Beklenen Komutan
Merve Haşlamaz
Ümmetin kanayan yarası, boğazlardaki yumrunun sebebi, uykuları keskin bir bıçakla bölen Mescidi Aksa… 100 yılı aşkın zamandan beri esaretin, kanın, gözyaşının şahitliğini yapmış o güzel mabet, o mübarek mekân. Uğruna ne çok can feda edilmiş ne çok buluşma ahirete bırakılmış. Mutluluğun da hüznün de sevdanın da adı olmuş. Sultan Selahaddin’in, Kanuni Sultan Süleyman’ın, Sultan Abdülhamid Han’ın ve daha nicelerinin izlerini taşımış ve taşımakta. Peygamberler şehri, peygamberler durağı, peygamberler ocağı, ilk kıblemiz, ilk istikametimiz, üç faziletli mescitten birisi ve üç büyük dinin ortak noktası.
Şimdilerde yaralar almış, boynu bükülmüş. Neden mi dersiniz? Zulüm artık kol gezmekte Filistin topraklarında. Zamanında “Almanlar ailelerimizi yok etti, siz umutlarımızı yok etmeyin” sözleriyle Filistinlilerden aman dileyen Yahudiler, bugün Filistinlileri kovmakta kendi vatanlarından. Küçük çocuklar silah sesleri eşliğinde top oynamakta, öğrenciler harp meydanında ders çalışmakta. Bayramlarda, bayramlık yerine kefen kuşanmakta çocukların o ufacık bedenleri. Kahvaltı masalarından değil, fotoğraflardan gülümsemekte artık babalar. Anneler yemeğe ne yapsam telaşını değil, bombalanan evden yavrularımı nasıl kurtarabilirim telaşını taşımakta. Gençler, silahlara karşı taşlarla meydan okumakta. Bundan dolayı tutuklarken onları İsrail askerleri, tüm ümmetin yükünü taşıyan omuzlarını dikleştirerek gururla gülümsemekteler. Müezzinler direnmekte camilerin anahtarlarını vermemek için.
Minarelerden yükselmekte “Eyne Selahaddin” (Nerdesin Selahaddin) nidaları. Yine her şeye rağmen umutlanmakta kalplerimiz, belki çıkar yine Selahaddin gibi bir kahraman ve yine kırar zincirlerini Aksa’nın. Kavuşturur Aksa’yı özgürlüğüne, Müslümanları uyandırır, çağırır yine birlikteliğe, birliğe diye.
Umulur ki canlanır bir çocuk kalbinde, Selahaddin olma davası. Ona sorarlarsa “Kimdir bu Selahaddin?” diye, heyecanla anlatır belki: “O, Selahaddin ki hanedanıydı Eyyubilerin. Tek arzusu, zincirlerini kırmaktı kutsal emanetlerin. Şu sözlerle kazınmıştı zihnimize kahraman: “Ben Kudüs işgal altındayken nasıl gülebilirim?” Hemen başlamıştı ordu hazırlığına, dayanamazdı kalbi, Kudüs topraklarında gezen haçlı ordusuna. Başlattı haçlılara karşı Hıttin Tepesinde bir muharebe. 88 yıllık hasreti bitirmişti bu vesileyle. Kavuşturmuştu Müslümanları mabedine, ilk kıblesine, mukaddes evine. Sadece Müslümanları değil, Hristiyanları da serbest bıraktı dinlerinde ve yine izin verdi Musevilere, girip çıkması için Kudüs’e.
Haçlıların saray yaptığı Aksa’yı camiye çevirdi yeniden. Daha sonra anımsadı Halep’te karşılaştığı minberi. Onu yapan marangoz demişti ki, ısrarla minberi şehir camisine götürmek isteyenlere “Minber Mescid-i Aksa’nındır.” Tabi o zamanlar şaşırmıştı bu sözlere ahali. Demişlerdi ki: “Kudüs işgal altındadır.” Ama ciddiyetle cevap vermişti marangoz, “Ben bir marangozum elimden gelen budur. O halde çıksın bir babayiğit, alsın Kudüs’ü, yerleştirsin minberi.”
Alınca Kudüs’ü Selahaddin, getirtmiş o dakika minberi. Yerleştirtmiş marangozun minberini Mescid-i Aksa’ya. İşte bundan dolayıdır ki o minberin adı, “Selahaddin Minberi” olarak anılmakta.
Selahaddin Eyyubi kahraman gibi kahramandı. Ümmet bilincini, emanet bilincini hatırlarımıza o kazıdı.”
Peki, bizler Müslümanlar olarak ne derece başarılıyız, zalime dur diyerek emaneti himaye etmekte? Muhtemelen ümmet olma bilincini de taşımıyoruz göğsümüzde, çok daldık dünya işlerine, telaşesine. Ama dualarımızda hep var bir kurtarıcı Selahaddin. Hedefimiz, Selahaddin’in dirilmesini arzu edip üstlenmediğimiz davanın müdavimliğini onun omuzlarına yüklemek değil, elbette. Arzumuz; bizlerden, bizim neslimizden yeni bir kahraman çıkartmak. Selahaddin bilincinde, cesaretinde ve liderliğinde…
Bu konuda yapacağımız ilk iş, çalışmak olmalı. Çabalamalı, ısrarcı olmalıyız ilimde. Gözümüzün önünde canlanmalı ümmetin hali, yaraları, sancıları. Utanç duymalıyız şu anki halimizle, bizlere Selahaddin Eyyubi’den kalan minberi bile koruyamadık diye. Şimdiye kadarki suskunluk bir haykırışı hak etmedi mi sizce de? Bu haksız işgale son vermemiz gerekmez mi artık? Bir olmalı, birlik olmalı. Savunulmalı bu dava. Sadece Filistin’deki kardeşlerimize yüklenmemeli bu görev. Destek olmalı, sadece bugün değil her gün. “Benim elimden bir şey gelmez.” dememeli. Halep’teki o minberi yapan marangozu düşünmeli, o bir zanaatkardı. Zanaatını yaptı. Bizler kimiz? Nasıl ses getiririz? Nasıl taşın altına elimizi koyabiliriz? Eğer öğrenciysek çalışmalı, çabalamalı. Öğretmensek bu bilinci aşılamalı. Anneysek ya da babaysak evlatlarımızı bu konuda eğitmeli. Hasılı içimizde dert olmalı bu mesele, ilaç arayışında olunmalı her daim.
Ne demişti Kudüs şairi Nuri PAKDİL; “Kudüs’ü savunmak, gerçek bağımsızlığı savunmaktır. Kudüs sevilmeden insanlığa girilemez. Tutsak Kudüs’e borcumuz, Kudüs’ü savunmaktır, özgürlüğüne kavuşturmaktır.”