Rum Diyarının İlk Müslümanı: Suheyb-i Rûmî radıyallahu anh
(Ebû Yahya Suheyb b. Sinân b. Malik er-Rûmî)
“Bir kimse Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa, bir ananın evladını sevdiği gibi Suheyb’i sevsin.”[1] hadis-i şerifiyle övülen Suheyb b. Sinân, Musul şehri yakınlarında bir köyde doğdu. Soylu ve zengin bir aileye mensup olan Suheyb’in babası veya amcası Kisrâ'nın hâkimiyetinde bulunan Übülle şehrinin valisiydi.[2]Ancak Suheyb küçük yaşta Rumlar tarafından esir edilince gençlik yıllarını Bizans topraklarında köle olarak geçirdi. Rumların arasında yetiştiği için Rumca'yı Arapça'dan daha iyi konuşur, “Suheyb-i Rûmî” nisbesiyle tanınırdı.[3] Bir müddet Rumların elinde kalan Suheyb'in, daha sonra Kuzey Arabistan'da yaşayan Kelb kabilesinden bir şahsa, ardından Mekkeli Teym kabilesinin lideri Abdullah b. Cüd'ân'a satıldığı rivayet edilmektedir.[4]
Rumların Öncüsü
Abdullah b. Cüd'ânın azatlısı olarak Mekke'de yaşayan Suheyb b. Sinân, henüz İslâm’ın ilk günlerinde Müslüman oldu. Gizli davet sırasında İslam'a giren Suheyb, Müslüman olduğunu açıkça ilan eden yedi kişiden biriydi.[5] Allah Rasûlü, Suheyb'in Müslüman olmasıyla ilgili şöyle buyurmuştur: “Öncüler dörttür. Ben Arapların, Suheyb Rumların, Selmân Farisîlerin, Bilal de Habeşlilerin öncüsüdür.”[6]
Hz. Peygamber'i yakından tanıyan Suheyb, henüz peygamber olmadan önce de onunla (s.a.s) arkadaşlık yapar, sohbet ederdi.[7] Ammâr b. Yâsir, kendisinin ve Suheyb’in Müslüman oluşunu şöyle anlatır:
"Dâru’l-Erkam’ın kapısı önünde Suheyb b. Sinan er-Rumi’ye rastladım. O sırada Efendimiz içerideydi. Suheyb’e ne yapmak istiyorsun, burada ne işin var, diye sordum. O da bana, ya sen niye buradasın, diye sorunca ben Muhammed’in yanına girip sözlerini dinlemek istiyorum, dedim. O da aynı şeyleri söyleyince birlikte içeri girdik. Rasûlullah bize İslam’ı anlattı ve bizi Müslüman olmaya çağırdı. Biz de hemen Müslüman olduk. Akşam oluncaya kadar orada bekledikten sonra gizlice dışarı çıktık.[8]
Bu rivayet İslam’ın ilk günlerinde davetin ne derece dikkat içinde yürütüldüğünü ve Erkam’ın evinin İslam davetindeki yerini göstermektedir.
Demir Zırhlar İçinde İman Dolu Bir Yürek
Mekke’nin ileri gelenleri Müslümanları yıldırmak ve dinlerinden döndürmek için her türlü işkenceyi uyguluyorlardı. Hele sahipsiz birinin İslâm'a girdiğini duyunca zulümleri daha şiddetli bir hal alıyordu. Suheyb b. Sinân da kimsesiz üstelik yabancıydı. Kendisini koruyacak ne bir kabilesi, ne de sığınacak bir akrabası, bir hâmisi vardı. Müslüman olduğunu açıkladıktan sonra Mekkeli müşriklerin baskı ve işkencelerine maruz kaldı. Güneşin tepede olduğu vakitlerde demirden zırhlar giydirilerek kızgın güneşin altında bekletiliyor, bayılıp yere yığılıncaya kadar kendisine işkence ediliyordu.[9] Fakat Suheyb yaşadığı onca eziyete rağmen diğer Müslümanlarla birlikte dininde sebat ediyor ve Allah'ın elçisini davasında yalnız bırakmıyordu.
Mekkeli müşrikler, İslam'ı köleler, kimsesizler ve yoksullar gibi alt tabakadan insanların kabul ettiğini söylüyor ve alaylı bir ifade ile "Allah hidayeti içimizden bunlara mı nasip etti?" diye soruyorlardı. Bir gün Suheyb, Ammâr b. Yâsir ve Habbab b. Eret yanlarından geçerken "İşte Muhammed'in arkadaşları" diyerek alay etmeye başladılar. Bunun üzerine Suheyb, "Biz Allah'ın elçisinin arkadaşlarıyız, biz ona iman ettik, siz ise onu inkâr ettiniz. Biz onu tasdik ettik, siz onu yalanladınız. Müslüman olan zelil olmaz, müşrik olan aziz olmaz." dedi. Müşrikler Suheyb'in üzerine çullandılar. Onu bayıltıncaya kadar dövdüler. Ammâr ve Habbâb'a da vurmaya başlayan müşrikler, "Allah içimizden sizi seçti, öyle mi?" diye bağırıyorlardı. Bu söz dolayısıyla şu ayet-i kerimenin nazil olduğu rivayet edilir:
"Böylece "Allah içimizden bunlara mı lütufta bulundu?" demeleri için onlardan bazısını bazısıyla denedik. Allah, şükredenleri daha iyi bilen değil midir?"[10]
Medine'ye Hicret
Rabbimiz iman yolunda pek çok işkence ve zulme katlanan mazlum kullarına Medineli kardeşleriyle yardım etti. Efendimiz aleyhisselâm hicret etmelerini emredince müminler büyük bir gizlilikle Medine’ye göç etmeye başladılar. Suheyb b. Sinân en son hicret edenlerdendi. Kaynaklarda Hz. Ali ve Hz. Suheyb'in Rebîulevvel ayının ortasında birlikte hicret ettikleri belirtilmektedir.[11]
Müşrikler Suheyb'in hicret edeceğini anlayınca onu gözaltında tutmaya, takip etmeye başladılar. Suheyb ise Rasûlullah ile birlikte hicret etmek istiyordu. Ancak Kureyş’in amansız takibi buna fırsat vermedi. Nihayet Hz. Ali'nin de hicret ettiğini görünce hazırlıklarını tamamlayıp Medine'nin yolunu tuttu. Müşriklerin onu rahat bırakmaya hiç de niyetleri yoktu. Suheyb’in peşine düşen müşrikler nihayet yolunu kestiler ve:
“Sen Mekke'ye geldiğinde beş parasız bir köleydin. Bizim sayemizde zengin oldun. Burada kazandığın serveti beraberinde götürmene izin vermeyiz!” dediler. Müşriklerin tehditlerine boyun eğmeyen Suheyb, bineğinden inip torbasındaki okları çıkardı. Karşısında dikilen Mekkeli müşriklere güçlü ve kararlı bir şekilde “Benim ne kadar isabetli ok attığımı hepiniz bilirsiniz. Bu okların tamamını üzerinize yağdırırım. Oklarım biterse kılıcımla kendimi savunurum. Kılıcım elimde, oklarım çantamda bulundukça hiçbirinizi yanıma yaklaştırmam” diyerek meydan okudu. Mekkeli müşrikler Suheyb'in kolay kolay kendilerine boyun eğmeyeceğini biliyorlardı. Fakat onu bırakmak niyetinde de değillerdi. Ardından Suheyb onlara şu teklifte bulundu: “Sizin istediğiniz şey benim Mekke'de bulunan servetim mi? Öyleyse ne kadar malım varsa alın, hepsi sizin olsun.”[12]
“Ticaretin Kârlı Oldu”
Mekkeli müşrikler istediklerini elde edince Suheyb'in peşini bıraktılar. Yıllarca biriktirdiği servetini müşriklere bırakan Suheyb Medine'ye doğru yoluna devam etti. Üzülmüyordu, bilakis son derece huzurlu ve mutluydu. O, ebedi saadeti için, İslâm davası için dünyalık nesi varsa vermiş, kârlı bir ticaret yapmıştı. Şimdi Rasûlullah'a kavuşma, O'na (s.a.s) yoldaş olma aşkıyla ilerliyordu.
Suheyb Kuba'da Allah Rasûlü'ne kavuştu. Mekkeliler ile arasında geçen hadiseyi Nebî (s.a.s)'ye anlattı. Suheyb’i gördüğüne çok sevinen Hz. Peygamber, tarihin kulaklarında çınlayan, hatırlarda hâlâ canlı olan o kutlu müjdeyi verdi:
“ Ticaretin kârlı oldu Ebû Yahya! Ticaretin kârlı oldu!”[13]
Suheyb'in gönlü sevinçle doldu. Bu ticaretten kazançlı çıkan o olmuştu çünkü. Tarih bu kazancı konuşuyor, yürekler bu müjdeyi arzuluyordu.
"İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla nefsini satın alır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır."[14] ayet-i kerimesinin bu olay üzerine nazil olduğu rivayet edilir.
Suheyb'in hicreti ile ilgili kaynaklarda farklı rivayetler de yer almaktadır. Buna göre Hz. Peygamber hicret etmeden önce Hz. Ebu Bekir'i beraber gitmeleri için iki veya üç defa Suheyb'in yanına gönderir. Hz. Ebû Bekir ise Suheyb'i her defasında namaz kılarken bulur. Namazından alıkoymak istemediğinden geri döner ve durumu Hz. Peygamber'e anlatır. Doğru yaptığını söyleyen Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ile birlikte hicret eder. Suheyb ise bundan anca sabahleyin haberdar olur. Hz. Ebû Bekir'in eşi Ümmü Rumân Suheyb'e: "Sen buradasın. Hâlbuki kardeşlerin çoktan yola çıktılar. Sana da azık koymuşlardı." deyince Suheyb hicret için yola çıkar.[15]
Suheyb’den nakledilen farklı bir rivayet de şöyledir: "Rasûlullah, Hz. Ebû Bekir ile birlikte Medine'ye gitmek üzere yola çıktı. Ben de onlarla beraber gitmek istediysem de Kureyşli gençler bana engel oldular. O gece hiç oturmadan ayakta durdum. Hiçbir şikâyetim olmadığı halde birbirlerine "onun şimdi karnı ağrıyor, bir şey yapamaz" deyip uyudular. Ben de gizlice oradan çıkıp gittim. Onlardan bir kısmı beni geri çevirmek için arkamdan yetişti. Onlara, "Allah'a yemin ederim ki, benim ne kadar iyi ok attığımı hepiniz bilirsiniz. Vallahi, şu okları üzerinize yağdırmadıkça beni ele geçiremezsiniz. Oklarım bitince kılıcımla size karşı ölünceye dek savaşırım. Eğer mal peşindeyseniz malımın yerini size söyleyeyim. Benim bir kaç yüz dirhem ağırlığında altınım var. Onu size versem beni bırakır mısınız?" dedim. Onlar da; "Evet" dediler. Bunun üzerine onlara, "Kapının eşiğini kazın, altını orada bulacaksınız. Falan kadında da iki parça elbisem var, onları da alın" deyip yola çıktım. Rasûlullah Kuba'da iken kendisine yetiştim. Beni görünce üç defa "Ticaretin kârlı oldu ey Ebû Yahya" dedi. Ben de "Yâ Rasûlallah, benden önce kimse senin yanına gelmemiştir. Bunu sana ancak Cibril haber vermiştir" dedim.[16]
“Gözümün Ağrımayan Tarafıyla Yiyorum”
Hz. Peygamber, Ebû Bekir ve Ömer, Kuba'da Külsüm b. Hindm'in evinde misafir idi. Önlerinde ev sahibinin ikram ettiği yaş hurmalar vardı. Hz. Suheyb, Peygamber Efendimizin huzuruna geldiğinde gözleri ağrıyordu. Aç ve susuzdu. Bu sebeple önlerinde hazır bulunan taze hurmalardan iştahla yemeye başladı. Bunu gören Hz. Ömer, Rasûlullah'a: "Ey Allah'ın Rasûlü, gözleri ağrıdığı halde Suheyb'in yaş hurmaları nasıl yediğini görüyor musun?" dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz latife buyurarak, “Hem gözün ağrıyor hem de hurmaları yiyorsun.” deyince Suheyb: “Yâ Rasûlallah! Ben gözümün sağlam, ağrımayan tarafıyla yiyorum.” diye latif bir cevap vererek Efendimiz'i tebessüm ettirdi.[17]
Peygamberin Yanı Başında
Suheyb Kubâ'ya geldiğinde bir süre Sa'd b. Hayseme'nin evinde kaldı. Peygamberimiz onu Ensârdan Hâris b. Sımme ile kardeş ilan etti.[18] Bir süre Suffe'de kalan Suheyb'e Allah Rasûlü daha sonra bir ev verdi.[19] O, Rasûl-i Ekrem'in hayatı boyunca hep yanındaydı. Cihad meydanlarında onun sancağı altındaydı. Efendimiz namaz için saf bağlayıp Rabbine yöneldiğinde Suheyb arkasındaydı. İlim meclislerinde önündeydi. Gözleri gözlerinde, kalbi söylediklerindeydi.
Ok atmadaki ustalığı ile meşhur olan Suheyb, Bedir, Uhud ve Hendek başta olmak üzere bütün savaşlara katıldı.[20] Rasûl-i Ekrem'in vefatından sonra da Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer tarafından kendisine itibar edildi. Hz. Ömer şehit olmadan önce onu Müslümanlara namaz kıldırması için görevlendirdi. Yıllar önce hor görülen, ezilen, hiçbir hakka sahip olmayan azatlı bir köle şimdi bütün Müslümanlara imamlık yapıyor, halifenin vekilliğini üstleniyordu. Hz. Ömer vefat edince cenaze namazını yine Suheyb b. Sinân kıldırdı.[21]
Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinde tarafsız ve yatıştırıcı bir rol üstlenmeye çalışan Suheyb b. Sinân, Hicretin 38. yılında 70 yaşında (Mart 659) Medine'de vefat etti. Cenaze namazını Sa'd b. Ebî Vakkâs kıldırdı ve Cennetü'l-Bakî'ye defnedildi.[22]
Suheyb b. Sinân, cömertliği, güzel ahlakı, takva ve faziletinin yanı sıra temiz mizacı, hazırcevaplılığı ve latifeleriyle de biliniyordu. Gurbet hayatının zorluklarını çok iyi bilen Suheyb, bilhassa yabancı ve sahipsiz insanların sıkıntılarını gidermede hep öncü olmuş, bunun için özel bir çaba sarf etmiştir. Bunu gören Hz. Ömer bir gün kendisine “Ey Suheyb! Sen çok yemek yediriyorsun. Malını israf ediyor sayılmaz mısın?” diye sormuş, Suheyb ise “Benim insanlara fazla yemek yedirmem Rasûl-i Ekrem'den işittiğim şu hadisten sonra artmıştır: “Sizin en hayırlınız yemek yediren ve selam verendir.” İşte benim fazla ikramda bulunmamın sebebi budur.” diyerek cevap vermiştir. [23]
Suheyb b. Sinân, Rasûlullah'ın hadislerini muhafaza etmeye büyük önem verirdi. Fakat hata yaparım endişesiyle hadisleri nakletmezdi. Hadis rivayet etmesini isteyenlere: "Dilerseniz size Rasûlullah'ın savaşlarını ve yanında bulunduğum sırada gördüğüm şeylerin hepsini anlatayım. Fakat "Peygamber şöyle buyurdu" demeye gelince, ben onu yapamam" derdi.[24] Bununla birlikte kendisinden bir kısmı mükerrer olmak üzere otuz hadis rivayet edilmiştir.
Şemâili
Suheyb-i Rûmî orta boyluydu. Saçları gür ve kırmızıya yakın bir kızıllıktaydı. Ten rengi de kırmızıydı. Suheyb'in kırmızılığı dikkat çekecek kadar fazlaydı.[25] Lisânü'l-Arab'ın "SHB" maddesinde yer alan bilgiye göre, es-sahabu, ve's-suhbetu; altında yer alan siyahlık, üstünde ise kırmızılık bulunan cildin saç ve sakalının da kırmızı olmasıdır.[26] Buna göre "Suheyb" isminin kendisine teninin kırmızılığı dolayısıyla verildiği söylenebilir.
Hür bir babanın asil bir evladı iken hayatına köle olarak devam eden, zorluklarla boğuşan, işkencenin her türlüsüne tahammül eden Hz. Suheyb, Allah Rasûlü'nün övgüsüne mazhar oldu. Allah yolunda malıyla ve canıyla cihad etti. Müslümanların aziz kılındığı, dinin zafere ulaştığı, Kelime-i Tevhidin kıtalar aştığı günleri gördü.
Suheyb’i ve daha nice dava erlerini gıptayla yâd ediyor, Hak yolda göstermiş oldukları mücadeleleri gönülden selamlıyoruz.
[1] İbn Abdilber, el-İstîâb, II, 729; Bezzâr, Müsnedü'l-Bezzâr, IV, 32, 2102; Şevkânî, Muhammed b. Ali, Dürrü’s-Sahâbe, 372.
[2] İbn Sa'd, III, 207; İbn Abdilber, el-İstîâb, II, 727; Kisrâ, Arapların Sâsâni hükümdarları için kullandıkları ünvandır. Bk. AVCI, Câsim, "Kisrâ", DİA, Ankara, 2002, XXVI, 71.
[3] Bezzâr, Müsnedü'l-Bezzâr, VI, 10, 2085; İbn Abdilber, II, 727; İbnü'l-Esîr, III, 36, İbn Hacer, III, 36.
[4] İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 207; İbn Abdilber, el-İstîâb, II, 727; İbn Kuteybe, el-Maarif, s. 264.
[5] Ahmet b. Hanbel, el-Müsned, I, 404; İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 233; Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, I,158.
[11] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, I, 182; İbn Sa'd, III, 209; İbn Abdilber, el-İstîâb, II, 729; İbnü'l-Esîr, III, 37; İbn Hacer, el-İsâbe, III, 34.
[12] Hâkim, el-Müstedrek, III, 398; İbn Sa'd, III, 208-209; İbn Kesîr, el-Bidâye, II, 172; İbn Abdilber, el-İstîâb, II, 731-732.
[13] İbn Sa'd, III, 208; İbn Abdilber, el-İstîâb, II, 729. Hz. Peygamber, bir oğlu bulunmadığı halde Suheyb b. Sinân'a "Ebû Yahya" künyesini vermiştir. (Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, I, 180.)
[16] Ebû Nuaym, Hilyetu'l-evliyâ, I, 148; İbn Kesîr, el-Bidâye, III, 172; İbn Sa'd, et-Tabakât, III, 210.
[22] İbn Sa'd, III, 211; İbn Hacer, el-İsâbe, III, 35; İbn Abdilber, el-İstîâb, II, 733. Bk. EFENDİOĞLU, Mehmet, "Suheyb b. Sinân", DİA, XXXVII, 476-477.