Davetiyeniz:
İhram
Saçın başın birbirine karışmış. Darmadağın olmuşsun. O kadar zayıflamışsın ki kemiklerin sayılıyor neredeyse. Yüzünde mutluluktan eser yok; kaygı içerisindesin. Gözlerin, insan olduğundan şüphe ettirecek kadar manasız bakıyor. Ayakaltında çiğnenen bir taş olmuşsun âdeta. Tam yerine geldin. Öyle bir usta eline düştün ki, tüm insanlığı barındıran evde, bir tuğla olabilirsin.
Kır, seni kocaman gösteren dev aynaları. Bekle, “Arafat”ta sana yenisi verilecek. Allah ile arana giren her ne varsa sök, at üzerinden. Dünyaya geldiğin ve göç ederken bulunacağın hâl üzere ol. Bunların, hesap gününde fayda vermeyeceğini biliyorsun belki, ama burada yakinen öğrenmiş olacaksın.
Harem’de seni “ben” yapan, dünyayı hatırlatan nimetler yasaklanmış ki, “biz” olabilesin: Dikişli elbise ve ayakkabı giyinmek, başını örtmek, kavga etmek, hayvan öldürmek, bitkilere zarar vermek, koku sürünmek, tıraş olmak, tırnak kesmek. Protokol yok burada. Ancak bu şekilde esaretten kurtularak gerçek özgürlüğe kavuşacak, sadece ve sadece O’na kul olabileceksin.
İhram sadece bir elbise değil, bir hayat tarzıdır. Burası, Müslüman’ın gittiği her yeri “harem” yapması için seçilmiş pilot bölgedir. Burada ciddi bir eğitimden geçer; insanlara, hayvanlara, bitkilere karşı daha duyarlı olman gerektiğini öğrenirsin. Allah’ın indinde tüm insanların eşit olduğunu fark eder, kardeşlerinle kavga etmeden güzellikle geçinmeyi talim edersin. Yaptığın hata kefaretle cezalandırılır ki, dünyada yaptığın her yanlışın ahirette bir karşılığı olduğunu hatırlayasın. Özünle tanıştırır; oradaki tohumu sular, filizlenmesine vesile olur bu eğitim.
Tavaf: Lebbeyk Allâhümme Lebbeyk…
Anavatanındasın… Hasret gider annen Havva, Hacer, Hatice; baban Âdem, İbrahim, İsmail, Muhammedle. Kardeşlerin mi? O kadar çok ki… Bekle, tüm aile toplanacak. Verdiğiniz sözleri hatırlayacak, Efendimizin “hutbe”sini dinleyeceksiniz. Siz de, O’nun tebliğ ettiğine şahitlik edenler halkasına katılacaksınız.
Mekke! Nice “cennet gibi” şehir dururken Rabbim seni seçti. “Ümmü’-Kurâ” kıldı.
Hira! Bağrından sular fışkıran, başı dumanlı nice yüce dağlar varken Rabbim seni “mustafa” kıldı. Rabbim, isterse, fizik şartların hiçbir kıymetinin olmadığını gösterdi. İsrailoğullarından ya da şehrin önde gelen iki kişisinden birini peygamber seçmek yerine, yetim olan Hz. Muhammed’i seçerek kaderlerinizi aynileştirdi.
Coğrafya insanın ruhuna tesir eder. O yüzden buradasın. Fil Vakası’nın yaşandığı Muassıb Vadisi’nde Hz. Peygamber’in, ordusuna orayı hızla geçmelerini emretmesinde de aynı hikmet olsa gerek.
Makam-ı İbrahim’desin… İbrahim, İsmail ile Kâbe’nin duvarlarını yükseltirken o kadar büyük bir tevazu içerisinde ellerini açmışlardı ki: “Rabbimiz, bizden kabul buyur.” Diye niyaz etmişlerdi. Öğreniyorsun onlardan, minnet etmeden, tevazu içinde olman gerektiğini. Utanıyorsun sadece Rabbinin bildiği ve sana bile gizli olan hâllerinden.
Bak güneş, ay, yıldızlar, kuşlar, bitkiler her şey Allah’ı tesbih ediyor. Dönüyorlar Rablerinin kendileri için belirlediği yörüngede. Sen de bu düzenin bir parçasısın. Dışarıdan bakma öyle. Gel, buyur sofraya. Sen de nimetlen. Yörüngeni buldun artık. Durma dön, dön, dön… Dön ki ezilmeyesin, çiğnenmeyesin. Ahenk seni kuşatsın. Mecrasını bulmuş akarsu gibi sonsuzluğa ak.
Ey Pervane! Korkma, gir ateşe. Rabbin orayı esenlik yapacaktır. Bırak kendini. Tüm bağlarını kopar. Ayakların geri geri gitmesin. İstikamet belli. Dön, dön, dön… Yedi defa. Tüm dünyaya meydan oku. Başladığın tavafını ömrünün sonuna kadar devam ettir. Tavafın durursa sonun gelmiş demektir. Sonra beş vakit namazda da bu hatıraların canlansın.
Her şeyin kayıt altına alındığının farkında olduğunu göster. Hacerü’l-Esved’e el salla. Sevdiklerine selam söyle. Herkes sofraya çeşit çeşit lezzetler sunuyor. Sen neyi, kimi getirdin? Annen, baban, kardeşlerin, arkadaşların, komşuların… Hepsini teker teker koyuver. Sayı arttıkça bereket artacak.
Hacerü’l-Esved, yeryüzünde Allah’ın sağ elini temsil eder. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Kendisini hak ile isti’lam eden için tanıklık edecektir. O, mahlukatıyla musafaha eden Allah’ın sağı (sağ kolu)dır.”[1] “Rabbim! Senden gayrı hiçbir güce kulluk etmeyeceğime, hakkın hâkim olması için gayret edeceğime söz veriyorum.” Unutma ki: “Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.” (Fetih 48/10)
Sa’y: Bu Yol Cennete Çıkar
İmkânsız diye bir şey yoktur eğer âşıksan. Firavun ve askerleri tam ensende. Önünde deniz. “Teslim olmadım ve olmayacağım. Ama bittim ya Rabbî!” “Yettim ey kulum!” “Açıl ey deniz!” Deniz bizden…
İbrahim zulme meydan okuyor. Zulüm, meydanı ateşe veriyor. “Elimden geleni yaptım. Sana teslimim. Bittim ya Rabbî!” “Yettim ey kulum!” “Ey ateş, İbrahim için serinlik ve esenlik ol!” Ateş de bizden…
Hacer oğluyla tek başına çölde. Kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde. Kendisi gibi yalnız olan Sahra ağacının altında. Henüz emzirdiği bebesiyle… Ağlar İsmail, süt ister. Hacer çaresiz. Bir damla su, bir lokma yiyecek yoktur. Ağlayıp dövünmek yerine kalkar, koşar, koşar… Bir oraya bir buraya. Yedi defa. Sonuna kadar sa’y edeceğini gösterir âdeta. Yem olmaz kurda kuşa. Bilir ki zorluklara tahammül ederse kazanacaktır. Allah ondan mükemmel olmasını değil acziyetini kabul etmesini ister. O da bitmiştir, bittiğinin farkındadır. Ama umudunu hiç yitirmez; çalacak kapısı vardır. Çalar kapıyı, açılacağından emin. Ama ne zaman açılacağı bilinmez. Olsun açılacaktır sonunda. O zamana kadar boş durmamak lazım. Çalışır. Çünkü “İnsan için kendi çalışmasından başka yoktur.” (Necm 53/39)
Oğlunun yanına geri gelir. Oğlu, biriciği de gayret etmiştir. Ayağıyla toprağın kapısını çalmış. Toprak, anası yokken analık yapmıştır ona. Açmış bağrını. Mekke, “şehirlerin anası”, tüm dünyaya analık yapmış. Emzirmiş tüm insanlığı bitmez tükenmez kaynağından. “Kitab”, âb-ı hayat olmuş susuzluktan çatlayan dudaklara. Acıktığında karnını doyurmuş; uyurken üzerini örtmüş, üşümesin hasta olmasın diye.
Ümmet, anasının elini öpüp tüm toplumlara “ana” olmak için hayır dua almaya geldi. Anasının hamurundan bir miktar alıp zemzem suyuyla yeni hamur karacaktır. Ki o da maya olabilsin.
Bak, Hacer orada. Oğlunun ayakları ucunda sevinç gözyaşları dökerek secdeye kapanıyor. Bu ikramın Rabbinden geldiğini biliyor, Meryem gibi. “Ben başardım.” demiyor. Sadece “hû” diyor. İsmail’in gözlerine bakıyor. Onun gözlerinde de muhabbetten ve teslimiyetten gayrı bir şey okumuyor. Eşi İbrahim, onları buraya ibadet etmeleri için bırakmıştı. (İbrahim 14/37) Niyazına cevap buluyor. Yürüyerek Rabbine giden Hacer’e, Rabbi, koşarak geliyor.
Susuzsun. Kana kana su içmeye, bir miktar da evine götürmeye geldin. Suyu ancak kabın kadar alabilirsin. Kabın küçükse henüz fırsat varken kabını büyütmeye bak.
Arafat: Arif Ol ki Tarif Edesin
Arafat… Bilinecek o kadar çok şey var ki… Ne kadar arif olursan ol cahil olduğun bir nokta muhakkak vardır.
Dimdik, eğilip bükülmeden dur Arafat’ta. Sorgulama “neden?” diye. Teslim ol. “Kendini bil”meye çalış ki Rabbini bilesin. Arif ol ki maruf olasın. Arif ol ki tarif edesin.
Tam vaktinde gelmelisin bu randevuya. Yoksa tüm emeklerin boşa gider. Arefe gününden bir gün sonra bile gelsen, olmaz. Tüm sermayemizin “zaman” olduğunu, zamanımızı kendi isteklerimizden ziyade Rabbimizin emri doğrultusunda geçirmemiz gerektiğini öğretir bu eğitim.
Üzerinde hakkı olanlardan helallik isteyerek gel buraya. Emzirdiğin yavrunu, evini, yurdunu, işini, kariyerini, ananı, babanı her şeyini kıyamet koparken bırakacağın gibi geride bırak. Kendi hesabının derdine düş. Defterini aç, bir bak ne halde? Kalite kontrolü yap. Al tartıyı eline. İyiliklerini kötülüklerini tart. Sen sus! Ellerin, ayakların konuşsun.
Kefeninin cebi yok. Hiçbir şey getirememişsin. “Ne kadar aptalmışım. Ne için, kim için bunca yıl? (Tevbe 9/24)Oysaki sadece Sen olmalıydın hayatımda. Sadece Sen…”
Bak, her biri farklı renkte olan kardeşlerin toplanmış. Tanışasınız (Hucurat 49/13) ve ensar- muhacir gibi kardeşlik akdinizi yenileyesiniz diye.
Burada, duruşunuzu kontrol edin. Nerede, kimin yanında durduğunuza bir bakın. Yanında durduğunuz, “Allah’ın askeri” mi “şeytanın askeri” mi?
Dimdik durun tüm dünyanın karşısında. Tek yürek, tek bilek. Bu meydanda, meydan okuyun tüm müstekbirlere. Yer gök inlesin. Duymayan görmeyen kalmasın. Bir değil, binler, milyonlar olduğunuzu ve bir o kadar da sizi, meleklerle Rabbimizin desteklediğini unutmayın.
Kudüs, Irak, Afganistan, Afrika, Çeçenistan ve dünyanın dört bir yanındaki kardeşlerinizin yanında olduğunuzu haykırın. Tanışın, hâlleşin onlarla. Oluşturulan suni gündeme kapılarınızı kapatıp ortak gündem oluşturun. İktisadî anlaşmalara imza atarak piyasayı hareketlendirin. Beynelmilel ilim halkaları oluşturun. İslam ahkâmını günümüze taşıyan, problemleri çözmeye çalışan bir meclis kurun.
Mina: Ebabil Taşları
Ne olacak şimdi? Seni senden alan, seni fıtratından uzaklaştıran tüm şeytanların için Müzdelife’de silahlanmalısın. Allah’ın belirlediği silahlar olmalı. O, senden daha iyi tanıyor şeytanı. Karşısına güçlü çıkmalı, gafil avlanmamalısın. Ne kadar iri olursa olsun düşmanın, senin taşın Ebabil’in taşları gibi, Allah’ın izniyle, onu perişan etmeye yeter. Onların siccili olur iner tepelerinden.
Bak orada duruyor senin şeytanın. En büyüğü ve diğerleri. Onların her hâline şahit ol: sağdan, soldan, önden, arkadan gelişlerine. Burası tanıma yeri. Şeytanını ne kadar büyüttüğünü gör. Vur onu, yedi taşla, yetmiş taşla. Bu sayılar sonsuzluğun sembolü. Yani şeytanla savaşımın bir ömür sürmeli ki “Keşke toprak olsaydım.” (Nebe 78/40)diyenlerden olmayasın.
Kurban: İnsan İnsanın Kurdu Olur mu Hiç!
Peygamberlerin ayak izlerini takip et. Bak şurada İbrahim oğluyla konuşuyor. Gözlerinden akıtamadığı yaş, alnından boncuk boncuk boşalıyor. Rabbi, kendisini kurban etmesini istese hiç düşünmeden “lebbeyk” diyecek. Oysa Oğlu, can paresi, tüm ömrünce arayıp da sonunda lutfedilen en büyük dünyalığı, İsmail’i isteniyor ondan. İsmail ise mutmain bir kalple… “Tamam, babacığım, emrolunduğun şeyi yap.”
Emir, demiri keser. Bıçak İbrahim’in elinde, İsmail’den önce İbrahim’in yüreğini keser, parçalar, dört ayrı dağa dağıtır. Nasıl gelir bir araya bir daha? Oğlunun başı, ellerinin arasında. İsmail’in gözleri babasını teselli eder. İsmail Rabbine teslim… İbrahim Rabbine teslim… Kör olasıca bıçak! Yok yok, kör olma. Sonra nasıl dayanır İsmail.
“Dur İbrahim! İnsanları kurban etmeye artık son! İnsan insanın kurdu olur mu hiç! Dokunmayın ona. Bir insanı öldürmek insanlığı öldürmektir. Ey İbrahim, sen, en kıymetlinin ‘ben’ olduğumu ispatladın. Halilullah oldun artık. Buyur İsmail’ini ikinci defa. Mükâfatındır o senin. Birincisi gayretinin, cehdinin ödülü; ikincisi, teslimiyetinin ödülü. Tüm putları kırmış ‘la ilahe’ demiştin. Şimdi ise tamamladın: ‘illallah’.”
Ya senin İsmail’in? Ailen, mevkiin, işin, güzelliğin, malın, ilmin… Hangisi, Rabbine giderken ayağında pranga? Hangisi, Rabbinin mesajına seni kör ve sağır yapan? Al bıçağı eline. Kes at hayatından onu, onları. Sonra mı? İstemeyi bilirsen reddedilmezsin. Çünkü Allah’ın misafirisin: “Hac ve umre yapanlar Allah’ın misafirleridir. O’ndan bir şey isterlerse, onlara cevap verir (duâlarını kabul eder), af isterlerse onları affeder.”[2]
Tıraş Olmak: Bir Fırsat Daha
Hesap günü, dünyaya gönderilmek için bir fırsat daha verilmesini isteyen sen… İşte sana bir fırsat daha… Tıraş ol. Dön evine.
“O günahkârların, Rableri huzurunda başlarını öne eğecekleri, ‘Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi (dünyaya) geri gönder de, iyi işler yapalım. Artık kesin olarak inandık.’ diyecekleri zamanı bir görsen!” (Secde 32/12)
Hac sonrası merak ediyorsun: Haccın makbul mü? Hayatına bir bak: Allah ile araya giren unsurlar temizlenmiş mi? Yoksa hiçbir değişiklik yok mu, “Hacı” unvanını almaktan gayrı?
[1] Terğib, II/194; Rudani, 3654, II/163.
[2] İbn Mâce, Menâsik 5.
Yeni yorum ekle