Vahiy Meleği Cebrail (as)
Sözlük manası itibariyle; Allah’ın kulu demek olanCebrail kelimesi, İbranice kökenli olup abd, yani kul ve köle anlamına gelen cebr ile ilâh ve Allah anlamına gelen îlsözcüklerinden oluşmuştur.
Bazı âlimlere göre bu kelimenin anlamı; Allah’ın kudretinin sembolü demektir. Nitekim Kur’an’da bu anlama delalet etmek üzere, çok güçlü ve kuvvetli olmayı ifade eden “Şedîdü’l-kuvâ” vasfı yer almaktadır: “Onu (Kur’an’ı), güçlü ve kuvvetli biri (Cebrail) öğretti.” (Necm 53/5)
Dinî bir kavram olarak ise; ilâhî buyrukları Allah Teâlâ’nın izni ve emri ile peygamberlere bildirmekle görevli meleğin adıdır. (Meryem 19/64; Bakara 2/97)
Cebrail (as)dört büyük meleğin ilki ve en üstünüdür. Karşı konulamayan müthiş bir güce, üstün bir akla ve kesin bilgilere sahiptir. Arş’ın sahibi (Cenâb-ı Allah) nezdinde çok itibarlı, çok güvenilir, üstün yaratılışlı ve diğer bütün meleklerin kendisine itaat ettiği şerefli bir elçidir. (Necm 53/5 -6; Tekvîr 81/19-21)
Cebrail (as) bir melek olduğu için, tabiatı yalnız güzelliklere açıktır ve kendisi için kusur sayılabilecek her türlü durumdan muallâ, müberrâ ve mukaddestir. Öyle ki Fahreddin er-Râzî ile Zemahşerî gibi bazı Sünnî ve Mu’tezilî âlimler, Cebrail’in (as) Hz. Peygamber de dâhil olmak üzere bütün yaratıkların en üstünü olduğunu kabul ederler. Buna karşılık İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre Cebrail (as) bütün meleklerden ve peygamberler dışındaki insanlardan üstündür. [1]
Cebrail (as) son derece haşyet-i ilâhî içinde bulunan bir kuldur. Nitekim Peygamber Efendimiz, Mi’râc gecesi mele-i â’lâya uğradığında onu, Allah’ın korkusundan haşyetle yerlere kapanmış gördü. Yine bir gün Hz. Cibrîl’e “Rabbini hiç gördüğün oldu mu?” diye sormuştu ki Hz. Cibril’i şiddetli bir titreme aldı ve “Ey Muhammed, benimle O’nun (Allah Teâlâ’nın) arasında nurdan yetmiş perde vardır. Bilfarz, onlardan bir kısmına yaklaşmış olsam elbette yanardım.” cevabını verdi. [2]
Cebrail (as) Kur’ân-ı Kerîm’de Cibril (Bakara 2/ 98), Rûhulkudüs (Nahl, 16/102), Rûhulemîn (Şuarâ 26/ 193),Rûh(Kadir 97/3-4) ve Rasûl (Meryem 19/19) şeklinde beş değişik isimle ifade edilir.
Karşısında durulmayacak üstün güce ve zaruri bilgilere sahip olduğu için Cibril, saygı duyulması gereken üstün bir mevkide bulunduğu veya dinî hayatın gerçekleşmesinde önemli rol oynadığı yahut latif olduğu için Rûh, ilâhî buyrukları tahrif etmeden Hz. Peygamber (as)’e ulaştırdığı için Rûhulemîn, insanların manevî açıdan temizlenmesini sağlayan vahyi getirdiği veya hiç günah işlemeyen tertemiz bir kul olduğu için Rûhulkudüs, dünyada ve âhirette Allah ile kulları arasında elçilik görevi olduğu için Rasûl diye nitelendirilmiştir.
Ayrıca, Kur’ân-ı Kerim’de geçen bu isimlerinin yanı sıra Tefsir, Hadis, Siyer, Tasavvuf, Tarih, Kelâm ve Felsefe’ye dair İslâmî kaynaklarda Rûhullah, Hâdimullah, er-Rûhu’l-a’zam, el-Aklü’l-ekrem, en-Nâmûsü’l-ekber, el-Aklü’l-fa’âl, Vâhibü’s-suver, Hâzinü’l-kuds, Tâvûsü’l-melâike gibi unvanlarla da anılmaktadır.[3]
Arşı taşıyan ve “Mukarrebûn” adı verilen meleklerdendir. Emrinde arşın çevresinde bulunan meleklerden bir ordu vardır. Allah ile vasıtasız olarak konuşabilir.[4] Hz. Peygamber (as)’in dostu, müminlerin destekleyicisidir.[5] Kadir Gecesi’nde meleklerle birlikte yeryüzüne iner. (Kadir,97/4). Ahirette insanlar hesaba çekilirken mahşerde saf saf dizilen meleklerin yanında bulunur. (Nebe, 78/38)
Cebrail (as)’in görevlerinin belli başlıları şunlardır:
1- Peygamberlere, vahiy getirmek: “Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Rûh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.” (Şuarâ 26/193-195)
2- Peygamberleri desteklemek: “Meryem’in oğlu İsa’ya da beyyineler (gayet açık nüshalar ve mucizeler) verdik ve onu Rûhulkudüs (Cebrail) ile destekledik” (Bakara 2/87).
3- Ashâb-ı Kirâm’ı desteklemek: Rasûlullah Efendimiz, İslâm dini ve Müslümanlarla (alay)etmek isteyen müşrik şairlere karşı küfrü, müşrikleri hicveden ve İslâm dinini metheden Müslüman şairlerden Hassân’a (ra) şöyle buyurdu: “Onları hicvet. Cebrail seninle beraberdir.”[6] “Rasûlullah’tan yana müdafaaya devam ettikçe Rûhulkudüs, Hassân ile beraberdir.”[7]
4- Azabı hak eden kavimleri helâk eder: “O zalimleri ise korkunç bir ses (Hz. Cebrail’in bağırması) alıp götürdü de yurtlarında dizüstü çöken (canları çıkan) kimseler oluverdiler.” (Hûd 11/67)
Melekler, sınırsız denebilecek derecede boyutları (derinlikleri) olan -ki bu boyutlar Kur’an-ı Kerim’de “kanat”olarak ifade edilmektedir (Fâtır 35/1)- nurânî varlıklar olduklarından kendilerine has bu özellikleri ile değişik temessül ve tecelli (farklı şekil ve suretlerde görünme) kabiliyetine sahiptirler.
Nitekim Cebrail (as) bazen insan kılığına (çoğu kez yakışıklı ve genç bir sahâbî olan Dıhye el-Kelbî’nin suretine) girerek Rasûlullah (as)’a vahiy getirirdi.[8]
Efendimizin (as) vahyin kendisine nasıl geldiğini soran Hâris bin Hişam’a vermiş olduğu şu cevap bu hakikati şöyle ifade etmektedir: “Bazen melek bana bir insan olarak temessül eder ve benimle konuşur, ben de onun söylediğini tastamam bellemiş olurum…”[9]
Peygamber Efendimizin (as), onu kendi aslî suretinde görmesi ise, biri vahyin başlangıcında Hira’dan dönüşünde, Mekke’nin doğusunda Ciyad denilen yerde diğeri ise Mirâc’da Sidretü’l-Münteha’da olmak üzere iki defa olmuştur. (Necm 53/6-18).
İlkinde Hira Nur Dağı’nda bütün ufku kaplamış bir şekilde aslî suretinde görünerek, Hz. Peygamber’i kuvvetle sıkmış ve ondan okumasını istemiş, böylece ilk vahyi getirmiştir. (Alak 96/1-5)
İkincisinde ise, Mi’râc’dan önce Hz. Peygamber’in kalbini “hikmet”le doldurmak suretiyle O’nu bu manevi yolculuğa hazır hale getirmiştir. Sonra da bu mucizevî yolculukta Mekke’den Kudüs’e ve oradan da Sidretü’l-Müntehâ’ya varana kadar kendisine eşlik ederek O’na melekût âlemi hakkında bilgiler vermiştir.[10]
[1] TDV. İslam Ansiklopedisi, VII, “Cebrail” md.
[2] Feyzü’l-Kadir, c. 4, s. 78.
[3] Râgıb el-İsfahanî, s. 411; Fahreddin er-Râzî, 24/166; Elmalılı, 1/432.
[4] Müsned, II, 267; III, 230; Buhârî, Tevhîd, 33.
[5] Tahrim 66/4; Nahl 16/102; Âl-i İmrân 3/124-126; Enfâl 8/9-12.
[6] Buhârî, c. 4,s. 79; Müslim, c. 7, s. 163
[7] Buhârî, c. 4, s. 79; Müslim, c. 7, s. 163.
[8] Tecrid-i Sarîh Tercümesi, IX, 35.
[9] Buhari, Bed’ul–Vahy,2.
[10]İsrâ 17/1; Buhârî, Bed’u'l-Halk 6; Salât 1.