İSTANBUL - EKREM KAFTAN
Hazreti Muhammed'in doğumunun 1444'üncü yıl dönümü vesilesiyle Ayasofya Müzesi'nde iki ay önce açılan ve 63 hilye-i şeriften oluşan Aşk-ı Nebi Sergisi, 10 Haziran'da sona erecek.
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri kapsamında Mehmet Çebi koleksiyonundan hazırlanan sergi, İstanbul'a gelen yerli ve yabancı turistlerin ziyaret ettiği mekanların başında gelen Ayasofya Müzesi'nde 10 Nisan'da sanatseverlerle buluştu.
İslam ülkelerinin ünlü hattatlarının özgün tasarımlarla ortaya koydukları ve Hz. Muhammed'in Hicri takvime göre vefat ettiği yaşı temsilen 63 hilye-i şerifin yer aldığı sergi, yoğun ilgi görüyor.
Az sayıda klasik hilye-i şerifin bulunduğu sergideki özgün çalışmalar ve levhalar da sanatseverlerin ilgisini çekiyor. Sergide, hat sanatının yaygın türlerinden nesih, sülüs, ta'lik, celi ta'lik, müselsel, kufi eserler yer alıyor.
Sergiyi açan koleksiyoner Mehmet Çebi, AA muhabirine yaptığı açıklamada, sergideki eserlerin ilk defa sanatseverlerin takdirine sunulduğunu belirtti.
Sergide, Hicri takvim uyarınca Hazreti Muhammed'in irtihal yaşına göre seçilmiş 63 eser bulunduğunu dile getiren Çebi, "Eserlerin tamamı hilye-i şeriften meydana geliyor. Sergi iki ay önce açıldı. Türk, İranlı, Mısırlı, Suriyeli, Iraklı hattatlar var. İslam coğrafyasının büyük eserlerini bir araya getirdik. Eserler ilk defa sergileniyor. Hattatlarımızın hepsi bilinen hattatlar" diye konuştu.
"Hocaları Türk hattatlar..."
İslam ülkelerinin tanınmış hattatlarının birçoğunun hocasının Türk hattatları olduğunu vurgulayan Çebi, şu görüşleri dile getirdi:
"Genelde hocaları da Türk, ancak İran başka. Bütün sergilerimizde İranlılar var. İranlılar olmadan bir sergi yapmak doğru değil. Adamlarda gelenek devam etmiş. Biz onlara yaklaşacak seviyede değiliz. Sülüs, nesih yazıda bizim bir ekolümüz var. Onların ta'lik ve şikeste yazısı çok iyi. Adamlar sanatta bizden fersah fersah ileride.
Sanat ve medeniyet hayatımızda son yüzyılda büyük bir kesinti yaşandı. Harf inkılabını yapmışız. Tarihle, sanatla, medeniyetle, klasik sanatlarımızla her türlü bağı koparmışız. Biz buna rağmen şu anda çok iyi yerdeyiz Allah'ın bir lütfu olarak. Hat sanatının bugün geldiği seviye, yaşanan büyük kültür ve medeniyet kopukluğuna rağmen çok iyi durumda. Dört adam Hamid Aytaç, Necmeddin Okyay, Macid Ayral, Halim Özyazıcı. Bu dört adam büyük bir medeniyeti, büyük sanatı kurtarmışlar."
"Yazdığım hilyelerin sayısını bilmiyorum"
Sergide eseri yer alan hattat Gürkan Pehlivan, sanat hayatında kendi imzasıyla yaptığı ilk eserin hilye-i şerif olduğunu belirterek, sanat anlayışı ile ilgili şunları söyledi:
"Yapmaya çalıştığımız, bin 400 yıllık bir yüce dağdan çıkan rahmet yağmurlarının yolculuğunu, çeşitli kollarla, şubelerle, nehirlerle güçlenerek en sonunda rahmet denizine akmasını sağlamaya çalışmaktır. Benim nasibim, ilk yazdığım yazı hilye-i şerif'ti. Yazılarımın yüzde 99'u hilye-i şerif oldu. Bende bu bir iftihar vesilesidir. Hilye yazmak başka bir duygu. Resulullah vasıflarından her daim haberdar olmak bana sonsuz mutluluk veriyor. Yazdığım hilyelerin sayısını bilmiyorum. Artık saymadan yazıyorum. Her hilyenin farklı olmasına çalışıyorum. Hepsinde yeni bir güzellik yakalamaya çalışıyorum. Sanat daima seçkin kimselere hizmet etmiştir. Herkesin sanattan anlaması beklenmez. İnsanların hilye-i şerife rağbeti bol. Kültürel olarak sanata yaklaşımımızda iyileşme var. Farkındalıklarımız oluşmaya başladı."
Hilye-i şeriflerin Türk kültür tarihindeki yeri ve önemi
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Hattat Prof. Dr. Hüsrev Subaşı, profesörlük tezinin hilye-i şerifler üzerine olduğunu kaydetti.
"Hilye" ya da "hilye-i şerif" denilince Hz. Peygamber'in fiziki tasvirini konu edinen Osmanlı kültür ve sanat ortamında doğmuş ve gelenekselleşmiş levhaların akla geldiğini anlatan Subaşı, Genelde Hz. Ali'nin kelimeleriyle yapılan bu tasvirin, hattatların belli formlarda ortaya koydukları bu türden eserlerin de vazgeçilmez metni olduğunu aktardı.
Hilye-i şerifin yazısı itibarıyla hat sanatının, süsleme yöntemleri açısından da tezhip sanatının konusu alanına girdiğini ifade eden Subaşı, günümüze ulaşmış en eski tarihli hilyenin, devrinin dahi hattatı 1698'de hayatını kaybeden Hafız Osman Efendi imzasını taşıdığını bildirdi.
Prof. Dr. Subaşı, hilye-i şeriflerin tarihi gelişimi hakkında şu bilgileri verdi:
"Zaman içinde çok çeşitli tasarımlar denenmişse de belli bir dizayn biçimi daha çok tercih edilir olmuştur. Buna göre 'Başmakam' denilen üst kısımda sülüs ya da muhakkak hattıyla besmele-i şerif, altındaki dairevi alanda nesih hattıyla hilye metni, dairenin dört köşesinde hulefa-i erbaa (4 büyük halife) isimleri, altında Hz.Peygamber'i konu edinen bir ayet, devamındaki yatay dikdörtgen boşlukta iki koltuk arasında hilye metninin devamı, akabinde salat ü selam ve hattatın imza metni yer alır. Sonuna ayrıca tarih konur. Hilyelerin tezyininde de farklı tarzlar denenmiştir. En makbulü, klasik Osmanlı tezhibi olmakla birlikte 19. yüzyılda yapılan rokoko süslemeler arasında da başarılı örneklere rastlanır. Hafız Osman Efendi, Mustafa İzzet Efendi, Yesarizade M. İzzet Efendi, Hasan Rıza Efendi, Bakkal Arif Efendi ve Şevki Efendi hilyeleriyle ünlü hattatlar arasında sayılabilir."
"Gerçeğin bir yansıması"
Yurtta ve yurtdışındaki müze ve kütüphanelerle özel koleksiyonlarda paha biçilmez değerde hilye örnekleri bulunduğunu belirten Subaşı, şunları söyledi:
"Hilyeler, Osmanlı derinlikli İstanbul kültürünün sanata güzel bir yansıması olarak görülebilir. Bu toprakların çocukları, doğarken kulağına okunan ezan ve kamette Peygamberini anar, sünnet olurken, askere veya hacca giderken yahut oralardan dönüşte, evlenirken ya da güzel bir habere ulaştığında ve dahi bir sevdiğini kaybettiğinde okuttuğu mevlitlerle hep onu hatırlamaya çalışır. Ömürleri son bulduğunda da sevdiklerinin ellerinde 'Bismillah ve ala milleti Resulullah!' ifadesiyle toprağa bırakılırlar. İşte bu insanlar, onu anlatan ifadeleri levhalaştırarak evlerinin en güzel köşesinde görmek istemişlerdir. Bunun için hat ve tezhip sanatçısına ödediklerinin pazarlığını bile yapmazlar. Bu bize mahsustur. Gelenek halen de sürmektedir. Ayasofya'daki sergiyi bu gerçeğin bir yansıması olarak görebilirsiniz."
Kaynak: AA
Yeni yorum ekle