oğlu Abdullah’ın soyundan gelen Muhammed b. Abdurrahman b. Safvân Medine kadılığı yapmış, onun oğlu Ubeydullah b. Muhammed, Halife Ebû Ca‘fer el-Mansûr döneminde Bağdat, Mehdî-Billâh döneminde de Medine kadılığı görevinde bulunmuştur.
Öldükten Sonra Dirilmeyi İnkâr
İçlerinde Übeyy b. Halef, Âs b. Vâil ve Velid b. Mugîre'nin de bulunduğu bir topluluk, öldükten sonra dirilmenin imkânsızlığını kendi aralarında konuşuyorlardı. Übeyy b. Halef: "Muhammed'in 'Allah ölüleri mutlaka diriltecektir' dediğini duymuyor musunuz? Lât ve Uzzâ'ya andolsun ki, onunla tartışıp, onu yeneceğim!" dedi. Übeyy eline aldığı çürümüş bir kemikle Peygamberimizin (sas) yanına geldi ve ona: "Ey Muhammed! Sen, çürüdükten sonra Allah'ın bu kemiği dirilteceğini mi söylüyorsun?" dedi.
Peygamberimiz (sas):"Evet! Ben, bunu söylüyorum!" buyurdu.
Übeyy b. Halef:" Sen, çürüdükten sonra bu kemiği Allah'ın dirilteceğine inanıyor ve bunu mümkün mü görüyorsun?" dedi. Kemiği elinde ufaladı, tozunu da Hz. Peygambere (sas) doğru üfledi! Sonra tekrar: “Biz, öldükten ve şu çürümüş kemik gibi olduktan sonra tekrar mı diriltileceğiz? Ayrıca bizi kim diriltecek?" dedi. Peygamberimiz (sas): "Evet! Allah seni öldürecek! Bu kemik gibi olduktan sonra yeniden diriltecek ve seni Cehenneme sokacak!" buyurdu. Bu olay üzerine şu ayeti kerimeler nazil oldu:
"İnsan, kendini bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi ki; o açıktan açığa aşırı bir mücadeleci, kavgacı kesilmektedir! O, kendi yaratılışını unutarak, bize bir misal getirdi: 'Bu çürümüş kemiklere kim can verebilir? dedi. De ki: 'Onları, ilk defa yaratan, diriltecek! O, her yaratmayı hakkıyla bilendir. O, yemyeşil ağaçtan sizin için bir ateş çıkarandır. İşte bakınız: Ateşi ondan çakıp alıyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, kendileri gibisini yaratmaya kadir değil midir? Elbette kadirdir! O, bütün kâinatı yaratandır. Her şeyi hakkıyla bilendir. Onun emri, bir şeyi dilediği zaman, ona ancak 'Ol! demesinden ibarettir. O da, oluverir! Her şeyin mülk ve tasarrufu kendi Elinde bulunan Allah'ın şanı ne kadar yücedir, münezzehtir!" (Yasin: 36/77-83.) [3]
Übeyy’in Düşmanlığı
Hicret öncesinde Dârünnedve’de toplanan müşrik liderler Hz.Muhammed’i öldürme kararı almışlardı. Suikast gecesi Efendimizin evini kuşatanlar arasında Übeyy de bulunuyordu. Onun Müslümanlara düşmanlığı hicretten sonra da sürdü. Bazı rivayetlere göre hicretten önce, bazılarına göre ise Bedirde esir alınan oğlunu kurtarmak için Medine’ye geldiği sırada Hz. Peygamber’e kendisini öldürmek niyetiyle bir at beslediğini ve bu atın üzerinde onu öldüreceğini söyleyince Rasûlullah, “İnşallah sen o at üzerinde iken ben seni öldürürüm” demiştir.[4]
En Kötü Dost
İslami tebliğin Mekke günleriydi. Übeyy b. Halef, yakın dostu Ukbe b. Ebî Muayt’ın Rasûlullah’la (sas) oturup konuştuğunu ve kelime-i şehadet getirdiğini işitince Ukbe’nin yanına gelerek ona, sen sapıttın mı?” dedi. Ukbe, Hz. Peygamberin yemek davetine katıldığını ve bu sırada kelime-i şehadeti söylediğini belirtince Übeyy ona, “Eğer gidip Muhammed’i açıkça inkâr etmez ve ona hakarette bulunmazsan seninle asla konuşmayacağım.” dedi. Ukbe, samimi dostunu kaybetmemek ve atalarının dininden dönmediğini ispat etmek için Rasûlullah’a (sas) hakaret etmekten çekinmedi. [5] Onun bu hareketi üzerine Cenab-ı Hak, Ukbe ve Übeyy hakkında şu ayeti kerimeyi indirmiştir:
“Keşke o peygamberle birlikte bir yol tutsaydım! Yazık bana! Keşke falancayı dost edinmeseydim! Çünkü Kur’ân bana gelmişken beni ondan saptırdı’. Şeytan insanı yüzüstü bırakıp rezil eder.” ( Furkan Suresi/ 27-29.)
Ukbe’nin imanına engel olan bu kötü dost örneği, bizim de kimleri dost edindiğimizi düşünmemize sebep olmalıdır. Arkadaş ve dostlarımız bize neleri telkin ve talim ediyorlar şöyle bir gözden geçirmeliyiz ki buradaki yakın dostluk, ahirette amansız düşmanlığa dönüşmesin. Böyle dost, düşman başına diyerek pişmanlık duymayalım.
Hz. Ebû Bekir'in Ubey Bin Halef ile Bahse Girmesi
Elif, Lâm, Mîm. Rum (orduları) yenilgiye uğradı. Yakın bir yerde. Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir. Birkaç yıl içinde. Bundan önce de, bundan sonra da emir Allah'ındır. Ve o gün mü'minler sevineceklerdir. Allah'ın yardımıyla. O, dilediğine yardım eder. O, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. (Bu,) Allah'ın vâdidir; Allah vâdinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi 30/1-6)
Nübüvvetin sekizinci yılında İran ordusu ile Rum ordusu savaşmışlar ve İranlılar Rumları ağır bir yenilgiye uğratmıştı. Putperest Farslıların savaşı kazanması Kureyş müşriklerini çok sevindirdi. Kitab ehli Rumların Farslılara yenilmesi Müslümanların üzülmesine sebep oldu. Bu ayetler inince Hz. Ebû Bekir (r.a.), sevinen müşriklere şöyle dedi: "Allah, sizin gözlerinizi aydınlatmayacak, Peygamberimiz haber verdi: Yemin ederim ki, Rumlar birkaç yıl içinde İranlılara galip gelecekler." dedi. Hz. Ebû Bekir’in sözlerine karşılık Übeyy b. Halef: "Yalan söylüyorsun, haydi aramızda bir müddet tayin et, seninle bahse girelim." diyerek cevap verdi. Bunun üzerine her iki taraf on deve üzerine bahse girişip üç yıl müddet tayin ettiler. Hz. Ebû Bekir, durumu Rasûlullah'a haber verdi. Rasûlullah (sas) "Bıd', üçten dokuza kadardır, miktarı artır, müddeti uzat." buyurdu. Hz. Ebû Bekir Rasûlullah'ın yanından ayrılıp dışarı çıktı ve yolda Übeyy’e rast geldi. Übeyy: "Galiba pişman oldun" deyince Hz. Ebû Bekir: "Hayır, gel seninle bahsi artıralım, süreyi de uzatalım, süre dokuz sene miktar yüz deve olsun” dedi. Übeyy, Hz. Ebû Bekir’in teklifini memnuniyetle kabul etti.
Tirmizî'nin Sahih'inde rivayet ettiğine göre Bedir günü Rumlar, İranlılara galip geldiler. Übeyy Uhudda öldüğü için Hz. Ebû Bekir ödülü Übeyy'in vârislerinden aldı ve Hz. Peygambere götürdü. Peygamber (sas) de ona: "Bunu tasadduk et" buyurdu.[6] Ödülün tamamı fakirlere dağıtıldı. Bu bahis hadisesi Mekke devrinde bahsin haram kılınmasından önce gerçekleşmişti.
Uhud Savaşı
Uhud savaşında müşriklerin temel hedefi Hz. Muhammed’i öldürüp kendilerine göre sorunu tamamen halletmekti. Azılı müşriklerden Abdullah bin Şihâb, Utbe bin Ebî Vakkas, Abdullah bin Kamîa ve Übeyy bin Halef bir araya gelerek Peygamber Efendimizin (sas) hayatına son vermek için sözleşip and içtiler.[7] Bu kişiler hakkında Efendimizin, "Allah'ım, onların hiçbirisi senesine ulaşmasın." diye duâ ettiği rivayet edilir.
Sa'd bin Ebî Vakkas onlar hakkında şöyle demiştir: "Vallahi, Rasûlullah’ı vuran veya yaralayanlardan hiçbirinin üzerinden bir yıl geçmedi ve hepsi öldü. İbni Şihab'ı, Mekke yolunda ak benekli, dişi bir yılan ısırıp öldürdü. Übeyy b. Halef, bizzat Peygamber Efendimiz’in attığı mızrakla yaralanarak öldü. Utbe b. Ebî Vakkas'ı, Hatıb b. Ebî Beltea radıyallahu anh öldürdü. Efendimizin yüzünü yaralayan İbni Kamîa ise, Uhud'dan Mekke'ye döndükten sonra davarlarının yanına gitti. Dağın en yüksek tepesinde davarını buldu. Önünü kesip tutmak isteyince, bir koç üzerine yürüyerek onu boynuzlarıyla toslaya toslaya didik didik edip parçaladı.[8]
Peygamberimiz'in Ubeyy ibn-i Halef'i Öldürmesi
Bedir Harbinden önce Rasûlullah (sas) harp meydanında dolaşırken,"Burası Ebû Cehil'in, burası Utbe'nin, burası Ümeyye'nin, buralar da filânın ve filânın öldürülecekleri yerlerdir. Übeyy bin Halef’i de ben kendi elimle öldüreceğim."buyurmuştu. Ebû Cehil, Utbe ve Ümeyye bin Halef, Peygamberimizin gösterdiği yerlerde öldürülmüşlerdi. Geriye Übeyy b. Halef kalmıştı. Übeyy Peygamberimizle her karşılaşmasında şöyle derdi: "Ey Muhammed! Bir atım var. Her gün ona on altı ölçek darı yedirip besliyorum. Bir gün gelecek, onun sırtında seni öldüreceğim." Peygamber Efendimizin (sas) bu azgın ve şaşkın adama cevabı sadece şu oluyordu:"Belki de ben seni öldürürüm." (Sîre, 3/89)
Uhud meydanında geçekleşen muharebede bazı Müslümanların gafleti ve emre itaatsizliği sonucunda savaşın seyri birden değişmeye başlamıştı. Halid b. Velid Ayneyn geçidindeki okçuların çoğunun yerini terk etmesini fırsat bilerek orduyu arkadan kuşatmış ve saldırıya geçmişti. Bu safhada artık Müslümanlar dağılmaya başlamış ve Hz. Muhammed’in öldürüldüğü haberiyle her şey allak bullak olmuştu.
Müslümanların morallerin bozulduğu bir sırada Benî Selime'den şâir Ka'b b. Mâlik Rasûlullah’ın (sas) hayatta olduğunu fark etti ve en yüksek sesiyle: "Ey Müslümanlar! Müjdeler olsun, Rasûlullah (sas) hayatta" diye bağırdı. Müslümanlar O'nu tanıyınca, hemen etrafında toplandılar ve dağ tarafına doğru çekildiler.
Peygamberimiz (sas), yanında Müslümanlardan bir toplulukla birlikte Uhud dağının eteğine gittiği sırada, Rasûlullahı öldürmek için arayan Übeyy b. Halef Rasûlullah’ı gördü. Atının üstünde Efendimize yaklaştı ve "Ey Muhammed, Sen kurtulursan, ben kurtulmam!" diyerek bağırdı.
Übeyy’i fark eden sahabîler önüne çıkıp onun hesabını görmek istediler. Ancak Peygamberimiz (sas) "Bırakın, gelsin!" buyurdu.
Hâris b. Sımme’nin veya Zübeyr b. Avvâm’ın mızrağını aldı. Rasûlullah’ın karşılık vermek için hareketlendiğini gören Übeyy kaçmaya başladı. Peygamberimiz (sas) ona: “Ey yalancı! Nereye kaçıyorsun!?” diye seslendi ve elindeki mızrağı Übeyy’e doğru fırlattı. Mızrak müşriğin boynunu sıyırıp geçmiş ve Übeyy hafif şekilde yaralanmıştı.
Übeyy, aldığı darbenin tesiriyle atından yere düşüp yuvarlanmaya başladı. Acı içinde Mekkelilerin yanına döndü ve “Muhammed beni öldürdü” diye bağırdı. Yarasının önemsiz olduğunu gören arkadaşları onun sözünü ciddiye almadılar ve korkulacak bir şeyi olmadığını söylediler. Bunun üzerine Übeyy onlara şunu söyledi: “Benim yaşadığım acılar diğer insanların başına gelseydi hepsi ölürdü. Hani o bana ‘Seni öldüreceğim’ dememiş miydi? Vallahi üstüme tükürseydi, tükrüğüyle bile beni öldürürdü!”
Übeyy çektiği acıdan bağırıp duruyordu. Sesi, sanki bir öküzün böğürmesi gibi çıkıyordu. Ebû Süfyân onu “Şu küçücük sıyrığa bu kadar bağırılır mı?” diye ayıpladığında Übeyy, ona da şöyle cevap verdi:
“–Sen biliyor musun ki bu sıyrığı kim yaptı? Bu, Muhammed’in açtığı yaradır. Lât ve Uzzâ’ya yemin ederim ki, bu yaradan duyduğum acıyı bütün Hicaz halkına dağıtsalar, onların hepsi de yok olur. Muhammed bana Mekke’de; «Ben seni kesinlikle öldüreceğim!» demişti. Ben tâ o zaman, O’nun eliyle öldürüleceğimi ve O’ndan kurtulamayacağımı anlamıştım.”
Übeyy bin Halef Kureyşliler Mekke’ye dönerken, Mekke’ye altı mil uzaklıktaki Şerif mevkiinde, "Susadım, susadım!" çığlıkları arasında ölüp gitti.[9] Tüm firavunlar gibi sonu perişanlık, nasibi ebedi cehennem oldu.
Yeni yorum ekle