Ezan Ne Zaman Başladı?
Efendimiz (sas), peygamberliğinin ilk günlerinden başlayarak Müslümanlara, akşam ve sabah olmak üzere iki vakit namaz emretmişti. Beş vakit namaz, hicretten 19 ay önce Miraç gecesinde farz kılındı.
Peygamberimiz (sas) Medine’ye hicret buyurduğunda, ilk iş olarak Mescid-i Nebevî’nin yerini belirledi. Mescid’in yapımının tamamlanmasından sonra, sıra namaz vakitlerinin müminlere duyurulmasına gelmişti. Çünkü namaza erken gelenler vakti bekleyip işlerinden kalıyor; geç gelenlerse cemaate yetişemeyince üzülüyorlardı. Rasûlullah (sas) vahiy gelmeyen konularda ashabı ile istişare ederdi. Bu konuda yapılan istişarede, namaz vakitlerinin ‘çan veya boru çalınarak, ateş yakarak, yüksek bir yere bayrak asarak duyurulması’ gibi teklifler yapıldı. Rasûlullah (sas):
-"Çan çalmak Hıristiyanların, boru çalmak Yahudilerin, ateş yakmak Mecusîlerin âdetidir" diyerek bunları reddetti. Bayrak teklifi de beğenilmedi. Hâsılı bir karar verilemedi.
Rivayete göre; ensardan Abdullah b. Zeyd (r.a) bir rüya gördü. Uyanınca, Rasûlullah’a gelip rüyasında gördüklerini haber verdi. Allah Rasûlü (sas):
-"İnşallah bu rüya haktır. Namaza böyle davet olunmalıdır.” buyurdu.
Sesi gür olan Bilâl-i Habeşi’ye (r.a) emrederek, namaz vaktinde ezanı onun okumasını istedi. Ezanın sözleri şöyle idi:
Allahu ekber: Allah en büyüktür!
Allahu ekber: Allah en büyüktür!
Allahu ekber: Allah en büyüktür!
Allahu ekber: Allah en büyüktür!
Eşhedü en lâ (ellâ) ilâhe illAllah: Ben şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur!
Eşhedü en lâ (ellâ) ilâhe illAllah: Ben şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur!
Eşhedü enne Muhammeden(r)-rasûlullah: Şahitlik ederim; Muhammed Allah’ın Rasûlüdür!
Eşhedü enne Muhammeden(r)-rasûlullah: Şahitlik ederim; Muhammed Allah’ın Rasûlüdür!
Hayye ale’s-salâh: Haydi Namaza!
Hayye ale’s-salâh: Haydi Namaza!
Hayye ale’l-felâh: Haydi felaha (kurtuluşa)!
Hayye ale’l-felâh: Haydi felaha (kurtuluşa)!
Allahu ekber: Allah en büyüktür!
Allahu ekber: Allah en büyüktür!
Lâ ilâhe illAllah: Allah’tan başka ilâh yoktur!
Bilâl-i Habeşi’nin okuduğu ilk ezan Medine'nin her yanında duyuldu. Hz. Ömer (r.a) ve diğerleri de aynı rüyayı görmüş ama önce Abdullah (r.a) bildirmişti. Bilâl (r.a) sonradan sabah ezanına "es-salâtü hayrun minen-nevm: namaz uykudan hayırlıdır" ilavesini yaptı; Efendimiz de bunu onayladı.
Ezan Nedir?
Ezan; İslâm’ın şiârlarından (sembol, işaret) olup vacip derecesinde kuvvetli bir sünnettir.
Yalnız rüya ile değil, Rasûlullah'ın sünneti ve daha sonra inen âyetlerle de (Maide/58, Cuma/9) sabittir.
“Ezân”, kelime anlamı olarak ‘yüksek sesle yapılan bir çağrı ve tebliğ’ demektir. Terim olarak ise “ezan”; namaz vaktinin girdiğini müminlere haber veren ve onları namaza davet eden bir çağrıdır.“Nidâ” kelimesi de benzer manada olup ‘çağrıda bulunmak, toplantıya davet etmek’ anlamlarına gelir.
Kur’ân-ı Kerîm’de ezandan söz edilirken her iki fiil de kullanılır.
“Namaza çağırdığınız zaman (nâdeytüm)...”(Mâide/58)
“Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağırıldığınız zaman (nûdiye), Allah’ın zikrine koşun!” (Cum‘a/9)
“Ezan” ve “müezzin” kelimeleri de şu âyetlerde geçer:
“En büyük hac günü, Allah ve Rasûlü’nden insanlara tebliğdir (ezan).”(Tevbe/3)
“Aralarından bir seslenici (müezzin), ‘Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun!’ diye seslendi (ezzene).”(A‘râf/44)
Günde beş kez inananların ve inanmayanların gündemine namazı taşıyan ezan; bir tekbir, tevhid ve felah çağrısı olarak bütün insanlık için bir özgürlük muştusu niteliğindedir.
Ezan; namaz için yapılan bir davet ve yüksek sesle insanları camiye çağırmak demek olduğu gibi, genel manada bir tebliğ yani İslâm çağrısıdır da. İnsanları İslâm’a çağıran özlü bir davet.
Ezan; İslâm’ın en öncelikli iman ve ibadet esaslarını tüm insanlığa haykıran bir manifestodur.
Ezan; Allah’ın mutlak hâkimiyetini bütün cihana ilan eden bir özgürlük neşîdesidir.
Ezan; Allah’ın kullarını şirkin, zulmetin, münkerin ve ğayy’ın batağından kurtarmak için yapılan bir devrim çağrısıdır.
Ezan; her Müslüman tarafından öğrenilmeli ve güzel bir şekilde okunmalı ve dinlenilmelidir.
Ezanın Mesajı
Ezanın kutlu çağrısı, ilk önce “Allahu ekber!”cümlesi ile başlar. İki kelimeden ibaret özlü bir slogan olan “Allahu ekber!” terkibi; büyüklük sıfatının ve en büyük olma vasfının yalnızca Allah’a ait bulunduğunu, yerde ve gökte azamet ve kibriya sahibi tek varlığın Allahu zü’l-Celâl olduğunu ilan eder. Buna karşılık, yeryüzünde büyüklük taslayanların, Allah’ın gücü, kudreti ve büyüklüğü karşısındaki hiçliğini haykırır. Dolayısıyla; sevilmeye, sayılmaya, ibadet edilmeye ve emirlerine kayıtsız şartsız uyulmaya layık yegâne varlık O’dur. O halde, bütün insanlar, O’nun “namazı ikame edin” emrini yerine getirmek için bu çağrıya uymalı, Allah’ı tekbir edebildiğince tekbir etmelidir:
Allâhu Ekber! Allâhu Ekber! Allâhu Ekber! Allâhu Ekber!
Ezan, “Allah’tan başka ilah olmadığına şahadetimizi” ilan eden“Eşhedü en-lâ ilâhe illallah!”cümlesi ile devam ediyor. Bu cümleyle, Allah’tan başka kulluk ve ibadet edilmeye layık hiçbir varlığın bulunmadığı gerçeği haykırılır. İnsanların sıkıntı ve ihtiyaçlarını gideren, dualarını kabul eden, onlara zarar ve fayda vermeye gücü yeten tek varlık yani tek ilâh O’dur. Allah’tan gayrı ilahlık taslayanların hiçbiri bunlara güç yetiremez. Onların yaptıkları yalancılıktan başka bir şey değildir. Dolayısıyla, hükümlerine, emir ve yasaklarına uyulması gereken mutlak otorite sahibi tek varlık Allahu Teâlâ’dır. İşte bu cümle, itaat edilmeye ve boyun eğilmeye layık yegâne güç ve kuvvet sahibinin Allah Azze ve Celle olduğunu, helaller ve haramlar koyma, kanunlar vaz‘etme yetkisinin sadece O’na ait bulunduğunu, O’ndan başkasının bu yetkilere sahip olmadığını ilan ve iddia eder. Tüm insanları bu gerçeğe davet eder ve herkesi tevhid bayrağı altında toplanmaya çağırır:
Eşhedü en-lâ ilâhe illallah! Eşhedü en-lâ ilâhe illallah!
(Şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur.)
Bu tevhid cümlesi, “Eşhedü enne Muhammede’r-Rasûlullah” ile tamamlanmalıdır. Allah’ın ulûhiyetini, yegâne ilah olduğunu kabul ve ilandan sonra, gerçek kurtuluşa erebilmenin ikinci şartı olan Hz. Muhammed’in (sas) Allah’ın Rasûlü olduğunun kabulü gelmelidir. Onun risaletiyle alem rahmet ve bereket bulmuş, insanlar kurtuluşa ve mutluluğa ermenin sırlarını öğrenmiştir. Rasûlullah (sas), sadece bize ilahi emir ve yasakları bildirmek ve Kur’ân-ı Kerim’i iletmekle görevli bir aracı değil, aynı zamanda, ortaya koydukları sünnet-i seniyyeleri ile insanlık için pratik bir örnektir. İşte bu cümle, tevhid’in ikinci öğesi olan risalet hakikatini tüm cihana ilan ve tebliğ etmektedir:
Eşhedü enne Muhammed’en-Rasûlullah! Eşhedü enne Muhammed’en-Rasûlullah!
(Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şahadet ederim).
Saadetin ve kurtuluşun anahtarları olan bu esrar dolu kelimelerle Tevhid inancı tebliğ edildikten sonra, Tevhid’in eyleme dönüşmüş biçimi, pratik ve somut bir uygulaması olan namaza sıra gelir:
Hayye ale’s-salât! Hayye ale’s-salât!(Haydi namaza!)
İşte, kurtuluşa ve huzura kavuşmanın en mükemmel yolu ve metodu olan namaz... Kalben tasdik ettiğiniz ve lisanen ilan ettiğiniz bu tevhid gerçeğinin pratik ve eylemsel biçimi olan namaz…
Haydi koşun bu tevhid eylemine... Haydi koşun Allah’ı tekbir edip O’nun ilahlığını tekrar tekrar zikir ve itiraf etmeye... Haydi koşun O’nun Rasûlüne salât ve selam getirmeye... Haydi koşun sahte ilahlara ve büyüklük taslayan yalancı müstekbirlere karşı cihad etmeye... Haydi koşun zalimlere ve tağutlara karşı kin ve nefret ilanına...
Koşun mihrab’a; savaş alanına... Koşun salât’a; koşun kıyam’a; küfre ve şirke başkaldırmaya.
Bu özelliklere sahip bir namaz, kurtuluşun ve felaha ermenin eşsiz bir vasıtası olur. O halde namaza çağırmak; aynı zamanda insanları felaha, kurtuluşa, huzura ve mutluluğa çağırmak demektir. Bu yüzden, salâta çağrı, felah için yapılan davetle tamamlanmıştır:
Hayye ale’l-felâh! Hayye ale’l-felâh!(Gelin felâha-kurtuluşa.)
Bu cümle; sıkıntı, bunalım ve ıstırap içinde kıvranan tüm insanlara yönelik bir kurtuluş çağrısıdır. Kurtuluşun ilk adımı, tevhid’in kabulünden sonra bu ilahi çağrıya uyarak Allah’ın Zikri’ne koşmaktır. Sonra temizlenerek, abdest alıp maddi ve manevi kirlerden arınarak huzur-ı ilahide divana durulur. Böylece, kurtuluşun ikinci adımı da atılmış olur. Nihayet, kalplerdeki dünyevi sevgi ve endişeler bir kenara atılarak ilahi âleme, huzur atmosferine girilir. Gönüller tâğût’a değil, Allah’a teslim edilir.
Namazda şeytan’la değil, Rabb-i zü’l-Celâl’le sohbete dalınır. Müstekbirlerin değil, azamet ve kibriyâ sahibi Allah’ın huzurunda eğilinir ve secdeye kapanılır. Kendisi yardıma muhtaç olan varlıklardan değil, her şeye kâdir olan Rahmân ve Rahîm’den yardım istenilir. Günah ve isyanlardan dolayı O’ndan bağışlanma ve af dilenir; çünkü o, tevbeleri kabul edendir.
Bütün bunlardan sonra, artık gönül huzuru ile ve mutmain bir kalple Allah’ın huzurundan ayrılınır. Mutluluğun ve saadetin tadına varan ve hakiki felahın reçetesini elde eden yepyeni ve dipdiri bir insan olarak halkın arasına ve iş dünyasına dönülür. Mustarip ve mutsuz insanlara da bu kurtuluş reçetesi takdim ve tavsiye edilir. Şahsi planda gerçekleştirilen bu ilahi devrim, başkalarına da ihraç edilmeye çalışılır. Bu kutlu devrimi, enfüsten âfâka yaymak için durup dinlenilmeden çaba sarfedilir.
Bu devrimci ve dinamik çabalar sürecinde ve hayatın inişli-çıkışlı türlü hengâmeleri esnasında tembelliğe, uykuya ve uyuşukluğa yer yoktur. Bu yüzden Bilâl-i Habeşî’nin (r.a) sabah ezanına eklediği "es-salâtü hayrun minen-nevm:namaz uykudan hayırlıdır" cümlesi, tarihin ve hayatın her döneminde ve ama özellikle içinde yaşadığımız modern dünyanın insanı ayartıcı ve pasifleştirici ortamında oldukça anlamlı bir uyarı haline gelir.
Sonra... Büyüklüğün yalnızca Allah’a ait olduğu tekrar tekrar hatırlanır, hatırlatılır:
Allâhu Ekber! Allâhu Ekber!
Nihayet ezan, İslâm’ın ve namazın esası olan tevhid cümlesiyle son bulur:
Lâ ilâhe illallah! (Yoktur Allah’tan başka ilah!).
Şu halde, bütün Müslümanlar; insanları bu ilahi inkılaba çağıran ezanı, bir devrim çağrısı olarak tüm âleme yöneltmeli ve onu şuurla tekrar etmelidir.
Ezanın Gereğini Yapmak
Rasûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Müezzini işittiğiniz zaman, onun söylediği gibi söyleyiniz. Sonra bana salât getiriniz; çünkü kim bana bir salât getirirse, Allah ona on salât getirir. Sonra bana vesîleyi isteyiniz. O, cennette Allah’ın kullarından yalnız bir kula verilecek bir menziledir; umarım ki o benim. Onun için, kim bana vesîle’yi isterse ona şefaatim helal olur.” (Nesâî, Ezan, 33)
O halde, Efendimizin (sas) bu emrine uyarak ezanı hem dinler, hem tekrar eder, hem de ezan duası ile Efendimize salât u selâm ederiz. Peygamber Efendimiz (sas), ezanı dinleyen bir Müslümanın şu duayı okumasını tavsiye etmiş ve bunu okuyana kıyamet gününde şefaatinin helal olacağını söylemiştir:
“Allâhümme Rabbe hâzih’id-da‘vet’it-tâmmeh, ve’s-salâti’l-kâimeh, âti Muhammeden’il-vesîlete ve’l-fazîleh, ve’b‘ashü makâm’en-mahmûden’illezî ve‘adteh: Ey şu da‘vet-i tâmme ve salât-ı kâimenin Rabb’i olan Allah’ım! Muhammed’e vesîle, fazilet ve üstün dereceler ver. Ve onu, va‘dettiğin o makâm-ı mahmûd’a ulaştır”. (Buhari, Ezan, 12)
Ey da‘vet-i tâmme’nin; Allah adına yapılan gerçek bir davet, hak bir çağrı ve eksiksiz bir tebliğ olan şu ezanın Rabb’i Allahım!
Ey salât-ı kâime’nin; Allah için ikame edilen, dikilip ayağa kaldırılan, dini ve mü’mini dimdik ayakta tutan dinin direği şu namazın Rabb’i Allah’ım!
Rasûl’ün Muhammed’e, cennet’te mübarek bir menzile olan vesîle’yi ver. Ve ona fazilet ver. Ve ey Allah’ım! Rasûl’ünü, vadettiğin o övülen, hamdedilen büyük makama, kimsenin ulaşamayacağı makâm-ı mahmûd’a ulaştır.
Ezanın ardından yapılan bu duadan, bu vesîle duasından sonra mü’minler, Rasûlullah’ın şefaatine ve Allah’ın rızasına kavuşmak için vesîleler ararlar.
“Haydi namaza!” çağrısına uymak için derhal harekete geçerler; önce güzelce abdest alıp günahlarına tövbe ederek manevi kirlerinden arınırlar; ardından da Yüce Rablerinin divanına durarak, namazlarını hakkıyla yani gereği gibi ve huşu içinde kılarlar.
İmam Şafii, Allah Teâlâ’nın “Namazı hakkıyla kılınız.”(Bakara 2/43) talimatını, ‘Hz. Peygamberin kıldığı namazı kılınız’ manasında anlamıştır.
İşte böyle bir namaz, “sevgiliye giden yolun adı”, secde ise “O’na teslimiyetin zirve tadı” olur.
İşte böyle bir namaz, insanı felaha yani gerçek kurtuluşa; dünya ve ahiret saadetine erdirir!
Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in dediği gibi:
“Nasıl-niçin delisi aklı, susturmakta iş;
Sırtında binlerce yük, namaza durmakta iş.”
Evet, bütün mesele namaza durmakta!
İşte o zaman insan, binlerce yükten de dertten de kurtuluverir.
İşte o zaman insan, derdine derman ve yarasına merhem olarak namazı bulur:
“Namaz sancıma ilaç, yanık yerime merhem;
Onsuz ebedi hayat benim olsa istemem.” (Necip Fazıl Kısakürek)
Sancısız ve dertsiz bir hayat bu dünyada düşünülebilir mi?
Böyle bir hayatı Rabbimiz namaz karşılığı olarak Cennet’te vaat ediyor.
Ve nihayet ezan, bizi Cennet’e çağırıyor.
Yeni yorum ekle