Hayvan Özgürlüğü İnisiyatifi’nin, “Kurban Bayramı”nı “katliam günleri” olarak isimlendirmesini ve küçük bir çocuğun “Hayvan keserek bayram yapan bir dini aklım almıyor!” sözü üzerine kurban kesmek yerine kendince daha hayırlı işler yapmayı tercih edenleri okuduğumuzda Kur’ân-ı Kerim’in ve Peygamber’in gönderilmesinin ne büyük bir nimet olduğu anlıyoruz. Zira görülüyor ki, insan aklının “itidal”i[1]yakalaması pek mümkün değil. İtidal, nefislerin hükümran olduğu dünya zemininde oluşacak bir değer dünyasından ziyade, daha müteal bir varlık alanından gelen değer dünyasının insana kazandıracağı bir olgunluktur.
Cenâb-ı Hak, kâinatı ve insanları “rahman” sıfatıyla yaratmıştır. Kur’ân-ı Kerim ve Peygamber ile insanoğluna tenezzül eden Allah Teâlâ’nın yaratışındaki ölçü ve ahenk, O’nun “rahman” oluşundandır. Bu rahmetin yeryüzüne yansıması, insan-insan, insan-hayvan ve insan-bitki âlemlerinin birbirleriyle olan ilişkisindeki rahmete bağlıdır.
Konumuz itibariyle insan-hayvan ilişkisini nazar-ı itibara alalım. Bütün hakların hak sahibine verildiği gün, hayvanlara karşı yapılan haksızlıklar da sorgulanacaktır. Hayvan hakları bağlamında Hz. Muhammed’in (as) hadisleri şu şekildedir: “Kıyamet gününde, haklar sahiplerine mutlaka verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun için, boynuzlu koyuna kısas uygulanacaktır.”[2] Bu hadis-i şerifi şerh eden Hz. Peygamber’in bir başka mübarek sözü: “Bir kadın ölünceye kadar hapsettiği bir kedi yüzünden azap edildi ve bu sebeple cehenneme girdi. Hayvanı hapsettiğinde ona bir şey yedirmemiş, içirmemiş, yerdeki haşereleri yemesine bile izin ve imkân vermemişti.”[3] Ayrıca Efendimiz (sas), insan-hayvan ilişkisindeki rahmete güzel bir örnek aktarmaktadır: “Vaktiyle bir adam yolda giderken çok susadı. Bir kuyu buldu ve içine indi; su alıp dışarı çıktı. Bir de ne görsün, bir köpek, dili bir karış dışarıda soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalayıp duruyordu. Adam kendi kendine ‘Bu köpek de tıpkı benim gibi pek susamış.’ deyip hemen kuyuya indi, mestini su ile doldurdu ve mesti ağzına alarak yukarıya çıktı ve köpeği suladı. Onun bu hareketinden Allah Teâlâ hoşnut oldu ve adamı bağışladı. Sahâbîler: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Bizim için hayvanlardan dolayı da sevap var mı?’ dediler. Resûl-i Ekrem: ‘Her canlı sebebiyle sevap vardır.’ buyurdu.”[4] Bu rivayetler hayvan hakları konusunda İslâm’ın bakış açısının ne kadar hassas olduğunu göstermektedir.
Buradan hareketle “kurban kesme” ibadetinin adabı, uhrevi ve dünyevi boyutu düşünüldüğünde hayvan haklarına dair gördüğümüz bu hadislerden farklı bir yaklaşımının olmadığı müşahede edilecektir. “Bir hayvanı boğazlayacağınız zaman, ona eziyet vermeyin. Güzel bir şekilde kesin. Bu işi yapacak olan kimse bıçağını iyice bilesin, hayvana acı çektirmesin.”[5] buyuran Peygamber Efendimiz, bir gün bir adamın koyunu yere yatırdıktan sonra bıçağını bilemeye çalıştığını görünce onun bu katı ve duygusuz davranışına kızar ve şöyle söyler: “Hayvanı iki defa mı öldürmek istiyorsun? Onu yere yatırmadan bıçağını bilesen olmaz mıydı?”[6] Hz. Peygamber’in kurban kesme adabı olarak söylediği bu sözler, insanın kurban keserken dahi rahmeti elden bırakmaması gerektiğini gösteriyor.
Kur’ân-ı Kerim’de bu ibadetin mahiyeti, kurbanın Allah rızası için kesilmesi ve etinden, kesen kişinin ve fakirlerin istifade etmesi şeklinde sunulmaktadır. Örneğin Hacc sûresi 36. âyet-i kerimede Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğiniz zaman) üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan hem siz yiyin hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik.”[7] Dolayısıyla kurban kesme ibadeti, insanlık tarihi boyunca var olan tanrılara kurban kesme âdetinden farklı bir boyut kazanmaktadır. Ulvî ve sosyal yönü olan “kurban”, Kur’ân ve hadislerde görüldüğü üzere ne katliamdır ne de sıradan bir hayvan kesme olayıdır. Bu manada, protein besini açısından da bakıldığında hayvansal gıdanın insan sağlığı açısından ne kadar önemi haiz olduğu herkesin malumudur. Uhrevi yönünün yanı sıra “Kurban Bayramı”nın, evlerine hayvansal gıda girmeyen birçok insanın bu ihtiyacının giderilmesine ve toplumsal yardımlaşmaya vesile olduğu aşikârdır.
Yine söz konusu âyette kurbanın “Allah’ın dininin nişanesi” olarak vurgulanması, bu ibadetin İslâm toplumu açısından kimliksel bir yönünün olduğunu da göstermektedir. İnsanlar için aslında fiziksel olan bu ihtiyaç, toplumsal yardımlaşma şeklinde tezahür eden bir ubudiyet makamında gideriliyor. Toplumsal yardımlaşmayı, ibadet makamında gerçekleştiren başka toplumlara rastlamak pek mümkün değildir.
Kurban kesmeye, bu şekilde bütünsel bir bakış açısıyla yaklaşıldığında onun anlam ve önemi daha sağlıklı bir şekilde kavranacaktır. Hayvan haklarını bu denli rahmete bağlayan bir dinin farz ibadeti olan kurban kesmeyi, ideolojik kaygılarla ve siyasi rantla karalamak tam bir akıl tutulmasıdır. İnsanın onuru, aklını itidalde tutabildiği orandadır. Gelin, Cenâb-ı Hakk’ın vahiy ve Peygamber’le bize tenezzül edişine kulak verelim ve itidali kurban etmeyelim!
[1] İtidal, denk bir biçimde dağıtmak anlamına gelen “adl” kökünden türeyen ve aşırı olmama, ölçülü olma anlamlarına gelen bir kelimedir.
[2] Müslim, Birr 60. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 2.
[3] Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Selâm 151, 152, Birr 133, 134. 128.
[4] Buhârî, Müsâkât 9, Mezâlim 23, Edeb 27; Müslim, Selâm 153.
[5] Müslim, Sayd 57. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edâhî 11; Tirmizî, Diyât 14; Nesâî, Dahâyâ 22, 26, 27; İbni Mâce, Zebâih 3.
[6] Hâkim, el-Müstedrek, IV, 231, 233.
[7] 22 Hacc 36.
Yeni yorum ekle