Yeni yorum ekle

Yârenime Nâme 1: es-SELÂM

“Orada boş bir söz ve günaha sokan bir laf işitmezler. Söylenen yalnızca ‘selam, selam’dır.” (56/Vakıa Suresi 25-26)

Selam sana yârenim.

Severim “yâren” hitabını, oldum olalı. Yâr’i hatırlattığı, ondan geldiği için olsa gerek… “Dost, dert ortağı, ahbap” manası sıcacık parlar, dolar içime.

Seni tanımadan ve kim olduğunu bilmeden yazıyorum. Beni iyiliğe teşvik edecek, kötülüklerden sakındıracak bir dostun duasını alma ümidiyle çıktığım yolculukta, sana yazmaya niyetlendiğim bu nâmeler, Allah (cc) katında şefaatçi olma vazifesini de üstlenir inşallah.

 Rabbim bu cümleleri, içli bir yakarış kabul eder niyazıyla…

Bu ilk mektupta sana, “kul olma halleri”nden soracağım. Bulduğumu zannettiğim cevapları da o soruların ucuna iliştireceğim.   

Zihnime, yakın demde düşen damlalardan biri şu: Bunaldığın vakitlerde, kalbin sıkışırken, kabz halindeyken yani, boğulurken, nefesin daraldığında anlayacağın, Allah’ın sevgisini hissetmek için ne yapıyorsun? Böyle anların oluyor mu daha doğrusu? Oluyorsa, günahlarımız mı kuruyor bu müthiş ızdırap saatlerini? Yoksa sâfi kemal için mi gerekli, acı nöbetleri?

Bir tanıdığım,  yemeğin pişmesine benzetmişti olgunlaşmaya aday insanların halini. Hayat bizi, çiğ yanlarımızın da aynı lezzete ulaşıncaya dek pişmesi için evirip çeviriyormuş onun fikrince.

Bir yanımın acısıyla“Ah yandım!” diye feryat edenlerdenim ben galiba. Dayanıksızım. Tahammülsüzüm, aciz ve güçsüzüm. Öyle anlarda; içim daralmışken, soluksuzken, her şeyden kaçmak, uzaklaşmak isterken yani, azarlanmış, odasına gönderilmiş bir çocuk gibiyken anlayacağın, o ruh hâli geçene kadar somurtuyorum kalbimle. Bazen yüzüme yansıyor da bu abus çehre, soranlara beyaz bir yalan söylüyor dilim, “hastayım” diye.

Sonra birden bire, hiçbir sevap işlemediğimden emin, açılıyor zindanın kapısı. Gözüm kamaşıyor, “azarlanmış çocuk” ürkekliğiyle odamdan çıkarken. Şaşkın şaşkın, niye cezalandırıldığım ve neden affedildiğimi soruyorum ebeveynim yerindeki büyüklere. “İmtihan dünyası” diyorlar. Zindanımda bilmeden işlediğim bir sevaba dikkat çekiyorlar: Sabır ve tövbe. Neyin tövbesi? O karanlığa girmeme neden olan bilmediğim günahımın tövbesi. Ya da aslında “bal gibi bilip bu kadar ağır sonucu olacağını tahmin etmediğim”in… Hz. Peygamber’in günde yetmiş defa, yüz defa tövbe etmesi geliyor aklıma, ferahlıyor zihnim. O, günahsız… Sonra, “iyi kul” olma niyazında bir yakınımdan duyduğum başka bir ışık hüzmesi çeliyor bakışımı: “Nasıl nefes alış verişimiz normalse, beklenen, rutin olansa, işte öyle gelmeliymiş bu daralma ve ferahlamalar ardı ardına”…

Ardından bir şimşek daha çakıyor. İyiden iyiye aydınlanıyor içim. Allah beni niye yarattı? Sonsuz ve kuşatıcı ilmiyle beni insan olarak yarattığına göre bana güveniyor. O, bana güveniyor. Ben de kendime güvenmeliyim öyleyse. Yaradan’ın güvenini boşa çıkarmamak için güvenmeliyim. Ya düşman gördüklerim, sevmediğim insanlar… Onları niçin yarattı? Bu defa idrakime düşen damla daha büyük ve sarsıcı: Onlara da güveniyor… Öyleyse???

Kimseyi hakir görme. Günah batağında zannettiğin, hesap günü, mizanda seni sollayıp geçebilir. Sen de ardından bakakalırsın, “Acaba ne iyilik yaptı ki?” diye. Düşünmezsin seni geri bırakanın, “kötü bakış”ın olduğunu… Sabır ve tövbe… Etkisini gösterecek sen bilmesen, hissetmesen de.

Bu ilk sefer… Böylece bitireyim sağanak halindeki soru ve anımsattığı kimi izafi cevapları. Allah’tan dileğim, bir dahaki mektuba düşecek damlalar,  benim kalemim, senin gözlerin için tertemiz olsun. Selamla başladı bu mektup es-Selam’la bitsin… O’na emanet ol.                                     

Yazar: 
Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.