Müşriklerin kötülüklerini ortaya döken ayetler okunup tebliğ edildikçe sıralanan kötülüklerin tümünü veya bir kısmını kendisinde görenler söylenenlerden rahatsız oluyor, ayetleri bir an önce susturmanın derdine düşüyorlardı. Müşrikler için vahyin tebliğ edilmemesi en öncelikli meseleydi. Bunun için her türlü önlem alınmalıydı.
Mekke liderlerinden oluşan ve içlerinde Ebû Cehil’in de bulunduğu bir grup Hz. Peygamber’in faaliyetlerini durdurabilmek maksadıyla Efendimizin amcası Ebû Talib’e birkaç kez gitti. Ebû Talib’den Hz. Peygamber’i ilahlarına sövmekten, babalarının dalalette olduğunu söylemekten, dinlerini ayıplamaktan ve onları sefih görmekten vazgeçirmesini istediler. Ebû Talib bu heyeti bazı sözler söyleyerek geri çevirdi.
Peygamberliğin onuncu yılında Ebû Talib hastalandı. O ölüm döşeğindeyken müşrik liderlerden oluşan bir grup yeniden çıkageldi. Ondan yeğeniyle aralarını bulmasını istediler. Ebû Talib Allah Rasûlü’nü çağırttı. Ona hitaben: “Ey kardeşimin oğlu! Bunlar kavminin eşrafıdır. Seninle konuşmak istiyorlar.” dedi. Hz. Peygamber de: “Ne istiyorlar?” diye sordu. Onlar: “Sen bizi ve ilahlarımızı bırak, biz de seni ve ilahını bırakalım.” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara: “Size bir kelime söylesem, onu kabul ettiğinizde tüm Araplara hükmetseniz ve Acem de size boyun eğse istemez misiniz?” karşılığını verdi.
Ebû Cehil heyecanla: “Ey kardeşimin oğlu söyle, sen söyle biz on kez söyleyelim.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber “La ilahe illallah dersiniz ve Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeyleri söküp atarsınız.” buyurdu. Orada bulunanlar bunu duyunca yüz çevirdiler ve şöyle dediler: “Ey Muhammed, bütün ilahları tek bir ilah mı kılmak istiyorsun? Bu ne acaip bir şey!” Müşriklerin bu sözleri Sad Sûresi’nin beşinci ayetinin nüzulüne sebep olmuştur.[1]
Ebû Talib İmana Davet Edilirken Ebû Cehil’in Mücadelesi
Mekke’de sözü dinlenen ve saygı duyulan kimselerin müşrik inancını bırakması asla razı olunabilecek bir durum değildi. Ebû Cehil böyle bir durum hissettiğinde mutlaka müdahale etmeye çalışır ve o kişiyi kendi dininde tutmak için her yolu denerdi. O, Ebû Talib’in de Müslüman olmasını engellemek için asabiyet ruhunu ve atalara saygı silahını kullanmıştı.
Ebû Talibin ölmek üzere olduğu sıralarda Rasûlullah onun yanına geldi. O esnada Ebû Cehil ve Abdullah b. Ebî Ümeyye de orada bulunuyordu. Peygamberimiz (s.a.s) amcasıyla konuşmaya başladı ve tekrar onu İslam’a davet etti: “Ey amca! ‘Lâ ilâhe illallah’ de. Bu sözle sana şehadet ve şefaat edeyim. Bu mübarek kelimeyi söyle!”
Ebû Cehil ile Abdullah b. Ebi Ümeyye: “Ey Ebû Talib! Sen Abdulmuttalib'in dininden yüz mü çevireceksin?” diyerek onun iman etmesini engellemeye çalıştılar. Peygamberimiz (s.a.s.) Ebû Talibe kelime-i tevhidi teklif ettikçe, Ebû Cehil ile Abdullah, sözlerini tekrarlayıp durdular.
Ebû Talib’in onlara son sözü: “Ben, Abdulmuttalib'in milleti üzereyim.” demek oldu.[2]
Seni Değil, Senin Getirdiklerini Yalanlıyoruz
Müşrikler Hz. Muhammed’e karşı çıkarken aslında vahye karşı çıkıyorlardı. Bir gün Ebû Cehil Peygamberimize hitaben “Ey Muhammed, biz seni değil, senin getirdiklerini yalanlıyoruz.”[3] diyerek gerçek düşüncesini ortaya koymuştu. Bunun üzerine En’am suresi 33. ayet nazil olmuştur. Ayet-i Kerime’de Rabbimiz şöyle buyurur: “Onların sözlerinin seni üzdüğünü biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlar.”
Ebû Cehil’in Hz. Peygamber’in Namazına Engel Olmak İstemesi
Ebû Cehil Hz. Peygamber’in (s.a.s) namazından, bir olan Allah’a secde etmesinden çok rahatsız oluyordu. Arkadaşlarına, secdeyi kastederek: “Muhammed sizlerin yanında da yüzünü yere koyuyor mu?” diye sordu. “Evet.” dediler. “Lât ve Uzzâ’ya yemin ederim ki onu, bunu yaparken görürsem boynuna basacağım.” dedi.
Rasûlullah (s.a.s) bir gün Kâbe’de namaz kılarken Ebû Cehil onu gördü ve ahdettiği şeyi yapmak için Hz. Peygamber’in yanına geldi. Fakat birdenbire ellerini kaldırarak gerisin geri döndü. Onun bu halini görenler ne olduğunu sordular. Ebû Cehil: “Muhammed’le benim aramda ateşten bir hendek meydana geldi, beni şiddetli bir korku kapladı ve birtakım kanatlar gördüm.” dedi.
Ebû Cehil’in Hz. Peygamber’i Öldürme Girişimi
Kureyş müşriklerinden bir grup Peygamberimizi yanlarına çağırttılar. Hz. Peygamber gelince onunla konuşmaya başladılar. Ancak zamanla sözleri hakaretlere, yersiz tekliflere hatta ölüm tehdidine kadar vardı. Onların bu tutumu kavminin iman edeceğini ümit eden Rasûlullah’ı çok üzdü. O gittikten sonra Ebû Cehil arkadaşlarına şunları söyledi:
“Ey Kureyş cemaati! Görüyorsunuz ki, Muhammed dininizi ayıplamaktan, baba ve atalarınıza dil uzatmaktan, akıllılarınızı akılsız saymaktan, ilahlarınıza dil uzatmaktan vazgeçmedi! Ben Allah'a söz veriyorum ki, yarın kolay kolay taşıyamayacağım bir taş alıp oturacak, namazda secdeye kapandığı zaman, o taşla Muhammed’in başını ezeceğim! Bunun üzerine, siz beni ister koruyunuz, ister Abdi Menaf oğullarına teslim ediniz. Abdi Menaf oğulları bana istediklerini yapsınlar (razıyım).” dedi. Kureyş müşrikleri: “Vallahi, biz seni hiçbir zaman onlara teslim etmeyiz! Git, istediğini yap!” dediler.
Ebû Cehil, sabaha çıkınca, güçlükle taşıyabileceği iri bir taş aldı. Oturup Hz. Peygamber’in (s.a.s.) gelmesini bekledi. Peygamberimiz (s.a.s.) her zaman olduğu gibi, sabahleyin Kâbe’ye geldi ve namaz kılmaya başladı. O sırada Kureyş müşrikleri toplantı yerlerine gelip oturmuşlar, Ebû Cehil'in ne yapacağını görmek için bekliyorlardı.
Ebû Cehil taşı eline aldıktan sonra Peygamberimiz’e (s.a.s.) doğru ilerledi. Peygamberimizin (s.a.s.) yanına yaklaşır yaklaşmaz, yenilgiye uğramış, benzi sararmış, taş elinden düşmüş olarak geri döndü.
Arkadaşları hemen yanına geldiler ve “Ey Hakem'in babası! Ne oldu sana?” dediler. Ebû Cehil: “Size söylediğim şeyi yapmak üzere kalkıp onun yanına doğru gittim. Tam bu sırada önüme bir erkek deve çıkıverdi. Hayır! Vallahi, o devenin ne tepesi ve boyun kökü, ne de dişleri gibisini hiçbir devede görmemişimdir. Az daha beni yutacaktı.” dedi.[4]
Allahım! Ebû Cehil’i Sana Havale Ediyorum
Peygamberimiz (s.a.s), Kâbe’nin yanında namaz kılarken, orada bulunan Ebû Cehil yanındakilere: Hanginiz gidip falancaların dün kestiği dişi devenin etenesini alarak, secde ettiği zaman Muhammed’in sırtına koyar, dedi. Oradakilerin en bedbahtı Ukbe b. Ebî Muayt koşarak onu getirdi ve Peygamberimiz (s.a.s) secdeye vardığında omuzları arasına koydu. İnsanlar gülmeye, gülmekten birbirlerinin üstüne yıkılmaya başladılar. Peygamber (s.a.s) secdeden başını kaldıramıyordu. Nihayet birisi gidip Fatıma’ya haber verdi. Hz. Fatıma gelerek onu sırtından attı.
Peygamber (s.a.s), namazını bitirince sesini yükselterek Kureyşliler’e beddua etti. Allah Rasûlü, beddua ve hayır dua ettiği zaman üç defa tekrar ederdi. Peygamber’in (s.a.s) bedduasından korktukları için Kureyşliler’in gülmeleri kesilmişti. Peygamberimiz (s.a.s) daha sonra (isim sayarak): “Allahım! Ebû Cehl’i sana havale ediyorum, Utbe b. Rabîa’yı, Şeybe b. Rabîa’yı, Velid b. Ukbe’yi, Ümeyye b. Halef’i ve Ukbe b. Ebî Muayt’ı sana havale ediyorum.” dedi. Hz. Peygamber’in(s.a.s), isimlerini saydığı kimselerin tamamı Bedir Savaşı’nda öldürüldü ve cesetleri Bedir kuyusuna atıldı.”[5]
Tebliği Engelleme Çabası
Ebû Cehil her fırsatta Hz. Peygamber’i izliyordu. Onun biriyle konuştuğunu gördüğü anda hemen konuşulan kişinin yanına gidiyor ve Hz. Peygamber’in anlattıklarını alaya alıyor, İslam davetini engellemeye çalışıyordu. Mekke’ye giriş yollarını tutmak suretiyle şehre gelen hacılar ve tüccarlarla Hz. Peygamber’in görüşmesine engel oluyordu.
Hz. Cafer'in (r.a) tebliğinden etkilenen 20 kişilik bir heyet Habeşistan’dan Mekke'ye gelmişti[6]. Mescidi Haram’da Hz. Peygamber (s.a.s) ile karşılaşmışlar ve tebliğ ettiği şeylerin ne olduğunu sormuşlardı. Hz. Peygamber (s.a.s) cevap olarak kendilerine Kur’an’dan birkaç ayet okumuştu. Bunun üzerine gözlerinden yaşlar dökülmeye başlayan Habeşliler Hz. Peygamber’in (s.a.s) Allah'ın Rasûlü olduğuna inanmışlardı. Hz. Peygamber’in (s.a.s) yanından ayrılıp giderlerken Ebû Cehil birkaç Kureyşli ile karşılarına çıktı ve onları azarlayarak “Şimdiye kadar buraya böylesine aptal bir heyet gelmemişti. Ey budalalar; siz daha onunla karşılaşır karşılaşmaz, hemen inancınızdan vazgeçiverdiniz!” diye hakaret etti. Ve onları yeni inançlarından caydırmaya çalıştı. Bu kibar insanlar Ebû Cehil ile tartışmak istemeyerek şöyle deyip ayrıldılar: "Seninle tartışmaya girmek gibi bir niyetimiz yok. Sen kendi inancından sorumlusun, biz de kendi inancımızdan sorumluyuz. Biz kendimiz için hayır gördüğümüz bir şeyi kabul ettik.”[7]
Hz. Hamza ve Hz. Ömer'in Müslüman Oluşu
Ebû Cehil bir gün Safa tepesi yakınında Hz. Peygamber’e (s.a.s) rast gelmiş, ona kötü sözler söylemiş ve ağır hakaretlerde bulunmuştu. Hz. Peygamber (s.a.s) ise ona hiçbir şey söylememişti. Abdullah b. Cüd’an’ın cariyesi tüm bu yaşananları görmüştü.
Peygamberimizin amcası Hz. Hamza tek başına çölde avlanmaya gider, döndüğünde evine uğramadan önce Kâbe’yi tavaf ederdi. Tavaftan sonra Kureyş liderlerinin yanına gelir, onlarla otururdu. Yine bir av dönüşü sırasında Abdullah b. Cüd’an’ın cariyesi karşısına çıktı ve ona; “Ey Ebû Umâre! Yeğenin Muhammed’e az önce Ebû’l-Hakem’in yaptığı hakaretleri keşke duysaydın! Ebû’l-Hakem yeğenine sövüp saydı, O’nu üzecek şeyler söyledi ve O’nu incitti. Sonra çekip gitti. Muhammed ise hiç bir şey söylemedi.” dedi. Bu duruma çok sinirlenen Hamza hemen Harem’e, Ebû Cehil’in bulunduğu yere gitti. Ebû Cehil Kâbe’nin yanında oturuyordu. Ona; “Muhammed’e sövüp sayarsın ha! İşte ben de onun dinindeyim. Onun söylediklerini söylüyorum. Gücün yetiyorsa bana da cevap ver; söv say bakalım.” diyerek elindeki yayı Ebû Cehil’in kafasına indirdi. Orada bulunan Mahzumlular karşı tepki vermek için ayaklanmak istedilerse de Ebû Cehil; “Ebû Umâre’yi bırakın. Onun hakkı var. Yemin ederim ki yeğenine çok fena şeyler söyledim.” dedi ve onları durdurdu.[8]
Ebû Cehil’in Hz. Hamza’ya karşı kabilesinden olan insanları durdurması asabiyetin o dönemde ne kadar etkili olduğunu çok iyi bildiğini göstermektedir. Ona göre, Hz. Hamza’nın tepkisi o anki sinirine bağlıydı ve bu geçici bir durumdu. O esnada gerçekleşecek bir kavga olumsuz bir sonuca sebep olabilir, Hamza gerçekten Müslüman olabilirdi. Mekke’de bulunan bir kölenin, Mekke dışından bir adamın bile Müslümanlığına tahammül edemeyen Ebû Cehil, Hamza gibi birinin Müslüman olmasına hiç katlanamazdı. Bu kavgasında gerekirse her türlü işkenceye, dayak yemeye, hakkı varsa bile almamaya razı gelebilirdi.
Müslümanların sayısının artması, kendi dinlerinin akıbeti adına Kureyşliler’i tedirgin ediyordu. İşin sonu kötüye gidiyordu ve acilen tedbir alınmalıydı. Ebû Cehil ise çözümü çoktan bulmuştu. Ona göre Muhammed’in öldürülmesi gerekiyordu. Bu fikir kabul görmüş, Ebû Cehil katili bizzat ödüllendireceğini ilan etmişti.
Ebû Cehilin fikirlerinden çok etkilenen Ömer b. Hattab kılıcını kuşandı ve Muhammed aleyhisselâmı öldürmek üzere yola çıktı. Ancak olaylar Ebû Cehil’in planladığı gibi değil, Hz. Ömer’in Müslüman olmasıyla sonuçlandı.
Hz Ömer’in (r.a) akrabalarından Abdurrahman b. Haris, Hz Ömer’in (r.a) Müslüman olunca şunları söylediğini rivayet etmiştir: “Müslüman olduğum gün Mekke halkından kimin Allah Rasûlü’ne daha çok düşmanlık ettiğini düşündüm. Ona gidip Müslüman olduğumu söylemeyi tasarladım. Kendi kendime dedim ki bu kimse olsa olsa dayım Ebû Cehil olabilir. Sabah olunca gidip Ebû Cehil’in kapısını çaldım. Ebû Cehil kapıyı açtı, beni görünce: “Hoş geldin yeğenim, bir işin mi var niye geldin?” diye sordu. Ben de ona “Allah’a, O’nun elçisi Muhammed’e ve Muhammed’in getirdiği emirlere iman ettiğimi sana haber vermeye geldim.” dedim. Bunun üzerine “Allah seni de söylediğin şeyi de kahretsin!” diyerek kapıyı yüzüme çarptı.”[9]
Boykot Yılları
Ebû Cehil, Kureyş’in boykot uygulamasına da önderlik etmiş, Müslümanlara yapılmak istenen her türlü yardıma engel olmuştur. O, müşriklerden birinin kalbinin yumuşadığını ve Müslümanlara yardım etmeyi düşündüğünü öğrendiğinde hemen yanına koşup içini kinle doldurmuş ve onu mazlum Müslümanlara yardım etme düşüncesinden vazgeçirmiştir. Müslümanlara gizlice yardım edilmesine mani olmak isteyen Ebû Cehil bir dedektif gibi çalışmış, geceleri uyumayarak nöbet tutmuş, Hâkim b. Hizâm ve Hişâm b. Âs gibi vicdan sahibi kimselere engel olarak onları tehdit etmiştir. Risaletin ilk gününden beri küfrün liderliğini yapan Ebû Cehil’in İslam düşmanlığı her geçen gün artmış, firavun zulmünden vazgeçmemiştir.
Yeni yorum ekle