Bir tohum gerek diyoruz, insanın içine düşmeli!

YENİDEN BİR MERHABA

Aylar, yıllar, vakitler geçiyor da, biz rüzgarların önündeki yapraklar misali dursuz duraksız, kan ter içinde dolanıp durmaktayız. Sonra, birden içimize bir “merhaba” şavkı düşüyor. İçimizin ışığı dünyayı sarıp sarmalayacak, kuşatacak sanıyoruz. İçimiz bir hoş oluyor, kabarıyor, dalgalanıyor. Merhabanın nuru bizi söyletiyor, dilimiz açılıyor. “Bir tohum gerek” diye tutturuyoruz. Zamanca israf ettiğimiz için hiç vakit kalmayacakmış gibi telaşlı; zaman da mahluktur ve mütenahidir, diye inandığımız için emin ve telaşsız öyle diyoruz.

Bir tohum gerek, diyoruz. İnsanın içine düşmeli. Orada yeşermeli. Orada göğermeli. Orada başak tutmalı. Harmanı hasadı insanın içinde olmalı. İnsanın içinde savrulup, içinde ambarlanmalı... İnsan ona değirmen kesilmeli. Bu değirmen bizde çağıldamalı...

Bir tohum bir nazardan gelmeli. Mübarek ve muazzez bir kişiden. Er bir kişiden. Bu merhaba bir dosttan gelmeli. Mübarek bir dosttan. Dost bir kişiden... Bu merhaba sıcak olmalı, sımsıcak. Doğru olmalı eğriye, gelişigüzele karşı. Alabildiğine geniş olmalı, uçsuz bucaksız; kahredici ve bunaltıcı dâr'a karşı. Bu merhaba, bir tohum olmalı. Vefasızlara, avareliklere, günü birliklere, iğretilere, ihtiraslara karşı.

Bu merhaba yeşermeli, göğermeli; ihmallere, ilgisizliklere, yalnızlıklara karşı.

Başak tutmalı; hiçliklere, kayıplara, karanlıklara karşı.

Bu gurbette, bu kahırda, bu çaresizlikte, bu kimsesizlikte...

Harmanlara hasatlara gelince, şair diyor ki, “Canıma ezelden bir merhaba sundu, çeşm-i yâr/ Öyle mest oldum ki gayrın merhabasın bilmedim”. Şair öyle diyor. Bu selam Hakk'ın kendisine seçtiği selamı, merhabası olmalı.

Sonra, bir başkası, o da şair. Kutlu bir dölün, bir “mana eri”nin merhaba bahri... Her şeyin uğruna yazılması, uğruna yakarılması, uğruna yaratıldığı Nebiyyi Zişan'a yazılmış. “Merhaba ey şah-ı sultan merhaba” diye başlıyor. Öyle başlıyor. Dağı taşı, kurdu kuşu, otu dikeni, beşeri insanı, salt delilerle Hakk dostu Veli'leri, cümlesini, cümlesinin yekûnunu dillendiriyor ve merhaba bahri oluyor. Bizim de içimize bu gurbette, bu kahırda, bu çaresizlikte, bu kimsesizlikte bir merhaba sunulsa.

Bir merhaba sunulsa da, gurbet vuslata, kahır lütfa, çaresizlik çareye, kimsesizlik vahdete dönse. Sırlansa, nurlansa. Allah'lı olsa. “Sen olmasaydın”ın mazharı olsa. Şah-ı Velayet'in yolu olsa. İbtilâlara şâd ve şâdüman olsa. Kahırlara omuz silkip şükürlü olsa. Gülmenin ve ağlamanın hudutlarının dışına çıksa. Hasılı merhaba olsa. Sıcak, sımsıcak bir merhaba olsa. İçimizi sarsa. Yorgunluğumuzu alsa. Bizi yusa yıkısa. Arı ve pak kılsa... Sonra, her şeye yeniden başlayabilsek. Çocuklara, aşka, duaya, niyaza, teslimiyete, küfre, sabra, şekvâya, imana... Dönüp dönüp Hakk'a gelmeye, Sırat-ı müstakimden, yılların yolundan Hakk dosta gelmeye.

Ezelden denen merhaba, ebede taşınıyor

Merhaba'ların has sahiplerinden yahut tek sahib'in has kullarından bir diyor ki, “Biz her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası”. Bizim Yûnus öyle diyor. Merhaba diyor. Yerinde saymanın esirliğini salıyor, azad ediyor. Nefis köleliğinin zünnarını kesiyor.

Sonra yine merhaba diyorlar. Bu defa kınamalara karşı diyorlar. Horlanıp itilmelere, azarlanıp kakılmalara karşı diyorlar. Merhaba ol cihetden tulû ediyor. Konya nam şehirde, Ka'betüluşşâk'ta, eşiğine yüz sürülesi, “Yüz defa tövbeni bozmuş olsan bile, bize gel” diyor. Bu, Mevlânâ'nın merhabasıdır. Merhaba kapısını ardına kadar aralıyor. Kapısız ediyor. Cemal kapılarını, nur kapılarını, bereket kapılarını, ihsan ve af kapılarını açıyor.

Sonra, dem-i Mısri geliyor. Ol cihete dönülüyor. “Bu Niyazi'den de Mevla görünür” diyor. Merhabada yanıyor. Merhabada tebahhur ediyor. Merhaba ile bir oluyor. Hem-vücud oluyor. Hem-zeban oluyor. Hem-gönül oluyor.

Sonra, yine muhtelif yönlerden tecelliler oluyor. Gelenler geliyor.

Daha sonraları, bir garip adem geliyor. Seyrangaha çıkmıştır. Adına Seyrani diyorlar. “Kelb iken kelb yavrusundan geçmiyor” diyor. Merhaba'nın sahibi de geçmez, diyor. Bizden demiyor, ayrılık gayrılık olmasın için. Ben sen tefriki kalksın ara yerden diye. “Kelb iken kelb yavrusundan geçmiyor/ Hakk Seyrani'sinden geçer mi bilmem” diyor.

Sonra, yine yol yol merhabalar deniyor. Ezelden denen merhaba, ebede taşınıyor. Yolculuk budur. Yol budur. Erkan budur. Kutsal emanet merhaba'dır.

Sözü düğümleyip biz dahi diyelim ki, “gamlanma gönül gamlanma”, merhaba insanadır. Merhaba, sahibinin kendisine merhabasıdır.

Fethi Gemuhluoğlu, Arapgir Postası, 14 Mart 1958.

Mehmet Emre Ayhan alıntıladı.

Kaynak: Dünya Bizim

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.