Bize Buyur
Hicret yolculuğu henüz tam olarak bitmemişti…
Peygamberimiz aleyhisselam, nazlı ve soylu devesi Kusvâ üzerinde Medine içlerine doğru ilerliyordu. Nasıl bir değer taşıdığını biliyormuşçasına yol alan Kusvâ, artan bir asaletle sağına soluna baka baka ilerlemeye devam ediyordu.
Sâlim bin Avf oğullarından Hz. Itban bin Mâlik (ra), Hz. Abbâs bin Ubâde (ra) ve Hz. Nevfel bin Abdullah (ra) öne çıkmışlar; kabilelerinin mensuplarını arkalarına almışlar; Peygamberimiz aleyhisselam’ı karşıladıkları gibi evlerinde de ağırlamak istiyorlardı. Bir yandan evlerine davet ederken diğer yandan Kusvâ’yı tutup durdurmuşlardı.
- Yâ Rasûlallah! Bizim yanımızda kal! Sayıca çok, mal ve silahça hazırlıklı, düşmanlarına karşı seni koruma ve savunma gücüne malikiz! Bize buyur! Yâ Rasûlallah! Biz geniş meydanlar, bağ ve bahçeler sahibiyiz! Araplardan bu yurda giren kimse, bir şeyden korkarsa gelip bize sığınır; çünkü biz çok güçlü bir kabileyiz. İşte evlerimiz, işte biz; bize buyur yâ Rasûlallah!
Peygamberimiz aleyhisselam, onların bu içten teklifleri karşısında çok memnun olup, gülümseyerek duâ ettiler.
- “Allah onları size hayırlı ve mübarek kılsın! Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona emrolunmuştur!” [1]
Devenin önünden çekilip yolu açtılar. Onca kalabalık arasında biraz ilerleyen deve, yine durduruldu. Bu sefer de Hz. Ubâde bin Sâmit (ra) ile Hz. Abbâs bin Sâmit (ra) öne çıktılar. Arkalarında bütün kabileleri onları izliyordu…
- Yâ Rasûlallah! Bize buyur! Biz sayıca çokluğuz. Mal ve silahça hazırlıklıyız! İşte evlerimiz, işte gücümüz, bize buyur yâ Rasûlallah!
Peygamberimiz aleyhisselam, onların bu içten teklifleri karşısında çok memnun olup yine gülümseyerek duâ ettiler.
- “Allah, onları size hayırlı ve mübarek kılsın! Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona emrolunmuştur!” [2]
Yol tekrar açılınca, Kusvâ, artan kalabalığı yararak ilerlemeye başladı. Yine önüne çıkıp durdurdular. Beyaza oğullarından Hz. Ziyad bin Lebid (ra) ile Hz. Ferve bin Amr (ra), arkalarına kabilelerini alarak öne çıkmışlardı…
- Yâ Rasûlallah! Bize buyur! Sayıca çokluğuz. Mal ve silahça hazırlıklıyız. Düşmanlarına karşı seni koruma ve savunma gücüne sahibiz! İşte evlerimiz, işte gücümüz; bize buyur yâ Rasûlallah!
Peygamberimiz aleyhisselam, onların da bu içten teklifleri karşısında çok memnun olup, yine gülümseyerek duâ ettiler.
- “Allah onları size hayırlı ve mübarek kılsın! Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona emrolunmuştur!” [3]
Aynı şekilde yol açıldı. Onurlu Kusvâ, onurlu yolcusu ile onurlu yolda onurla ilerlerken, hiç umulmadık bir onursuzlukla karşılaşıldı…
Benî Sâide bölgesine varan Kusvâ, nasipsiz birinin haince bakışları ile karşılaştı. O hain Abdullah bin Übeyy bin Selûl idi. Köşkünün balkonunda, dizlerini dikmiş, iki elini kavuşturmuş oturuyor, yanında da birçok kimse bulunuyordu. Peygamberimiz aleyhisselam’ın kendisine doğru geldiğini görünce, öfkeyle homurdandı.
- Bu tarafa niye geliyorsun! Git buradan! Sen, seni davet etmiş olanlar kimlerse, onların oraya git!
Herkes bayram havası yaşarken Peygamberimiz aleyhisselam, böyle bir anda bu nasipsizin nasipsizliğine çok üzüldü! Rasûlullah’ın bu haline dayanamayan Hz. Sa’d bin Ubâde (ra), hemen öne çıktı. Arkasında da kendisini destekleyen kabilesi vardı.
- Yâ Rasûlallah! Onun sözlerinden kalbine bir üzüntü gelmesin! Senin geldiğin şu sıralarda, Hazrec oğulları onu kendilerine hükümdar yapmak istiyorlardı! Hükümdarlık tâcı bile ısmarlanmıştı. Ona aldırmayın siz! [4] İşte şurası benim evim! Yâ Rasûlallah! Kavmimin içinde hurmalığı, kuyu başı, serveti, silahı, aile efradı, benimkinden daha çok ve benden daha cesaretli bir kimse yoktur!
İbni Selûl nasipsizinin bu onursuz duruşu karşısında Hz. Sa’d bin Ubâde (ra) ile yetinmeyen Benî Sâide halkı içinden Hz. Münzir bin Amr (ra) ve daha birçok önde geleni öne çıktılar.
- Yâ Rasûlallah! Bize buyur! Biz sayıca çokluğuz. Mal ve silahça hazırlıklıyız. Düşmanlarına karşı seni koruma ve savunma gücüne sahibiz. Bize buyur yâ Rasûlallah!
Peygamberimiz aleyhisselam, bir yandan İbni Selûl’ün nasipsizliğine üzülürken, diğer yandan da bu samimi insanların samimiyetlerini görüyordu. Bu yüzden onların da bu içten teklifleri karşısında çok memnun olup, yine gülümseyerek duâ ettiler.
- “Allah onları size hayırlı ve mübarek kılsın! Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona emrolunmuştur!” [5]
Devenin yolu açılınca Kusvâ, Beni Harise bin Hazrecîlerin evleri hizasına kadar gitti. Hz. Sa’d bin Rebi’ (ra), Hz. Hârice bin Zeyd (ra), Hz. Abdullah bin Revâha (ra) ve Beni Hâriselerden bazıları, devenin önüne gerilerek onu durdurmaya çalıştılar.
- Yâ Rasûlallah! Bize buyur! Sayıca çokluğa, silahça hazırlığa, seni düşmanlarından koruma ve savunma gücüne sahip bulunan bir topluluğuz; bize buyur! Bizi geçme!
Peygamberimiz aleyhisselam, onların da bu içten teklifleri karşısında çok memnun olup, yine gülümseyerek duâ ettiler.
- “Allah onları size hayırlı ve mübarek kılsın! Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona emrolunmuştur!” [6]
Yolu açılınca, Kusvâ ilerleyip Peygamberimiz aleyhisselam’ın dedesi Abdulmuttalib’in annesi Selmâ binti Amr’ın mensup bulunduğu Adiyy bin Neccâr oğullarının evlerini geçeceği sırada, Adiyy bin Neccâr oğullarından Hz. Salit bin Kays (ra), Hz. Ebû Salît (ra) ve Hz. Üseyre bin Ebû Hârice (ra) ile Adiyy bin Neccarlardan bazıları devenin önüne geçtiler.
- Yâ Rasûlallah! Dayılarına gel! Sayı ve silah çokluğuna, düşmanlarına karşı seni koruma ve savunma gücüne sahip olan bize buyur. Bizi bırakıp, bizden başkasına geçme! Sana kavmimiz içinde akraban olarak bizden daha yakın kimse yoktur!
Buraya kadar olduğu gibi, Peygamberimiz aleyhisselam, onların da bu içten teklifleri karşısında çok memnun olup, yine gülümseyerek duâ ettiler.
- “Allah onları size hayırlı ve mübarek kılsın! Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona emrolunmuştur!” [7]
Kusvâ’nın yolunu açtılar. Biraz ilerleyen Kusvâ; Malik bin Neccâr oğullarının evleri yanına varınca, Peygamberimiz aleyhisselam’ın bugünkü Mescid-i Nebî’nin kapısının bulunduğu yere çöktü ki, orası o zaman Neccâr oğullarından Hz. Sehl (ra) ve Hz. Süheyl (ra) adlarında iki yetim gence ait hurma serme, kurutma yeri idi. Bu gençler de, Hz. Muâz bin Afrâ’nın himayesi altında idiler.
Kusvâ çöktüğü zaman, Peygamberimiz aleyhisselam, onun üzerinden inmedi. Biraz bekleyen Kusvâ, tekrar ayağa kalktı. Peygamberimiz aleyhisselam, yine, onun yularını serbest bıraktı.
Bu arada Rasûlullah aleyhisselam’ı karşılamak için toplanmış olan kalabalığın coşkusu ve heyecanı gittikçe artıyordu.
Bu coşkulu karşılamayı, bütün hayatı boyunca anlata anlata bitiremeyecek olan Hz. Berâ’ bin Azib (ra) sürekli şöyle diyecekti:
- Ben, Medinelilerin, hiçbir şeye, Rasûlullah aleyhisselam’ın gelişine sevindikleri gibi sevindiklerini görmedim. Medine halkı, erkekler ve kadınlar, yollara, evlerin üzerlerine çıkmışlar, bütün çocuklar ve hizmetçiler yollara dökülmüşlerdi. Her biri bir başka aşk ve muhabbetle haykırıyordu…
- Rasûlullah geldi!
- Nebiyyullah geldi!
- Muhammed Rasûlullah geldi!
- Allahu Ekber!
- Rasûlullah aleyhisselam geldi!
- Rasûlullah bu!
- Geldi işte!
- Rasûlullah bize geldi!
- Rasûlullah Geldi!
O günlerde daha on yaşına yeni giren Hz. Enes bin Mâlik (ra) de, hep şöyle anlatacaktı:
- Ben, Rasûlullah aleyhisselam’ın Medine’ye girdiği günden daha güzel, daha parlak bir gün görmedim! [8]
Herkeste ayrı bir coşku, herkeste ayrı bir sevinç vardı. Bunca tezahürat arasında ilerlemeye çalışan Kusvâ, biraz gittikten sonra, birdenbire arkasına dönüp ilk önce çöktüğü yere kadar geldi ve oraya tekrar çöktü. Artık oradan kalkmadı. Boynunu ve göğsünü yere uzatıp böğürmeye ve deprenmeye başladı. Bunun üzerine, Peygamberimiz aleyhisselam Kusvâ’nın üzerinden inerken şöyle buyurdu…
- “İnşaallah, menzilimiz burasıdır!” [9]
Kusvâ çöktüğü zaman, Hz. Cebbar bin Sahr (ra), çöktüğü yerden kaldırıp kendi evinin yakınında çöktürmek için ona ayağı ile vurmuş, tepmişti. Onun bu hareketini gören Hz. Ebû Eyyûb Hâlid bin Zeyd (ra) çıkıştı:
- Ey Cebbar! Sen benim evimin önünden kaldırmak için boşuna uğraşma!
Medineli Müslümanlar, Peygamberimiz aleyhisselam’ın yanından ayrılmıyor, herkes O’nu götürüp ağırlamaya can atıyor ve bu hususta birbirleriyle de tartışıyorlardı. İş gittikçe büyümeye başladı. Bu durumda Peygamberimiz aleyhisselam devreye girdi…
- “Akrabamızın evlerinden, buraya en yakını hangisidir?”
Hz. Ebû Eyyûb Hâlid bin Zeyd (ra), büyük bir heyecanla atıldı:
- Bizim evdir yâ Rasûlallah! İşte, evim şurasıdır! Evimin kapısı da şurasıdır! [10]
Bu büyük misafiri ağırlamak için yarışan bu büyük şahsiyetler içinde Neccâr oğulları, aralarında kura çekilip kura Hz. Ebû Eyyûb Hâlid bin Zeyd’e çıkmadıkça, Peygamberimiz aleyhisselam’ı ağırlamak şerefini bırakmaya razı olmayacaklarını söylediler. Neticede çekilen kura da Hz. Ebû Eyyûb’a çıkınca, seslerini kesmek zorunda kaldılar. Buna çok sevinen Hz. Ebû Eyyûb Hâlid bin Zeyd (ra), Peygamberimiz aleyhisselam’a döndü:
- Evim, buraya en yakın evdir. Devedeki eşyalarını içeri taşıyayım!
Hz. Ebû Eyyûb Hâlid bin Zeyd (ra), Kusvâ’nın yükünü indirdi. Palanını soydu. Yükünü evine taşıyınca Peygamberimiz aleyhisselam, cihanı aydınlatan bir gülümsemeyle beraber güzel bir espri yaptı:
- “Kişi, binitinin ve eşyalarının yanında olmalı!” [12]
Eşyalar eve taşınınca Kusvâ bir an öyle ortada kalıverdi. Hemen ileri çıkan Hz. Es’ad bin Zürâre (ra), Kusvâ’nın yularını tutup kendi evine götürüp, ağılının en güzel, en havadar ve en iyi yerine bağlayıp, hemen Rasûlullah’ın yanına geldi.
Bu arada da Peygamberimiz aleyhisselam, Hz. Ebû Eyyûb’a döndü.
- “Ey Ebû Eyyûb!”
- Buyur ey Allah’ın Rasûlü!
- “Evine git de, bizi kabul için yer hazırla!” [13]
- Yeriniz hazır yâ Rasûlallah! Üstelik ikinize de yer hazırladık. İkiniz de Allah’ın bereketi üzere, sizler için hazırladığımız evimizdeki yerinize buyurunuz!
Peygamberimiz aleyhisselam daha Hz. Ebû Eyyûb’un evine girmemişti. Kendisini büyük bir coşkuyla karşılayan halk da dağılmamıştı. Neccâr oğullarının mini mini kızları def çalıp sevinç şarkıları söylemeye devam ediyorlardı. Hatta burada seslerini de bir hayli yükseltmişlerdi:
- Neccâr oğullarının kızlarıyız biz! Rasûlullah’ın hısımlığı vardı. Şimdi de komşuluğu ne mutlu, ne hoş!
Onların bu coşkuları karşısında Peygamberimiz aleyhisselam, onlara döndü:
- “Beni seviyor musunuz?”
- Evet, yâ Rasûlallah! Seni çok seviyoruz!
- “Vallahi, ben de sizleri seviyorum! Vallahi, ben de sizleri seviyorum! Vallahi, ben de sizleri seviyorum!” [14]
- Rasûlullah’ın sevgisi ile bizi şereflendiren Allah’a hamd olsun!
Hareketlilik, gittikçe artıyordu. Peygamberimiz aleyhisselam’ın teşrifi ile şereflerin en şereflisine ermişlerdi. Toplanan kalabalık artan bir coşku ile Rasûlullah’ın teşrifine şükür mahiyetinde kurbanlar kesmeye başladılar. Bir kısmı deve kesiyor, bir kısmı sığır, bir kısmı da koyun kesiyordu. Öyle ki, o gün kesilen bu şükür kurbanlarından Medine’de yemeyen bir kişi bile kalmamıştı. [15]
Medine Müslümanları, misafirlerin en şereflisini böyle karşılamışlardı işte. Bizler de iman ve amel hayatımıza taşımak için, her şeyden önce O’na layık olmamız lazım. “Bize buyur” diyebilecek bir gönül sahibi olmak lazım. Daha doğrusu Peygamber Efendimiz’i bütün hayatımıza davet edecek bir şuur ve idrak içinde olmalıyız.
Sallallahu aleyhi ve sellem…