Yağmurları Küstüren Toprak III - İsrailoğulları

           Yahudilerin İlk İhaneti ve Tesettür Düşmanlığı

            Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in Medine’ye teşrif ettiği günden itibaren ona ve ashâbına sürekli kin besleyip soğuk savaş yürüten Yahudiler, Bedir Savaşı’ndan sonra açıkça kinlerini kusmaya başladılar. O zamana kadar, Mekkelilerin bir gün mutlaka Müslümanlar üzerine baskın yapıp onları Medine’den süreceği hülyasıyla kendilerini avutmuşlardı. Şimdiyse güvendikleri dağlara kar yağmış, müşrikler Bedir’de ağır bir yenilgiye uğramışlardı.

“Rasûlullah aleyhisselâm Bedir Savaşı’nda Kureyş’i hezimete uğratıp Medine’ye teşrif edince Yahudileri Kaynukaoğulları çarşısında toplayıp onlara şöyle hitap etti:

“Ey Yahudi topluluğu! Kureyş’in başına gelenler sizin de başınıza gelmeden önce Müslüman olunuz!”

Onlar ise Rasûlullah aleyhisselâm’a şu küstah cevabı verdiler:

“Ey Muhammed! Kureyş’ten savaşmayı bilmeyen tecrübesiz bir toplulukla savaşıp onları yenmen seni aldatmasın. Eğer bizimle savaşsaydın bizim nasıl savaşçı bir topluluk olduğumuzu ve bizim benzerimizle karşılaşmadığını anlardın.”

Yahudilerin bu meydan okumaları üzerine Yüce Allah’ın şu âyeti indirdiği rivayet edilmiştir[1]:

(Rasûlüm!) İnkâr edenlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası kalınacak ne kötü bir yerdir!”[2]

Benî Kaynuka Yahudileriyle Müslümanlar arasındaki savaşın fitilini ateşleyen olay Kaynukaoğulları çarşısında yaşandı. Oraya alış veriş yapmak üzere giden bir Müslüman kadın bir kuyumcu dükkanında Yahudilerin hakaret ve saldırısına maruz kaldı. Burada birtakım Yahudiler, kadına örtüsünü açması için tacizde bulundular. Müslüman kadının karşı koyması üzerine, kuyumcu bir oyun oynayarak elbisesinin açılmasına sebep oldu. Yahudiler bu olaya gülerken, çaresiz kadın çığlık atarak yardım istiyordu. Bu sesleri duyan bir sahâbî hemen kadının yardımına koştu ve kuyumcuyu öldürdü. Oradaki Yahudiler de üzerine atılıp onu şehid ettiler.[3]

Bu olay bardağı taşıran son damlaydı. Kaynukaoğulları, Rasûlullah aleyhiselâm ile aralarındaki anlaşmayı bozan ve onunla savaşan ilk Yahudi kabilesi olmuştu. Onlarla yapılan muharebe, Bedir savaşından sonra gerçekleşmişti.[4] Rasûlullah aleyhisselâm’ın emriyle sahâbîler Yahudilerin kalesini kuşattı ve on beş gün süren muhasaradan sonra teslim olan Benî Kaynuka Yahudileri, ihanetlerinin ve kan dökmelerinin cezası olarak Medine’den sürüldüler.[5]

Kaynukaoğullarının müttefiki baş münafık Abdullah b. Übey b. Selül, Yahudi dostlarının zarar görmemesi için özellikle Rasûlullah aleyhisselâm nezdinde çok mücadele etti.[6] Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, İbn-i Selül’ün akrabalarını gücendirmemek ve kötülüğe karşı iyilik yaparak gönüllerini kazanmak gibi maslahatlarla, İbn Übey’i haddini aşan saygısız davranışlarından dolayı cezalandırmasa da, Yahudileri sürgün etmekten de geri durmadı. Benî Kaynuka Yahudileri üç gün içinde kadın ve çocuklarıyla birlikte Medine’yi terk edip Şam civarına gittiler.

Bu olaydan Müslümanların çıkarması gereken birçok dersler vardır: Öncelikle Yahudilerin verdikleri sözde durmayan, yaptıkları antlaşmalara ihanet eden karakterlerini iyi tanımalıyız. Bu konuda Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

“…(Ey Muhammed!) İçlerinden pek azı hariç, o (Yahudilerin) daima bir hainliğini görürsün…”[7]

“Onlar ne zaman bir antlaşma yaptılarsa, içlerinden birtakımı o antlaşmayı bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmez.”[8]

Yine bu olay vesilesiyle Müslüman kadının örtüsünün ne kadar önemli olduğu anlaşılmış oluyordu. Öyle ki, iffet sembolü örtü için ölüm göze alınır, gerekirse savaşılırdı. Yahudilerin tesettürü hedef almaları da manidardı. Kadını sadece bir zevk aracı ve eşya gibi gören anlayışın örtüye düşman olması beklenen bir sonuçtu.

Günümüzde de tesettür düşmanlığı yapanların ve kadınları,  açılıp saçılarak kendini teşhir etmeye çağıran moda ve benzeri akımların gerisinde ağırlıklı olarak Siyonist Yahudilerin olduğunu görmekteyiz.

Münafık reisinin, Yahudileri müdafaa etmesi de ibret alınacak hususlardandır. Müslümanlar, münafıkların, Allah’ın gazap ettiği (Yahudileri) dost edinen kimseler olduğunu[9] daima hatırlamalı ve onlara karşı tedbirli olmalıdır.

 

Nadîroğulları da İhanet Ediyor

Kaynukaoğulları’nın Medine’den sürülmesinden sonra Yahudilerin Müslümanlara olan hınçları daha da arttı. Özellikle Nadîroğulları’nın şairi Kâ’b b. Eşref, Rasûlullah aleyhisselâm’ı hicveden, müşrikleri öven şiirler söylüyor; iffetli Müslüman kadınları bile diline dolamaktan çekinmiyordu. Ayrıca Kâ’b b. Eşref bizzat Mekke’ye gidip şiirler söylemiş; bu şiirlerinde müşrikleri Bedir yenilgisinden dolayı teselli edip Müslümanlar aleyhine kışkırtmış, kendi vatanına ihanet etmekten çekinmemişti.

Bu arada Rasûlullah aleyhisselâm’ın teşvikiyle Hassân b. Sâbit radıyallâhu anh da Kâ’b b. Eşref’e yine şiirlerle cevap veriyordu. Aslında Hassan b. Sâbit, Abdullah b. Ravâhâ ve Ka’b b. Mâlik’le birlikte Müslümanlar adına şiirleriyle sürekli bir psikolojik savaş vermekteydiler.[10] Kâ’b b. Eşref yaptığı melânetlerin sonucu olarak Rasûlullah aleyhisselâm’ın emriyle Muhammed b. Mesleme ve arkadaşları tarafından öldürüldü.[11]

Aynı Kâ’b b. Eşref gibi Rasûlullah aleyhisselâm’a eziyet eden Ebû Râfi isminde bir Yahudi daha vardı. Hicaz’da kendisine ait özel bir kalede barınırdı. Bu melun Yahudi de Efendimiz aleyhisselâm’ın emriyle ensârdan bir grup mücahit tarafından etkisiz hale getirildi.[12]

Rasûlullah aleyhisselâm’ın aleyhinde bulunup anlaşmaları hiçe sayan Yahudi şairlerin bertaraf edilmeleri müşrikleri ve Yahudileri telaşlandırmıştı. Özellikle Ka’b b. Eşref’in öldürülmesinden sonra korkuya kapılarak Peygamberimize koştular. Nadîroğulları Yahudileri Kâ’b’ın öldürülmesinin hesabını sormak istediler. Efendimiz aleyhisselâm ise Ka’b’ın kendisi aleyhine yürüttüğü faaliyetleri hatırlatarak onları susturdu. Daha sonra da onlara, aralarında çıkabilecek sorunların çözümü için başvurabilecekleri bir anlaşma yapma teklifinde bulundu. Onların bu teklifi kabul etmesi üzerine Efendimiz aleyhisselâm, kendisiyle onlar ve bütün Müslümanlar arasında geçerli olacak bir sahifelik bir anlaşma yazdı.[13]

Yahudiler her zaman olduğu gibi anlaşmalarına sadık kalmadılar. Sevik gazvesinde iki yüz süvariyle Medine üzerine yürümek isteyen Ebû Süfyân’a, Nadîroğulları Yahudileri reisi Sellâm b. Mişkem yardım etti. Vatanına ve yaptığı anlaşmaya ihanet ederek Mekkelileri ağırladı ve onlara Medine’ye dair bilgiler verdi.[14]

Rasûlullah Aleyhisselâm’a Suikast Teşebbüsü

Nadîroğullarının Rasûlullah aleyhisselâm’a suikast teşebbüsünde bulunması bardağı taşıran son damla oldu. Olay şöyle gerçekleşti:

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, sahâbesinden Hz. Amr b. Ümeyye tarafından yanlışlıkla öldürülen Âmiroğulları’ndan iki kişinin diyetini ödeyecekti. Aralarındaki anlaşmaya göre Nadîroğullarının da diyete katkıda bulunması gerekiyordu. Peygamberimiz, paylarına düşen katkıyı almak için Nadîroğulları semtine gitti. Yanındaki on kişiyle bir duvarın dibinde oturdular. Yahudiler parayı getireceklerini söyleyip oradan ayrıldılar. Ancak daha sonra kendi aralarında konuşup Rasûlullah Efendimize bir suikast yapmayı planladılar.

Plana göre bir kişi evin damına çıkıp Peygamberimizin üzerine büyük bir kaya bırakıp öldürecekti. Bu işi aralarından Amr b. Cihâş ismindeki Yahudi yapacaktı. Fakat Yüce Allah, Sevgili Rasûlüne vahiyle bu suikasti bildirdi ve Efendimiz aleyhisselâm süratle oradan ayrılıp Medine’ye gitti. Daha sonra yanına gelen sahâbîlerine de vaziyeti bildirdi. Nadîroğulları anlaşmayı bozmuş; Rasûlullah aleyhisselâm’a ihanet etmişlerdi.

Peygamber Efendimiz haber göndererek on gün içinde Medine’yi terk etmelerini yoksa öldürüleceklerini bildirdi. Nadîroğulları bunu önce kabul ettiler fakat daha sonra münafık Abdullah b. Übey’in, yerlerinde kalırlarsa onlara yardım edileceğine dair vadine kanarak gitmekten vazgeçtiler. Bunun üzerine Rasûlullah Efendimiz Nadîroğullarına harp ilan etti ve onların kalelerini kuşattı.

Kuşatmada yaklaşık on beş gün geçmişti.  Nadîroğulları kalelerinin içindeki erzaklarına güveniyor, Müslümanların kuşatmadan vazgeçip gideceklerini ve çok sevdikleri hurma ağaçlarına kavuşacaklarını hayal ediyorlardı. İşte bu noktada Yahudilerin dünya malına düşkünlüklerini çok iyi bilen Efendimiz aleyhisselâm müthiş bir hamle yaparak Yahudilerin kale dışındaki hurma ağaçlarının kesilmesini ve yakılmasını emir buyurdu. Yahudilerin bunu eleştirmesi üzerine,  (Savaş gereği,) hurma ağaçlarından her neyi kestiniz, yahut (kesmeyip) kökleri üzerinde dikili bıraktınızsa hep Allah’ın izniyledir. Bu da fasıkları rezil etmesi içindir.” meâlindeki Haşr sûresi 5. âyet nazil oldu. Sonuçta maddi dayanaklarını da kaybeden Yahudiler sürgünü kabul edip develerine yükleyebildikleri eşyalarıyla birlikte, def çalıp şarkılar söyleyerek Medine’den çıkıp gittiler.[15]

 

Medine’nin Son Yahudi Kabilesinin İhaneti!

Kaynuka ve Nadîr Yahudilerinin ihanetlerinden sonra Medine’de kalan son Yahudi kabilesi olan Kurayzâoğulları da en zor zamanlarında Müslümanlara ihanet etti.

Hicretin beşinci yılında Mekkelilerden, Gatafan kabilesinden ve diğer kabilelerden on bine yakın müşrik savaşçı İslâm Devleti’ni yok etmek üzere Medine’ye saldırmıştı. Onları bu iş için kışkırtanlar, Nadîroğulları sürgününden sonra Hayber kalesine sığınan Yahudi liderlerdi. Bu şer heyetinde Sellâm b. Hukayk ile Huyey b. Ahtâb da vardı.[16]

Yahudi heyeti, müşrikleri Müslümanlar aleyhine kışkırtıp harekete geçirmek için diller döküyor; Mekkeli putperestleri ikna etmek için Nisâ Sûresi’nin 51. ve 52. âyetlerinde de işaret edildiği gibi onlara, “Sizin dininiz, Muhammed’in dininden hayırlıdır…” gibi sözler söylüyorlardı. Hamasî duygularını harekete geçirerek Kureyş’i iknâ eden Yahudiler, Hayber’in bir yıllık hurma gelirlerini vermeyi teklif ederek Gatafan kabilesinden de altı bin savaşçıyla Hendek savaşına katılma sözü aldılar.[17]

Efendimiz aleyhisselâm çok geçmeden Yahûdilerin şerli faaliyetinin ve Medine’ye saldırmak üzere hazırlanan büyük ordunun haberini aldı.  Bu olay üzerine istişare ettiği ashâbından Hz. Selmân-ı Fârisî’nin teklifini kabul ederek Medine’nin açık olan kuzey tarafına hendek kazılmasına karar verdi.[18]

Bu şekilde bir savunma savaşı yapmak o şartlarda en uygun yöntem olarak görünüyordu. Güney tarafı sur gibi birbirine bitişik yüksek binalarla, diğer taraflar da sık hurmalıklarla korunaklı olan Medine İslâm devleti, on bin kişilik düşman ordusunun Medine önüne gelmesinden itibaren açlık ve korku dolu bir ay geçirdi. Rasûlullah aleyhisselâm kadın ve çocukları Medine’nin en sağlam kaleleri olan Benî Hârise kalelerine yerleştirmiş olsa da[19], savaşın ortasında vatanlarına ihanet edip müşrik ordusunu destekleme kararı alan Kureyzâoğullarının arkadan saldırmasından endişe ediyordu. Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh, o günleri anlatırken: “Medine’deki eş ve çocuklarımızla ilgili olarak Kurayzâlılardan duyduğumuz korku, Kureyş ve Gatafan’dan duyduğumuz korkudan daha baskın idi”[20]demişti.

Yüce Allah, Rasûlüne yardım etti. Rasûlullah aleyisselâm ve mü’minler zafer için ellerinden geleni yapıp gerekli tedbirleri alınca Yüce Allah, Hendeğin diğer tarafındaki kafirlerin üzerine şiddetli ve soğuk bir rüzgar gönderdi. Böylece hizipler ordusu dağılıp gitti:

“Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi.”[21]

Artık Hendek savaşı sona ermişti.  Sevgili Peygamberimiz Hendek’ten döndü. Silahını bırakıp yıkandı. Tam bu sırada karşısına başındaki tozları silen Cebrail çıktı. Cebrail aleyhisselâm Peygamberimize, “ Sen silahı bıraktın. Ben ise vallahi silahı bırakmadım. Haydi onlara hücum etmek için çık!” dedi…[22] Rasûlullah Efendimiz ashâbına, “Hiç biriniz ikindiyi Benî Kurayzâ yurduna varmadan kılmasın” buyurdular.[23] Hz Enes radıyallahu anh, “Rasûlullah aleyhisselâm Kurayzâoğulları üzerine yürüdüğü zaman, Ganemoğulları sokağından geçtikleri sırada Cebrail’in kafilesinin çıkardığı tozların yükselmekte olduğunu hâlâ görür gibiyim” demiştir.[24]

Peygamberimiz ve üç bin kadar ashâbı, Kurayzâoğulları kalesini kuşattı. Kuşatma yirmi beş gün sürdü.[25] Sonunda Yahudiler önceden müttefikleri olan Sa’d b. Muâz radıyallahu anh’ın hükmüne teslim oldular. Sa’d b. Muâz radıyallahu anh da kendi vatanlarına ihanet edip Müslümanları arkadan vuran Kurayzâoğullarının savaşçılarının öldürülmesine, çocuklarının ise esir edilmesine hükmetti.[26] Bu hüküm Tevrat’a da uygundu. Rasûlullah aleyhisselâm Hz. Sa’d’ın bu hükmü üzerine, “-Ey Sa’d! Azîz ve Celîl olan Allah’ın hükmüne uygun hükmettin” buyurdu.[27]

Arap Yarımadasında Yahudi Hakimiyetine Son Verilmesi

Kurayzâ Yahudilerinin de bertaraf edilmesiyle Medine’de fitnenin odak noktaları ortadan kaldırılmış oldu. Medine- Şam yolu üzerindeki Hayber’den başka Yahudilerin fitne ateşini yakacakları bir merkezleri kalmamıştı.

Hayber bölgesinde Yahudilerin üç ayrı mıntıkada toplam yedi kaleleri bulunuyordu. Özellikle Nadîroğulları liderlerinin buraya gelmesinden sonra tam anlamıyla şer odağı olan Hayber, Hendek savaşının da ilk kıvılcımının tutuşturulduğu yerdi.

Hayber’de Müslümanlara karşı haince planların yapılmaya devam etmesi üzerine Rasûlullah Efendimiz hicrî yedinci yılda Hayber’in üzerine yürüdü ve zorlu mücadelelerden sonra kalelerini bir bir fethetti. Bu arada Hz. Ali’nin büyük kahramanlıkları oldu. Topraklarını ve hurmalıklarını kaybeden Hayber Yahudileri, Rasûlullah ile antlaşma yapma yolunu tercih ettiler.

Bu antlaşmaya göre, ellerindeki bütün altın ve gümüşlerle silahlarını hiçbir şeyi gizlememek şartıyla Müslümanlara teslim edeceklerdi. Sadece develerine yükleyebildikleri mallar Yahudilerde kalacaktı. Antlaşmaya aykırı hareketlerde bulunurlarsa onlarla yapılmış hiçbir anlaşma ve onlara verilmiş hiçbir söz geçerli olmayacaktı… Ayrıca Yahudiler, Rasûlullah aleyhisselâm’dan Hayber topraklarından çıkacak mahsulün yarısını Müslümanlara vermeleri karşılığında kendilerini Hayber’de bırakmasını rica ettiler. Sevgili Efendimiz de, “Sizi bu şartla; orada bizim dilediğimiz zamana kadar bırakıyorum” buyurarak onların ricasını kabul etti… Hz. Ömer, hilafeti sırasında Rasûlullah’ın, “…bizim dilediğimiz zamana kadar sizi burada bırakıyorum” buyruğunu hatırlatarak Hayber Yahudilerini sürgün etmiş ve topraklarını da asıl sahipleri olan Müslümanlara bırakmıştı.[28]

Bölgedeki son Yahudi kalesi olan Hayber’i ve çevresini İslâm Devleti’nin hakimiyeti altına alan Rasûlullah aleyhisselâm böylece Arap yarımadasındaki tüm Yahudi kolonilerini boyun eğdirmiş oldu.[29]

Dersler ve İbretler

Müslümanlar olarak, asr-ı saadet boyunca Rasûlullah aleyhisselâm’ın iyi niyetini sürekli istismar eden, anlaşmaları sürekli çiğneyip ihanet eden Yahudileri öncelikle oldukları gibi tanımalıyız. Tanıdıktan sonra da onlara karşı Efendimiz aleyhisselâm gibi tedbirlerimizi almalıyız.

Kur’ân-ı Kerim’deki şu buyrukları asla unutmamalıyız:

“İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak, Yahudiler ile şirk koşanları bulacaksın…”[30] 

“Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları veli; yani sırdaş ve yönetici, dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin velisidirler. Sizden kim onları veli edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.”[31]

Biz her ne kadar onlara iyilikle yaklaşsak da onlar bizi sevmeyeceklerdir:

“Sen onların dinine uymadıkça, Yahudiler ve Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar…”[32]

Son olarak şunu söylemeliyiz ki, biz Müslümanlar tıpkı Peygamberimiz gibi diğer dinlerden olan insanlarla barış içinde yaşama iradesini her zaman ortaya koymalıyız. Fakat kafirlerin bize karşı kuracakları tuzaklara ve bizi sürükleyecekleri savaşlara da daima hazır olmalıyız. Bu gün dünyanın dört bir yanında Müslümanlara karşı siyasi, ekonomik, kültürel ve askeri anlamda topyekûn bir savaş yürüten dünün İsrailoğulları bu günün Siyonist İsrailine karşı her anlamda tedbiri elden bırakmamalıyız. Ortadoğu’da ve özellikle Filistin’de yaptığı akıl almaz zulümlerle gün be gün büyük bir savaşın alevlerini harlayan Yahudilere karşı, Peygamber Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm’ın şu hadisini iyi tefekkür ederek hazır olmalıyız:

Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Bu savaşta Müslümanlar Yahudileri öldürürler. Hatta bir Yahudi taşın, ağacın arkasına gizlenir. Bunun üzerine o taş, o ağaç, “Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu! İşte arkamda bir Yahudi. Gel, onu öldür” der. Yalnızca garkad bir şey söylemez. Zira o, Yahudilerin ağaçlarındandır.”[33]

 

 

 

 

                 



[1] Ebû Dâvûd, el-Harâc ve’l-İmâre ve’l-Fe’y, 21. ve 22. ; Ayrıca bkz. İbn Hişâm, es-Sîre, cilt: III shf. 9.

[2] Âl-i İmrân 3/12

[3] İbn Hişâm, es-Sîre, III/9. ve 10.

[4] İbn Hişâm, es-Sîre, III/9.

[5] Vâkıdî, Meğâzî, I, 178

[6] İbn Hişâm, es-Sîre, III/10. ve 11.

[7] Mâide Sûresi 5/13.

[8] Bakara Sûresi 2/100.

[9] Bkz. Mücâdele Sûresi 58/14.

[10] Saîd Havvâ, el-Esâs fi’s-Sünne –es-Sîretü’n-Nebeviyye-, Kahire, 1416/1995, II, 656

[11] İbn Hişâm, es-Sîre, III/12 – 19. Sayfalar ; Buhârî, Rehn 3

[12] Buhârî, Cihâd 154.

[13] Ebû Dâvûd, el-Harâc ve’l-İmâre ve’l-Fe’y, 21. ve 22.

[14] Taberî, Târih, c. 2, s. 484

[15] İbn Hişâm, es-Sîre, III/143 – 145. Sayfalar ; Ali Muhammed Sallâbî, Siyer-i Nebi (I – II), İstanbul, 2016, II, 232 – 237. sayfalar

[16] Bkz. İbn Hişâm, es-Sîre, III/166

[17] Ali Muhammed Sallâbi, Siyer-i Nebi, Tercüme: Mustafa Kasadar, Sadullah Ergin, Şerafettin Şenaslan, (I – II), İstanbul, 2016, shf. 300 – 301.

[18] İbn Sa’d, Tabakât, II, 63

[19] Rudânî, Cem’ul-Fevâid, no: 6588

[20] Vâkıdî, Meğâzî, II, 460.

[21] Ahzâb Sûresi 33/9.

[22] Müslim, Cihâd 67.

[23] Buhârî, Salâtü’l-Havf 5 ; Meğâzî 30 ; Müslim, Cihâd 69.

[24] Buhârî, Bed’ul-Halk 6 ; Meğâzî 30

[25] İbn Hişâm, es-Sîre, III/186

[26] Bkz. Müslim, Cihâd 64. ; Ahmed, III, 22, 71.

[27] Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, 10/1591. Hadis

[28] Ebû Dâvûd, el-Harâc ve’l-İmâre ve’l-Fey 23, 24

[29] Bkz. Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, 10/279 -283. Sayfalar ; Ayrıca bkz. [29] Ali Muhammed Sallâbi, Siyer-i Nebi, II, 443-449.

[30] Mâide Sûresi 5/82.

[31] Mâide Sûresi 5/51.

[32] Bakara Sûresi 2/120.

[33] Buhârî, Cihâd 94, Menâkıb 25; Müslim, Fiten 82.

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.