Bir genel yakınlıktan bahsediyor ‘şah damarından yakın’ olduğunu bildiren Rabbim bütün kullarına, bir de özel yakınlıktan ‘ Dua edenin duasına icabet ederim.’ buyurarak…
Amr ile Halid, uzun yıllar hakka karşı yürüttükleri mücadeleden sonra birbirlerinden habersiz şekilde yaşadıkları iç sorgulama sonucunda hakkı teslim ve kabul etmiş; ve yine birbirlerinden habersiz şekilde Müslüman olmak üzere çıktıkları yolculukları Medine güzergâhında kesişmiş ve beraberce Medine’ye girmişlerdir.
Kanlı bir çatışma çıkmak üzereydi. Durumdan haberdar olan Hz. Peygamber, koşarak gelip iki topluluğun arasına girdi. Çok öfkeliydi. Şahitlerin ifadesine göre Hz. Peygamber'i o güne kadar hiç böyle öfkeli görmemişlerdi.
Kârûn' un konumu; Mekke döneminde Ebu Leheb’i, Medine döneminde ise münafıkların reisi Abdullah b. Ubeyy' i andırır. O, gücün hâkimiyetine inandığı için toplumun ilgisini sürekli olarak gösterişe ve servete çekmeye özen göstermiştir.
Hz. Peygamber Medine’ye hicretinden hemen sonra Müslümanların hayatını ve burada verilecek tevhid mücadelesinin geleceğini yakından ilgilendiren bir dizi tedbir aldı. Önce muhacirler ile Ensar arasında kardeşlik anlaşması gerçekleştirdi.
O’nun (sas) hayatının tamamı; zaten insanlığa bir vakıftı. Bunun yanında ganimetlerden ve hediyelerden eline ne geçerse vakfettiğini görmekteyiz. Öyle ki, vefat ettiği zaman geriye sadece bu vakfettiği mallar kalmıştı. Fedek ve Hayber’den kendisine düşen payların bir kısmını ailesine, geriye kalan kısmını ise Müslümanlara vakfetmişti.
O (s.a.s), kötülüğe kötülükle karşılık vermez, aksine kusurları affederdi. Bir yerde bir kusur görse yüzünü çevirirdi. Bir şeye celâllenirse Kur’ân’a uymadığından dolayı celâllenirdi. Bir şeyi beğenirse Kur’ân’a uyduğu için beğenirdi. Allah’ın emirleri çiğnendiğinde sessiz kalmaz muhakkak tepki gösterirdi.
“Mü’min, günâhını, altında oturduğu ve sanki her ân üzerine düşme tehlikesi olan bir dağ gibi görür. Bu koca dağ üzerime düşer mi, diye korkar durur. Fâcir/Münafık ise, günahını burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür.”
ahsil hayatına Dimyat'ta fıkıh okuyarak başladı. Daha sonra hocası onu hadis öğrenmeye teşvik etti. İskenderiye’ye gitti. Buradaki muhaddislerden faydalandı. Kahire’de dönemin ünlü hadis âlimlerinden ders aldı ve onlardan rivayetlerde bulundu.