Hicretten Önce Medine Toplumu
Ümmühan Hande ÖZÇIRAK
Medine, hicretten önceki adıyla Yesrib, halkı İslam’la şereflenmeden önce iktidar savaşlarıyla zayıf düşmüştü. Arap Yarımadası’nın diğer şehirlerinden pek de farkı yoktu, yeryüzünün en kıymetli insanına ve en kutlu topluluğuna kucak açana kadar. Yerli kabilelerin üstünlük mücadeleleri, yıllarca devam eden kan davaları, sorgusuzca tapılan putlar ve çeşitli cahiliye âdetleri diğerlerinde olduğu gibi bu şehre de hâkim olan unsurlardı.
Hicretten önce idarî anlamda bir birlik bulunmayan Medine’de her kabile kendi içinde kurallara ve yönetime sahipti. Ortak bir kanunları olmadığı için şehirde güvenlikten bahsedilemezdi. Küçük kabileler, ekonomi ve nüfus bakımından kendilerinden daha büyük kabilelerin himayesine girerlerdi. Ayrıca şehirde kendilerini koruma amaçlı ‘utum’ denilen yüksek kaleler inşa etmişlerdi.
Şehre yerleşen üç ayrı topluluktan (Amâlika, Yahudiler, Evs ve Hazrec) hangisinin daha eski olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Genellikle kabul edilen rivayet, buraya ilk olarak Amâlika kavminin geldiği, Bâbil Kralı’nın Kudüs’ü işgali ve Süleyman Mabedi’ni yıkmasından sonra da Yahudilerin gelip yerleştiğidir.[1] Roma İmparatorluğu’nun zorla Hıristiyanlaştırma faaliyetlerinden kaçan Yahudilerle de bu göç hızlanmıştır.
Evs ve Hazrec kabileleri Hârise b. Sa’lebe’nin iki oğlu olup Yemenli Ezd kabilesine mensuptu. Anneleri Kayle bint Amr b. Cefne idi.[2] Bu sebeple kendilerine Kayle oğulları deniliyordu. Onlar Medine’ye beşinci yüzyılda gelip yerleşmişlerdi. Böylece Arap ve Yahudilerle iki farklı kültür, din ve ırktan oluşan bir şehir meydana gelmiş oldu.
Evs ve Hazrec önceleri geniş arazi ve tarla sahibi Yahudilerin yanında çok az ücret ya da yiyecek karşılığında zor şartlarda çalışmaya başladılar. Daha sonra Yahudilerin baskılarına karşı güçlerini arttırmak için Yesrib dışındaki Araplarla işbirliğine giriştiler. Yahudilerin kendilerine yönelik yapacakları bir müdahaleyi bekledikleri bu dönemde Hazrec kabilesinin reislerinden Mâlik b. Aclân el-Hazrecî, kendilerine akraba olan ve Yemen’den aynı zamanda göç ettikleri rivayet edilen Ezd kabilesinin bir diğer kolu olan Gassânîlerden yardım istedi.[3] Bu tarihten sonra da Arap kabileleri daha güçlü duruma geldiler. Ancak topraklarını ve ekonomik üstünlüklerini kaybetmekten korkan Yahudiler Evs ve Hazrec’i birbirine düşürerek güçlerini kırmayı başardılar. Yesrib’de artık iki kardeş kabilenin üstünlük mücadelesi başladı. Araplar birbirlerine karşı yaptıkları savaşlarda Yahudi kabilelerin desteğini aldılar. Evs kabilesi Benî Nadîr ve Benî Kureyza ile Hazrec ise Benî Kaynuka ile ittifak halindeydi.
Yaklaşık 120 yıl iki kabile arası savaşlar devam etmiştir. Bu savaşlar sebebiyle Evs ve Hazrec’in mahalleri kullanılamaz duruma gelmişti. Gerek bu mahallelerin tekrar imarı için gereken malzeme gerekse savaşlarda kullanılacak silahlar ve eşyalar büyük oranda şehirdeki Yahudilerden sağlanıyordu.[4] Sonuçta kardeş savaşlarından siyasî ve ekonomik olarak çıkar sağlayanlar Yahudiler oluyordu.
Çarpışmalar Sümeyr Savaşı ile başlamış,[5] son savaş ise Buas Harbi olmuştu. Hicretten beş yıl önce meydana gelen bu savaşın çıkma sebebi Evsli birinin Hazrec kabilesine sığınan bir kimseyi öldürmesiydi. Savaştan Evs kabilesi galip çıkmış, ancak her iki taraf da büyük oranda can kaybı yaşamıştı.
Abdullah b. Ubeyy b. Selûl kendi kavmi olan Hazrec’in, Evs kabilesi ile aralarında vuku bulan Buas Harbi’ne katılmamıştı. Bu nedenle Buas hadisesinden sonra hem Hazrec’in hem de Evs’in etraflarında toplanabilecekleri tek kişi olarak görünüyordu.[6] Hatta bazı kaynaklar onun liderliğine kesin gözüyle bakıldığını ve kendisi için bir taç hazırlattığını yazar. İşte Evs ve Hazrec’in İslamiyet’le tanışmaları bu aşamada olmuştur. Yesrib’e artık barış gelmesini ve birlik kurmayı isteyen Evs ve Hazrec, Akabe’de görüştükleri Hz. Peygamber’in (s.a.s) çağrısına büyük bir istekle sarılmış ve Müslüman olmuşlardır.
Yesrib halkının dinî hayatına göz attığımızda Yahudilikle beraber putperestliğin hâkim olduğunu görürüz. Medinelilerin asıl putları Medine’ye takriben iki günlük mesafede, Kızıldeniz Bölgesinde, el-Muşallal denen yerde bulunan Menat idi. [7] Kâbe’yi de kutsal sayıp hac ve umre için gelirlerdi. Mekke ve Yesrib arasındaki Menat putunu ziyaret ettikten sonra haclarının tamam olduğuna inanırlardı. Ancak Yahudilerden aşina oldukları bazı inançlar da vardı. Özellikle Yahudilerin bir peygamber beklentisi içinde olmaları ve Arapları onunla üstünlük kuracaklarına dair tehdit etmeleri Evs ve Hazrec’in Hz. Peygamber’in mesajını kabulde acele etmelerini sağlamıştır.
Yesrib’in Suriye ticaret yolu üzerinde bulunması ve halkının hac için Mekke’ye gelip gitmesi sebebiyle hicretten önce Kureyşlilerle Yesribliler arasında dostane ilişkiler vardı. Rasûlullah’ın babası Abdullah’ın Şam dönüşü Yesrib’de konaklayıp burada vefat etmesi, Hz. Peygamber’in annesiyle birlikte burayı ziyaret edip bir müddet burada kalmaları ayrıca akrabalık bağlarının bulunması Kureyşlilerin ve Efendimizin buraya pek de yabancı olmadıklarını göstermektedir.
Yesrib adı, fesat anlamına gelen bir kökten geldiği için Hz. Peygamber hicretten sonra buraya hoş ve güzel anlamına gelen “Tâbe” veya “Taybe” unvanlarını vermiştir.[8] İslam’ın kurumsallaşması ve yayılması için atılan en büyük adım olan hicretten sonra şehrin adının değişmesi, şehrin niteliğinin de değiştiğinin bir habercisiydi âdeta. Müslümanların ortak gayreti sonucu burası gerçek manada şehirleşmiş ve “Medinetü’n-Nebî” adını almış, daha sonra şehir anlamına gelen “Medine” adıyla anılır olmuştur. Şehirdeki iç savaşın sona ermesi ve huzurun sağlanması Hz. Peygamber’in önderliğinde kurulan din kardeşliği sayesinde gerçekleştirmiştir. Ensar kardeşliğiyle Evs ve Hazrec’in birliği, ensar muhacir kardeşliğiyle de tüm Müslümanların birliği sağlanmıştır. Medine Müslümanlarla öyle bütünleşmiştir ki Hz. Ömer gibi sahabiler burada ölmeyi isteyecek kadar çok sevmişlerdir bu şehri. Mekke’nin fethinden sonra da Rasûlullah (s.a.s) Medine’ye geri dönüp yaşamını burada devam ettirmiş ve bu şehri İslam Devleti’nin başşehri yapmıştır.
Mekke ile birlikte iki haremden biri olan Medine, hicret yurdu olması ve halkının herhangi bir zorlama olmaksızın İslamiyet’i benimsemesinden dolayı “Kur’an’la fethedilmiş” kabul edilir.[9] Medine, İslâm’ın kabul edildiği toplumu nasıl büyük bir değişikliğe götürdüğüne en güzel örnektir. Yesrib’in Medine olması, cahiliyenin yerini İslam idealinin alması, ateş çukuruna düşmek üzere olan bir topluluğun gül bahçesine dönüşmesi demektir.
“Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz, Allah kalplerinizi uzlaştırdı. O'nun nimetiyle kardeşler haline geldiniz. Siz ateşten bir çukurun kenarında bulunuyordunuz, Allah sizi ondan kurtardı. Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki, yola gelesiniz.”[10]