Mekke’nin Fethi – II

(Apaçık Müjdelenen Bir Fetih: Mekke’nin Fethi -I)


Müminlerin annesi, müşrik babasının karşısında

Hudeybiye antlaşmasını yenilemek amacıyla Medine’ye gelen Ebu Süfyan, Allah Resulü ile görüşmeden önce, Efendimizin hanımı ve kendi öz kızı olan Ümmü Habibe’yi ziyaret etti. Ümmü Habibe henüz davetin ilk günlerinde Müslüman olmuş, babasının ve kavminin zulmü sebebi ile Habeşistan’a hicret etmişti. Efendimiz Aleyhisselam, Habeşistan’da kocasının İslam’dan dönmesi ve bu şekilde ölümü üzerine büyük zorluklar yaşayan, ancak imanından taviz vermeyen Ümmü Habibe ile evlenerek, onu müminlerin annesi olmakla şereflendirdi. Ebu Süfyan ve kızı uzun yıllar sonra ilk kez karşılaşıyorlardı.

“Bu Resulullah’ın minderidir”

Ebu Süfyan eve girip yerdeki minderin üzerine oturmak istediğinde, Ümmü Habibe minderi kaldırarak, babasının oturmasına müsaade etmedi. Ebu Süfyan hayret içerisinde sordu:” Kızım minderi mi bana, yoksa beni mi mindere layık görmüyorsun?” Ümmü Habibe şu cevabı verdi: “Bu Resulullah’ın minderidir. Sen ise necis bir müşriksin. Bu mindere oturamazsın.” Ebu Süfyan öfkeyle şöyle dedi: “Kızım, benim evimden ayrıldıktan sonra çok kötü olmuşsun.” Ümmü Habibe bunun üzerine: “Ben kötü olmadım, aksine Müslüman oldum. Sen ise hala taştan yontulan putlara tapıyorsun. Babacığım, senin gibi kavminin önderi olan bir kimse nasıl olur da İslam’dan uzak kalır?” dedi. Bu sözler Ebu Süfyan’ın öfkesini artırmaktan başka bir işe yaramadı. Kızgın bir halde, Efendimiz’in yanına gitti.

Mescid-i Nebevi’ye gelen Ebu Süfyan burada Allah Resulü ile görüşmüş, antlaşmayı bozduklarını inkâr etmiş, bunun neticesinde de her hangi bir sonuç alamamıştır. Müttefiklerinin yaptığı katliamı gözardı eden, Efendimiz’in mektubunda belirttiği şartları da yerine getirmeye yanaşmayan Ebu Süfyan, antlaşmayı uzatabilmek amacıyla pek çok sahabi ile konuşmuşsa da eli boş bir şekilde Mekke’ye geri dönmüştür.

Fetih hazırlıkları

Bu gelişmelerin neticesinde Mekke’yi fethetmeye karar veren Efendimiz, ashabına sefer için hazırlık yapmalarını emretmiştir. Nereye gidileceğini gizli tutan Peygamberimiz, Medine çevresinde bulunan müslüman kabilelere de haber göndererek, onlardan Ramazan ayının başında Medine’de toplanmalarını istemiştir. Mekke müşriklerinin yapılan bu hazırlıkları öğrenmemesi için çeşitli tedbirler alınmış, şehrin çevresine nöbetçiler yerleştirilerek giriş çıkışlar kontrol edilmiştir. Medine’nin kuzeyinde bulunan İdam mevkiine, Ebu Katade kumandasında bir seriyye gönderilmiş, bu şekilde sanki kuzeye bir sefer yapılacağı izlenimi verilmiştir. Mekke yönüne seyahatler yasaklandığı gibi Mekke-Medine yolu üzerinde bulunan müslüman kabilelere de hazır bir şekilde beklemeleri emredilmiştir. Efendimiz, Mekkelilerin bu hazırlıklardan haberdar olmaması için tedbir alırken, Cenab-ı Hakka şöyle dua etmiştir: “Allah’ım! Casusların Kureyşlilere haber ulaştırmalarına fırsat verme, onlar beni birden bire görsün, onları yurtlarında ansızın yakalayalım.”

Benim ve sizin düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin

Allah Resulü Medine’den çıkmak üzere iken Cebrail Aleyhisselam, Mekke’ye giden bir kadının, üzerinde sefer hazırlıklarını anlatan bir mektup taşıdığını haber verdi. Efendimiz, derhal ashabını göndererek bu mektubu ele geçirdi. Mektupta şu ifadeler yer alıyordu:

“Resulullah geceler gibi karaltılı ve seller gibi akan ordusuyla üzerinize geliyor, hazırlıklı olunuz.”

Mektubu; ilk Müslümanlardan, Bedir Savaşına katılmış ve Efendimizin elçisi olarak Mısır hükümdarına gönderdiği Hatıb bin Ebi Beltea yazmıştı. Hatıb’ın bu şekilde bir mektup yazması müminleri derinden sarstı. Onun, Allah’a ve Resulüne ihanet ettiği konuşuluyordu. Hatıb, Efendimizden özür dileyerek kendisini şöyle savundu: “Ya Resulallah, bu mektubu dinimden döndüğüm ya da müşriklere sevgi beslediğim için yazmış değilim. Ama çoluk çocuğum Mekke’dedir. Onları koruyacak kimsem de yoktur. Mekkelileri memnun ederek ailemi korumak istedim.”

Efendimiz, samimi bir şekilde suçunu itiraf eden, özür dileyen arkadaşını affetti. Onu öldürmeyi teklif eden Hz. Ömer’e kulak vermedi. Zira Hatıb, Bedir savaşına katılmış fedakâr bir kimseydi. Her ne kadar düşmana yardım etmek, casusluk yapmak idamı gerektiren büyük bir suç olsa da Peygamberimiz, yıllardır kendisine omuz veren arkadaşını bağışlamayı tercih etti.

Hatıb’ın bu davranışı üzerine Rabbimiz şöyle buyurdu: “Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan dolayı, Peygamberi ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer siz benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi gösteriyorsunuz?” [Mümtehine, 1]

İslam ordusu yola çıkıyor

Hicret’in sekizinci yılı Ramazan ayının başında İslam ordusu Medine’den hareket etti. Ordu sürekli zikzaklar çiziyor, mücahitler hala nereye gidildiğini tam olarak bilmiyorlardı. Bu gizliliğin sebebi Mekke’yi hazırlıksız yakalamak ve şehri savaşmadan, kan dökmeden ele geçirmekti. İslam Ordusu on bin mücahitten oluşuyordu. Müşriklerin bu orduyla başa çıkması mümkün değildi. Efendimizin hedefi, zaten fethedeceği şehre ve insanlarına hiçbir zarar vermemekti.

Son Peygamber, Son Muhacir

İslam ordusu yolda iken Mekke’den ayrılan Hz. Abbas, Zülhuleyfe denilen yerde Peygamberimize kavuştu ve ordunun bir neferi oldu. Efendimiz, amcasını görünce çok sevinmiş ve şöyle buyurmuştur: “Peygamberlerin sonuncusu benim, muhacirlerin sonuncusu ise sensin.”

Rahmet dolu bir fetih

Resul-İ Ekrem’in akrabaları Ebu Süfyan bin Haris ve Abdullah bin Ümeyye de yolda Efendimizle buluştular. Allah Resulü onları çok severdi. Ebu Süfyan, Efendimizin sütkardeşi ve yakın dostuydu. İslam’dan sonra onlar Efendimize düşmanlık etmiş, yirmi yıl boyunca O’nunla savaşmışlardı. Mekke’de her gece Resulullah ile alay eder, okudukları şiirler ve hakaretleriyle müslümanlara zarar verirlerdi. Şimdi onlar teslim oluyor, bağışlanmalarını talep ediyorlardı. Rahmet dolu yolculuğun Sevgili Önderi onları da affetti.Ordunun geçiş yolu üzerinde süt emen yavrularını korumak için hırlayan bir köpek görüldü. Allah Resulü, Cuayl bin Süraka’ya, ordunun tamamı geçinceye kadar o köpeğin başında nöbet tutmasını, onu ve yavrularını korumasını emretti. Gece vakti, İslam ordusu Mekke’ye on altı km. uzaklıkta olan Merrüzzahran’a gelince Resul-i Ekrem, ashabından her birine birer ateş yakmasını emretti. On bin ateş yakılmış, adeta yıldızlar yere inmişti. Efendimiz ordusunun ne kadar kalabalık olduğunu Kureyş’e göstermek, onları savaşmadan teslim olmaya ve kurtuluşa çağırmak istiyordu. 

Yazar: 

Yorumlar

çok güzel bir sınavdı,

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.