Sen Yeter Ki Yola Çık!
Ruhlar bedene, bedenler dünyaya göç ediyor. Ana yurt cennet, vefalı bir dost gibi yeniden göç bekliyor. Dünyanın sadrı Mekke. Lakin putlar dolmuş içine. Kalpler kara noktalarla dolmuş. Yetimin gözyaşı; gömülen kızın saçı kara. Rahman’dan başkasına adanan kurbanların, kanları kara. Ellerin günahından “Hacer” bile “esved” olmuş.
Habeş uzak, Taif merhametten yoksun, Mekke kayalardan sert.
Boykot bezdirici; hüzne hüzün katıyor, iki sevgilinin dünyadan gidişi.
“Bütün yollar tıkandı” diye düşünüldüğü anda açılır gök kapıları. Mekke’den Kudüs’e, Kudüs’ten Sidre’ye yol görünür. Artık ne gam!
Akabe tepesinde buluşur eller. Gözlere hüzün, kalplere sekinet iner. Yol görünür.
Medine ılık rayihasıyla dostça çağırıyor. İzin ve emir büyük yerden. Gitmek gerek. İsmail’ini Kâbe yanında bırakıp gitmek gerek. Hâcer katlanır bu acıya. Arkaya bakmadan gönlü teskin ederek gitmek gerek. O, Hâcer’dir nasılsa. Sabretmesini bilir. Gerekirse, tek başına gelir.
Hicret…
Bir kopuş, bir yürek acısı, çağrıya bir koşuş… Yürek arkada olsa da gözler önde bir gidiş. İstemeyenden isteyene, umuda yolculuk… Hasretleri yol azığı alarak yanına, bilinenden bilinmeyene ama aslında bilinene yolculuk.
Hicret…
Dünyada yolcu olduğunu unutmayan insanın soylu davranışı…
Kopuş acı, yol meşakkatli, yeni yurt yabancı.
Mahzun olma!
Ensarın kapıları ardına kadar açık. Sen yeter ki Rabbin için yola çık!