Hicretin altıncı senesi Şaban ayında (Ocak-628) yapılan Mustalik oğulları (Müreysi) savaşına münâfıklarda Müslümanların safında katılmışlardı. Bu savaş Müslümanların zaferiyle sonuçlandı. Savaştan sonra Hz. Peygamber efendimiz ve İslâm ordusu Müreysi kuyusunun yanında konaklarken, Hz. Ömer'in ücretli işçisi olarak çalışan Cehcah b. Mes'ûd ile Hazrec'in eski müttefiklerinden bir aileye mensub olan Sinan b. Veber arasında kuyudan su çekme sırasıyla ilgili bir tartışma çıktı.
Tartışmanın boyutu büyüdü ve kavgaya dönüştü. Cehcah ve Sinan birbirlerine vurmaya başladılar. Sinan tek başına Cehcah'ı alt edemeyeceğini anlayınca "Yetişin ey Ensar topluluğu!" diye bağırıp Medineli Müslümanlardan yardım istedi. Münâfıkların ileri gelenlerinden Abdullah b. Ubeyy ile birlikte kuyu başındaki kavgayı seyreden Ensar'a mensup bazı Müslümanlar "Koşun, adamınıza yardım edin!" diyen Abdullah b. Ubeyy'in teşvikiyle Sinan'ın yardımına koştular. Ensar'dan bazılarının Sinan'ın yardımına koşması üzerine Cehcah da "Yetişin ey Muhâcirler!" diye bağırarak Mekkeli Müslümanları yardımına çağırdı. Orada bulunan bazı Muhâcirler de Cehcah'a yardım etmek için kuyu başına koştular. Her bir taraf, kendisini çağıranın yanında toplandı. Böylelikle Muhâcir ve Ensardan bazı kimseler kavga için karşı karşıya gelmiş oldular. Aralarındaki sözlü atışmalar kısa sürede hakarete dönüştü. Hatta bazıları silahlarını çektiler.
Kanlı bir çatışma çıkmak üzereydi. Durumdan haberdar olan Hz. Peygamber, koşarak gelip iki topluluğun arasına girdi. Çok öfkeliydi. Şahitlerin ifadesine göre Hz. Peygamber'i o güne kadar hiç böyle öfkeli görmemişlerdi. Birbirleriyle savaşmak için toplanmış iki topluluğun arasına giren Hz. Peygamber, öfke ve sitem dolu bir üslupla "Müslüman olduktan sonra da câhiliye çağrısı öyle mi? Hâlâ câhiliye dâvâsını sürdürüyorsunuz ha!" diye çıkıştı. "Artık bırakın şu câhiliye dâvâlarını. Bu pisliktir, kötülüktür" dedi. Müslümanların bazı ileri gelenlerinin de araya girmesiyle iki taraf yatıştırıldı ve kalabalık dağıldı.(Buhârî, Tefsir, 63; Müslim, Birr, 64)
Yaşanan olay, küçük çaplı bir çatışma girişimi gibi görünüyorsa da, gerçekte hiç de öyle değildi. Yaşanan, Rasûlullah'ın tepkisinden de anlaşılacağı üzere, çok ciddi bir problemdi. Bunca yıldır Müslüman olanlar, omuz omuza onlarca savaşa giren ve bu savaşlarda canlarını, kanlarını verenler, İslâm için mallarını harcayanlar hâlâ İslâm karşıtı bir dâvânın gereğine göre davranabiliyorlardı. Rasûlullah'ın “câhiliyetdâvâsı” ve “pislik” olarak tanımladığı kavmiyetçilik dâvâsına taraftarlık yapabiliyorlardı. Rasûlullah'ın kızdığı şey bu idi; kabul etmediği, anlamakta zorlandığı taraf burasıydı. İslâm, iman kardeşliğini her çeşit bağın üstünde tuttuğu, iman kardeşliğine rağmen başka hiçbir bağın olumlu anlam ifade etmeyeceğini sürekli bildirdiği halde, Müslümanların İslâm'ın aşağılayıp reddettiği kavmiyetçilik dâvâsını sürdürmelerini, bu dâvâ için birbirlerine silah çekmelerini kabullenememişti.
Kavmiyetçilik dâvâsı gereği, Medineli Müslümanların sırf Medineli oldukları için birbirlerini destekleyip Mekkeli Müslümanlarla, Mekkeli Müslümanların da sırf Mekkeli oldukları için birbirlerini destekleyip Medineli Müslümanlarla kavga etmelerini, hatta birbirleriyle savaşmaya kalkışmalarını izah etmek mümkün değildi. Bu, her şeyi alt üst eden bir durumdu; inşâ edilen iman topluluğunun darmadağın olmasını ateşleyecek bir kıvılcımdı. İşte bunun anlaşılır, kabul edilir tarafı yoktu ve her iki taraf hatalarını anladılar ve birbirlerinden özür dilediler. Ancak bir kez olan olmuştu.
Abdullah b. Ubeyy, iki kişinin kavgası nedeniyle Müslümanların birbirleriyle savaşma aşamasına gelişini büyük bir keyifle seyretmişti. Bazı girişimleriyle Medineli Müslümanlarla Mekkeli Müslümanların arasını kolayca açabileceğini düşündü ve yaşanan olay, onun bu düşüncesine dayanak oldu. Abdullah b. Ubeyy, Müslümanları birbirine düşürmek ve Medinelileri tekrar kendi çevresine toplamak arzusuyla yeni bir girişimde bulundu. Bazı Medineli Müslümanlara, “Gördünüz mü şu çulsuzların yaptıklarını? Geldiler bizim yurdumuzda bize kafa tutmaya başladılar. Vallahi bu ancak eskilerin dediği gibi 'besle köpeğini, yesin seni' durumundan başka bir şey değildir. İşte size yemin ederim ve derim ki, vallahi! Medine'ye döndüğümüz zaman bu iş bitecek. Medine'ye döndüğümüzde Medine'nin izzetli ve kuvvetlileri bu çulsuzları ve aşağılıkları Medine'ye sokmayacak” dedi. Bu arada Medineli Müslümanları daha da etkileyip, Mekkeli Müslümanların aleyhine harekete geçirmek için suçladı, kendilerine gelmelerini istedi: “Kimseyi suçlamayın. Bu işin tamamı size aittir. Her şeyi ellerinizle onlara peşkeş çektiniz. Halbûki böyle yapmayıp, onlara karşı sert ve sıkı olsaydınız, başınıza çöreklenmez, daha başka yerlere çekip giderlerdi. Siz de mallarınızı, evlatlarınızı onlar için harcamaktan kurtulurdunuz. Bakın, seyredin halinizi; siz azaldınız, çocuklarınızı savaş alanlarında teker teker kaybettiniz. Onlar ise hep çoğaldılar. Hiç değilse bundan sonra aklınızı başınıza alın; onlara yönelik yardımlarınızı kesin ki, buradan çekip gitsinler.”
Abdullah b. Ubeyy, bu konuşmaları kendisi gibi münâfık veya kendisine yakınlık duyan imanı zayıf Müslümanlar arasında yaptığı için tepki görmedi. Çevresindekiler sessizce onun sözlerini dinliyorlardı. Hatta bazıları onu haklı bulduğunu dile getiren bir şeyler söylediler. Ancak, Abdullah b. Ubeyy'in yakınında oturan Zeyd b. Erkam duydukları karşısında şaşırmış bir haldeydi. Kendisi çocuk denebilecek yaşta olmasına rağmen, İslâm'ı anlamış ve kavramış birisiydi. Abdullah b. Ubeyy'in sözlerini duyunca kulaklarına inanamadı. Hemen amcası Hz. Ömer'e gitti ve işittiklerini anlattı.
Hz. Ömer, Zeyd b. Erkam'ı yanına alarak Rasûlullah'a götürdü. İşittiklerini Rasûlullah'a anlatmasını istedi. O sırada Rasûlullah bazı müslümanlarla oturmuş kuyu başında yaşanan olayı konuşuyordu. Zeyd, duyduklarını anlattı. Zeyd'in anlattıkları, kuyu başında yaşanan olay kadar önemliydi. Rasûlullah kendisine söylenenlerin doğruluğundan emin olmak istedi. Zeyd'in, henüz çocuk denebilecek yaşta olması nedeniyle, yanlış anlamış olabileceğini veya Abdullah b. Ubeyy'e düşmanlık için yalan söyleyebileceğini düşündü. Bu nedenle Zeyd'e birçok kez söylediklerinden emin olup olmadığını, doğru söyleyip söylemediğini sordu. Zeyd, yalan söylemediğini, duyduklarından emin olduğunu, söylediklerinin aynen ifade ettiği gibi olduğunu yeminler ederek tekrar anlattı. Zeyd'in söyledikleri karşısında Rasûlullah üzüldü ve öfkelendi. Abdullah b. Ubeyy ile görüşmeye karar verip onu yanına çağırttı.
Durumun açığa çıktığını anlayan Abdullah b. Ubeyy, bazı yandaşlarını da yanına alarak, Rasûlullah'ın yanına gelip oturdu. Rasûlullah, duyduklarının doğru olup olmadığını sordu. Eğer böyle bir şey söylediyse hatasından dönmesini, tevbe etmesini istedi. Abdullah söylenen şeylerin tamamının yalan olduğunu, kesinlikle böyle şeyler söylemediğini ve söylemeyeceğini, kendisi gibi bir Müslümana böyle şeylerin yakışmayacağını ifade etti. Yandaşlarını da söylediklerinin doğruluğuna şahit tuttu. Rasûlullah, Abdullah b. Ubeyy'in kendisine şahit göstererek söylediklerini kabul etmek zorunda kaldı. Zeyd'e ise bir şey demedi.
Abdullah b. Ubeyy'in, yalancı şâhitlerinin de desteğiyle söylediklerini inkâr etmesi yüzünden Zeyd, yalancı duruma düşmüştü. Bu konuma düşmesi nedeniyle çok üzüldü. Yalancı konuma düşmesini, üstelik Rasûlullah'ı aldatan konumuna düşmesini bir türlü kabullenemiyordu. Ne yapacağını bilmez olmuştu. Fakat vahiy, çoğu zaman olduğu gibi bu sefer de sürece müdahale etti ve hem Rasûlullah'ı olayın aslından haberdar etti hem de bir mümini sıkıntısından kurtardı. Durumu bütün boyutlarıyla açıklığa kavuşturan âyetler şöyleydi:
"Münâfıklar sana geldiklerinde: "Şâhitlik ederiz ki, sen Allah'ın Peygamberisin!" derler. Allah da bilir ki, sen elbette O'nun Peygamberisin. Allah, münâfıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir. Onlar, yeminlerini kalkan yapıp Allah yolundan yan çizdiler. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür! Bunun sebebi, onların önce iman edip, sonra inkâr etmeleridir. Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazlar. Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki duvara dayanmış kütükler gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onların canlarını alsın. Nasıl bu hale geliyorlar? Onlara: "Gelin, Allah'ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların büyüklüktaslayarak uzaklaştıklarını görürsün. Onlara mağfiret dilesen de, dilemesen de birdir. Allah onları kesinlikle bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez. Onlar, "Allah'ın elçisinin yanında bulunanlara hiçbir şey harcamayın ki başınızdan dağılıp gitsinler" diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münâfıklar bunu anlamazlar. Onlar, "Andolsun, eğer Medine'ye dönersek üstün olan zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır" diyorlardı. Halbûki asıl üstünlük Allah'ın, Peygamberinin ve Müminlerinindir. Fakat münâfıklar bunu bilmezler."(Münâfıkûnsûresi, 63/1-8).
Rasûlullah, münafıkların durumunu açıklayan bu âyetler vahyolununca, üzüntüsünden ne yapacağını bilemez hale gelmiş olan Zeyd'i yanına çağırttı ve "Zeyd! Allah seni doğruladı." diyerek gönlünü aldı.
Âyet vahyolunup durum Rasûlullah için açıklığa kavuşturuluncaya ve Rasûlullah, Zeyd ile konuşup onun üzüntüsünü giderinceye kadar, Abdullah b. Ubeyy'in konuşmaları orduya yayılmıştı. Herkes o sözleri bir şekilde konuşmaya başlamıştı. Bazıları oldukça sert tepkiyle Abdullah b. Ubeyy'in konuşmasına karşı çıkıp bunların yanlış olduğunu söylerken; diğer bazıları ise belirgin bir tepki vermemişti. Ordunun gündemini Abdullah b. Ubeyy'in sözleri oluşturuyordu.
Hz. Ömer öfkesinden yerinde duramıyordu. Israrla, "Ey Allah'ın Rasûlü! Yeter bu kadar sabır! İzin ver şu münafığı öldüreyim!" deyip duruyordu. Rasûlullah bu teklifi kabul etmedi. Ömer, Abdullah b. Ubeyy'i öldürmesi durumunda, Muhâcirlerle Ensar arasında yeni bir çatışma çıkacağı düşüncesiyle teklifinin reddedildiğini düşündü. Çünkü kendisi bir muhâcirdi. Bu nedenle "Bana izin vermiyorsan, emret ensardanSa'd b. Muaz, Muhammed b. Mesleme veya Abbad b. Bişr bu işi yapsın." dedi. Oradaki ensara mensup Müslümanlar da böylesi bir emri yerine getirmeye hazır olduklarını bildirdiler. Ancak Rasûlullah, Abdullah b. Ubeyy'in öldürülmesini doğru bulmuyordu. Bu konudaki düşüncesini şöyle açıkladı: "Biliyorum, Müslümanlardan onu öldürmelerini istersem bunu hemen yaparlar. Ancak olmaz ya Ömer! İşin iç yüzünü bilmeyen halk yanlış anlar; "Muhammet kuvvetlendi de adamlarını öldürmeye başladı." derler. Yapamayız!" dedi. Sonra ani bir emirle, ordunun hemen Medine'ye doğru gitmesini emretti. Emir, günün en sıcak vaktinde, yolculuk yapılmayacak bir saatte verilmişti. Herkes şaşkın bir hâlde eşyalarını toplamaya başladı. Ancak hareket isteği çok açıktı; hemen yola çıkılacaktı. Bu nedenle öylesine ani bir hareket gerçekleşti ki Müslümanların birçoğu, eşyalarının tamamını toplamaya dahi fırsat bulamadı.(Vâkıdî, el-Meğâzî, II, 417-418; İbnHişâm, es-Sîre, III, 303)
Bazı Müslümanlar hem günün en sıcak vaktinde yapılan yolculuğun orduyu perişan edeceğini ve hem de Abdullah b. Ubeyy'i kabul etmediklerini bildirmek için Rasûlullah'ın yanına gelip-gitmeye başladılar. "Ey Allah'ın Rasûlü! Emret onu öldürelim." veya "Emret onu Medine'den sürelim." tekliflerini dile getirdiler. Rasûlullah, ordunun hareket saatini erteleme tekliflerini kabul etmeyip emrini yenilediği gibi, Abdullah b. Ubeyy'in öldürülme veya Medine'den sürülme tekliflerini de kabul etmedi. Ordu, dayanılmaz bir sıcakta, yolculuk için hiçbir hazırlık yapmamış bir halde yürümeye devam ediyordu. O gün akşama kadar hiç mola verilmeden yola devam edildi. Herkes bitkin düştü. Hiç kimsede yürüyecek bir takat, yola devam etmesini sağlayacak bir güç kalmadı. Herkes, akşamın serinliğinde mola verileceği ve dinlenecekleri hayaliyle zorla yürüyordu. Akşam oldu fakat mola verilmedi. Gece oldu mola verilmedi. Gece yarısı geçti, sabah oldu yine mola verilmedi. Güneş yükseldi, herkes sıcaktan ve yorgunluktan perişan halde adım atamaz durumdaydı. İşte böylesi bir anda mola izni geldi. Ordu durdu. Herkes yorgunluktan, uykusuzluktan, sıcaktan olduğu yere düştü ve ordudaki herkes derin bir uykuya daldı. Ayakta hiç kimse yoktu.
Yolculuk için uygun olmayan bir vakitte başlayan ve bütün gece süren yolculuk Rasûlullah'ın yaşanan problem için düşündüğü bir çözümdü. Rasûlullah bu son derece yorucu yolculukla Abdullah b. Ubeyy'in gündemi belirlemesini, Müslümanların onun sözleri üzerine yorumlar yapmasını önlemiş oldu. Artık hiç kimse Abdullah b. Ubeyy'i konuşacak, değerlendirecek hâlde değildi. Gündemi Abdullah b. Ubeyy veya sözleri oluşturmuyordu.
Abdullah b. Ubeyy'in münâfıklığına, münâfıkların liderliğini yapmasına rağmen, oğlu Abdullah son derece samîmî bir Müslümandı. Babasının yaptıklarından hep rahatsız olmasına, her zaman babasına karşı bir öfke duymasına rağmen, İslâm'ın emri gereği babası olduğu için Abdullah b. Ubeyy'e karşı kötü davranmaktan kaçınıyor; babasının kendisine yönelik aşağılayıcı sözlerini duymazlıktan geliyordu. Ancak bu son yaşanan olay ve sözlerle sabrı sona erdi. Babasının Müslümanlara bu kadar zarar vermesini kabul edemedi. Rasûlullah'ın yanına gelip "Ey Allah'ın elçisi! Bana izin ver, babamı ellerimle öldüreyim. Hem böylelikle bir düşman temizlenir ve hem de olur ki, Müslümanlardan birisi bu işi yapacak olursa kalbimde ona karşı kin beslememiş olurum." dedi. Ancak istediği izni alamadı. (İbnHişâm, es-Sîre, III, 305)
Ordu bir süre dinlendikten sonra yoluna devam etti ve artık Medine'ye yaklaşıldı. Medine'ye girilmek üzereydi. Abdullah, devesini sürüp ordunun önüne geçti. Tam önünden geçerken kılıcını sıyırıp babasını durdurdu. Abdullah b. Ubeyy, bu duruma şaşırdı. Oğlundan bu davranışının sebebini sordu. Oğlunun cevabı son derece anlamlı ve açıktı. Sözlerinde babasının kuyu başındaki sözlerini tekrar etmiş ve şöyle demişti: "Bugün bu şehre ancak izzetli ve kuvvetli olanlar girecek; zelil ve aşağılık olanların girmesine izin verilmeyecek!" Abdullah b. Ubeyy, oğlunun sözlerini duyunca daha da şaşırdı, oğlunu bu yaptığından vazgeçirmek istedi. Bu arada Müslümanlardan birçoğu etraflarını sarmış kendilerini seyrediyordu.
Abdullah b. Ubeyy, bütün foyasının açığa çıktığını, rezil ve aşağılık konumuna düştüğünü, itibarının yok olduğunu gördü. Oğlundan rica etti. Kendisini bırakmasını istedi. Ancak, Abdullah kararlıydı ve kendisine ancak bir şartla dokunmayıp Medine'ye girmesine müsaade edeceğini söyledi: "İzzet ve kuvvetin kime ait olduğunu söylemeden ve Rasûlullah bana izin vermeden seni bırakmam!" Abdullah b. Ubeyy, işin ciddi olduğunu anlamıştı; "Şâhitlik ederim ki, izzet ve kuvvet Allah'a, Rasûlü'ne ve müminlere aittir." demekten başka çaresi yoktu. Gerçeği istemeden de olsa ifade etti. Böylelikle, kendisine yönelik saygı ve sevgi sahibi oldukları için oyununa gelenlere Abdullah b. Ubeyy'in ağzıyla bir hakikat ifade edilmiş oldu.
Ordunun önünde bunlar olurken, Rasûlullah ordunun gerilerindeydi. Kalabalığı farketti ve niçin toplanıldığını sordu. Olanlar kendisine anlatıldı. Duydukları Rasûlullah'ı memnun etti. Müslümanlar arasındaki câhiliye fitnesinin münâfık baba ile Müslüman oğlu arasındaki bu olay ile kaybolup, asıl olması gereken iman bağının öne çıkmasına son derece sevindi. Abdullah'a yaklaşarak babasını serbest bırakmasını istedi.
Müslümanlar, Mustalik harekâtı sırasında yaşadıkları ile kalplerinin bir köşesinde hâlâ varlığını koruduğunu fark ettikleri câhiliye inanç ve eğilimlerin bir daha depreşmemesi için bundan böyle daha dikkatli olmaları gerektiğini anladılar. Ayrıca, gerçekleşenlerle münâfıkların deşifre olmasını ve böylelikle münâfıkların bazı Müslümanlar üzerindeki etkisinin daha da azalmasını önemli bir kazanç olarak değerlendirdiler. Münâfıkların liderinin hepten aşağılık bir konuma düştüğünü ve çevresindeki kimseleri bundan böyle zor etkileyeceğini gördükleri için de sevindiler. (Celaleddin Vatandaş, Hz. Muhammed’in Hayatı ve İslâm Daveti, II, 253-258)
Ecdâdımız “Su uyur düşman uyumaz.” demişler. Ne kadar da doğru söylemişler! Düşman, bizi tuzağa düşürmek için her türlü fırsatı kollar. Lütfen, onlara fırsat vermeyelim! Her zaman uyanık olalım!
Yeni yorum ekle