Kâbe

Sözlükte “dört köşeli veya küp şeklinde olmak” anlamındaki ka‘b (كعب) kökünden gelen ka‘be “küp şeklinde nesne” demektir. Mekke şehrinde Mescid-i Harâm’ın ortasında bulunan Kâbe yaklaşık 1,5 m. genişliğindeki temeller üzerine inşa edilmiştir. Kâbe’nin merkezinden dört köşesine (rükn) çekilecek hatlar yaklaşık olarak dört ana coğrafî yönü gösterir. Bunlardan doğu yönünü gösteren köşeye Rüknülhacerülesved, güneyi gösteren köşeye Rüknülyemânî, batıyı gösteren köşeye Rüknülgarbî, kuzeyi gösteren köşeye de Rüknülırâkī denilir.

Kâbe’nin ilk defa ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı hususunda ihtilâf vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de Kâbe ile ilgili olarak şu âyetler yer almaktadır: “Şüphesiz âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev -mâbed- Mekke’deki -Kâbe-’dir; “İnsanlar arasında haccı ilân et ki gerek yaya olarak gerekse nice uzak yol ve diyarlardan yorgun argın gelen, zayıf develer üzerinde, kendilerine ait birtakım yararları müşahede etmeleri, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın ismini anmaları -kurban kesmeleri- için sana -Kâbe’ye- gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yiyin hem de fakir ve yoksullara yedirin. Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve eski evi tavaf etsinler. Kim Allah’ın yasaklarına saygı gösterirse bu, rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır” (el-Hac 22/27-29). Bu âyetlerden Kâbe’nin Hz. İbrâhim’den önce de var olduğu, ancak yıkılıp uzun zaman içinde yerinin kaybolduğu ve İbrâhim tarafından bulunarak yeniden yapıldığı anlaşılmaktadır. Fakat Hz. İbrâhim’den önce kimin tarafından inşa edildiği hususunda Kur’an’da herhangi bir bilgi yoktur. Bununla birlikte bazı kaynaklarda ilk yapanların Hz. Âdem yahut oğlu Şît, hatta onlardan daha önce melekler olduğuna dair birçoğu İsrâiliyat kaynaklı, mübalağa ve efsane unsurlarıyla süslü, bir kısmı da sembolik anlamlar taşıyan rivayetler yer almaktadır.

Kâbe’yi ziyaret, Hz. İbrâhim zamanından putperestliğin yayılışına kadar tevhid esaslarına uygun olarak sürdürülmüştür. Mekke’de putperestliğin başlamasıyla müşrikler Kâbe ve çevresine çok sayıda put dikerek burayı puthâneye çevirdiler; ayrıca zaman içerisinde tavafı çıplak yapmaya başladılar. Hz. İbrâhim’in dinine bağlı Hanîfler gibi birçok kişi ise Kâbe’yi putperest anlayışın dışında ziyarete devam etti. Mekke müşrikleri Kâbe’yi ve etrafını putlarla doldurmalarına rağmen hiçbir zaman onu bu putlara nisbet etmemişler, daima Beytullah olarak görmüşlerdir. Fakat kendilerini Allah’a yaklaştırdığına inandıkları putlara kurban kesip dua etmekten de vazgeçmemişlerdir. Müşrikler bir yandan da Kâbe’nin imarına çalışır ve hacılara ücretsiz olarak su ve yemek dağıtırlardı.

Hz. İbrâhim ile oğlu İsmâil’in yaptığı binanın duvarları harçsız olarak üst üste konulan taşlarla örülmüştü. İnanışa göre bugün makām-ı İbrâhim denilen büyük taş Hz. İbrâhim’in insanları hacca davet için üzerine çıktığı taştır. Kâbe’nin Hz. İbrâhim’den sonra kaç defa yeniden yapıldığı hususu da ihtilâflıdır; genelde benimsenen görüş Amâlika, Cürhüm ve daha sonra Hz. Muhammed’in dedelerinden Kusay b. Kilâb tarafından olmak üzere üç defa inşa edildiği şeklindedir. Kusay, o güne kadar damı bulunmayan Kâbe’nin üzerini hurma dallarıyla örtmüştür. Kureyş’in 605 yılında yaptığı yeniden inşa sırasında Hz. Muhammed’in, amcası Abbas ile birlikte taş taşıdığı ve bu arada Hacerülesved’i yerine koyma şerefini paylaşamayan Kureyş kabileleri arasında çıkması muhtemel bir çatışmayı önlediği bilinmektedir.

Kureyşliler, duvarları bir sıra taştan sonra ahşap bir hatıl koymak suretiyle ördüler ve yüksekliği 9 arşından 18 arşına çıkardılar; içeriden Rüknüşşâmî tarafına bir merdiven, damın kuzeybatı kenarına da biriken yağmur sularının hicre akması için bir oluk koydular. Halifeliğini ilân eden Abdullah b. Zübeyr, Mekke’yi kuşatan Emevî ordusunun mancınıklarla attığı taşlar ve bu sırada çıkan yangın yüzünden Kâbe’nin tamamen tahrip edilmesi üzerine duvarların kalan kısımlarını yıktırıp binayı Hz. İbrâhim’in temellerini esas alarak yeniden yaptırdı ve bu arada güneybatı, kuzeydoğu duvarlarını hatîm ile birleştirerek hicri binaya dahil edip binanın yüksekliğini 27 arşına çıkardı. İpekten yeni bir örtü giydirilen binanın etrafı da çepeçevre taş döşendi.

Kâbe’nin yapısı 1040 (1630) yılına kadar herhangi bir değişikliğe uğramadan devam etmiş, bu uzun zaman dilimi içinde yalnız basit onarım ve süsleme çalışmaları yapılmıştır. XVI. yüzyılın sonlarına doğru kuzeybatı duvarında tehlikeli boyutlarda çatlamalar meydana gelmiş, fakat İstanbul ulemâsı Kâbe’nin yıkılıp yeniden yapılmasının câiz olmadığına karar vermişti. Daha sonra I. Ahmed, başmimar Mehmed Ağa’dan harap durumdaki Kâbe’nin yıkılma tehlikesine karşı önlem alınmasını istemiş, hazineden de gerekli tahsisat ayrılmıştı. Muharrem 1021’de (Mart 1612) yapılan ve 80.000 altın harcanan bu tamiratta duvarlar, yıkılmış olan kısımları tamamlandıktan sonra İstanbul’da hazırlanan altın ve gümüşlerle süslü dört ayak ve on altı kirişten oluşan demir kuşaklarla takviye edilmiş, ahşap çatı elden geçirilmiş, eskiyen yağmur oluğu sökülüp yerine gümüş kaplama üzerine altın süslemeli yeni bir oluk takılmıştır. Bu arada kapı kemeri yenilenmiş ve üzerindeki gümüş kitâbe levhası alınarak yerine altın bir kitâbe levhası konulmuştur.

IV. Murad zamanında Mekke o güne kadar görülmemiş şiddette bir fırtına ve sel baskınına mâruz kaldı; sular Mescid-i Harâm’a girerek Kâbe duvarlarının yarısına kadar çıktı ve ertesi gün akşama doğru kuzeybatı duvarı tamamen, kuzeydoğu duvarı kapıya kadar, güneybatı duvarının da altıda bir kadarı yıkıldı. Bunun üzerine Mısır’dan Mimar Rıdvan Ağa ile Medine Kadısı Mehmed Efendi Kâbe’nin yapımına memur edildi. Temmuz 1631’e kadar yaklaşık altı buçuk ay süren bu çalışmalar sırasında Hacerülesved köşesi hariç bütün duvarlar temellerine kadar taş taş sökülerek orijinalitesine dokunulmadan yeniden yapıldı ve yıpranmış, harap olmuş kısımlar yenileriyle değiştirildi. Suûdîler zamanında gerçekleştirilen başlıca onarımlar ise 1958 yılında dam ile duvarların iç taraflarında bulunan mermer kaplamaların değiştirilmesi, 1982’de zemin mermerlerinin değiştirilmesi ve 1996’da duvarların dış yüzlerindeki taşların numaralanıp sökülerek bozulan kısımlarının düzeltilmesi ve direklerle zeminin elden geçirilmesidir.

İslâmî dönemde örtü halife, önemli bir hükümdar veya Mekke valisi tarafından yaptırılırdı; ilk yaptıranlar Hz. Peygamber, Ebû Bekir, Ömer ve Osman’dır. Muâviye halife olunca örtü sayısını ikiye çıkardı. Bunlardan biri Hz. Ömer’den beri Mısır’da yaptırılan beyaz keten örtü, diğeri de kendisinin ihdas ettiği kırmızı ipek örtü idi. Resûl-i Ekrem zamanından itibaren 10 Muharrem âşûrâ günü kırmızı örtü, 27 Ramazan’da da beyaz örtü asılırdı.

Örtünün kendisi de kitâbeli olarak dokunmuştur. Birbiri içine giren üçgenler arasında lafza-i celâl, kelime-i tevhid ve “Sübḥânallāhi ve bi-ḥamdihî sübḥânallāhi’l-ʿaẓîm” ibaresi yazılıdır. Örtünün üzerindeki yazılarda altın ve gümüş teller kullanılmıştır. Abbâsîler döneminden itibaren devam eden bu yazı geleneğinde örtünün hangi halife veya sultan tarafından nerede ve ne zaman yaptırıldığına dair kayıtlar da bulunmaktadır.

Kâbe hizmetleri Hz. İbrâhim ve İsmâil’in Kâbe’yi yapması ile birlikte başlar ve bilindiği kadarıyla Mekke’ye hâkim olan İsmâiloğulları, Amâlika, Cürhüm ve Huzâa kabileleri arasında el değiştirdikten sonra nihayet Kusay b. Kilâb zamanında Kureyş kabilesine intikal eder. Kusay, Huzâa kabilesini Mekke’den tamamen çıkardı ve sikāye, hicâbe, imâre, rifâde gibi Kureyş içinde çok büyük şeref ve saygınlık ifade eden vazifeleri uhdesinde topladı. Ömrünün sonuna doğru bunları iki oğlu arasında paylaştırdı ve hicâbe, Dârünnedve ve livâyı büyük oğlu Abdüddâr’a; sikāye, rifâde ve kıyâdeyi diğer oğlu Abdümenâf’a verdi. Mekke’nin fethi sırasında Kâbe’nin hicâbe vazifesi Abdüddâr soyundan Osman b. Talha’da idi. Hz. Peygamber tavaftan sonra kapıyı Osman b. Talha’ya açtırdı ve Kâbe’nin putlardan temizlenmesinin ardından içinde şükran namazı kılıp dışarı çıkınca anahtarı amcası Abbas ile Hz. Ali’nin istemesine rağmen yine ona ve sorumluluğunu da onunla birlikte amcasının oğlu Şeybe b. Osman’a verdi. Aynı şekilde Resûl-i Ekrem, Câhiliye döneminin Kâbe’yle ilgili geleneklerine saygı göstererek diğer görevleri de eskiden beri yürüten ailelerde bıraktı. Hz. Ömer bu işler için bütçeden tahsisat ayırmaya başladı. Muâviye’den itibaren de düzenli hale getirilen Kâbe hizmetlerine özel görevliler tayin edildi. Daha sonraki dönemlerde bu hizmetlere hadım ağalar memur edildi. Osmanlılar zamanında sayıları hayli artan ağaların yerini zamanla bugünkü memur ve hademeler aldı. Kâbe’nin kokulandırılması ve tütsülenmesi işi de İslâm öncesinden beri devam eden hizmetlerdendir. Abdüddâroğulları bu görevi de yerine getirmekteydiler. Muâviye, hac mevsimlerinde ve receb aylarında hoş koku ve buhurdanlıklar göndermiş ve özel görevliler tayin ederek Kâbe’nin sık sık kokulandırılmasını emretmiştir. Bu gelenek sonraki halifeler tarafından da sürdürülmüştür. Hicaz’ın Osmanlı idaresine girmesinin ardından her yıl bu hizmet için haremeyn tahsisatından pay ayrılmıştır.

Kureyşliler’e itibar ve ticarî avantaj sağlayan Kâbe kıskançlık ve düşmanlıkların da odak noktası olmuş, Habeşistan’ın Yemen valisi Ebrehe Mekke’yi ele geçirip burayı yıkmak isterken bazı Arap kabileleri de kendilerine yeni kâbeler yapmış ve diğer Araplar’ın Mekke’ye gitmesine engel olmaya çalışmışlardır. Yeni yapılanlar içinde özellikle Gatafânlılar’ın, Becîle, Has‘am, Ezd, Hevâzinliler’in, Tâifliler’in ve Necrânlılar’ın kâbeleri önemliydi. Bunların da aynen Beytullah gibi haremi, nâzırları, üzerlerinde kisveleri vardı; hatta Safâ ve Merve gibi sa‘y yapılan yerleri dahi bulunuyordu. Çeşitli kabileler haram aylarda buralara hacca gelirler ve mâbedi tavaf edip kurban keserlerdi. Hz. Peygamber Mekke’nin fethinden sonra hepsini yıktırmıştır.

Hz. İbrâhim’in Kâbe’yi inşa ederken içerisine kazdığı mahzen çukuru hazine yeri olarak kullanılmış, hediye edilen altın, gümüş eşya ve güzel koku gibi malzemenin buraya konulması gelenek halini almıştır. Zaman zaman soyulma teşebbüslerine mâruz kalan Kâbe hazinesi Mekke’nin fethinden sonra Hz. Peygamber tarafından aynen bırakılmıştır. Hz. Ömer bu hazineyi dağıtmak istemişse de sahâbe ile yaptığı istişare sonucunda bundan vazgeçmiştir. Daha sonra da halife ve sultanlar Kâbe’ye kıymetli hediyeler göndermeye devam etmişler, ayrıca içinde yer alan direklerle kapı ve oluk gibi kısımlarını da altın veya gümüşle kaplatmışlardır.

Kâbe, Müslümanlar için sadece taşlardan ibaret olan bir yapı değildir. Yeryüzünde bulunan bütün olumsuz durumların izlerini ortadan kaldırmak adına yeryüzünün de aynı zamanda tevhidi olması için gerekli olan bir alamet olması istenmiştir. Bu nedenle kutsal olan bir olgu olarak Müslümanlara gönderilmiştir.Kâbe’yi, her yıl Kurban Bayramı'ndan önce Müslümanlar ziyaret ederek, gerekli olan tüm ibadetlerini yapmaktadırlar. Kâbe’yi ziyaret eden Müslümanlar, hacı olma sıfatına erişeceklerdir. Kâbe’de yapılan ibadetler, Allah’a şirk koşmanın ve bu durumun Allah katında batıl olduğunun hatırlatılması için önemli bir simge niteliği taşıması oldukça mühimdir.