Ümmetin Firavunu Ebû Cehil - I

Hangi çağda yaşarsa yaşasın insanın istek ve arzuları, hırsları genel olarak aynıdır. Bir gerçeği kabul ve retler, ortaya atılan itirazlar farklı gibi gözükse de aynı duygu ve mantık içerisinde gerçekleşir. İnsanların dış kalıpları farklıdır ancak davranış kalıpları birbirine çok yakındır.

İlahi davete düşman olanlar, gerçekleri gördüklerinde, hemen tepki gösterip hasım kesilirler. Peygamberlerin sunduğu davetin hayatlarını olumsuz olarak etkileyeceğini, maddi ve manevi çıkarlarına set çekeceğini düşünürler. Bu yüzden, ilahi hakikatlerin ve onu tebliğ edenlerin karşısına dikilir, onlara iman edip destek verenleri yok etmek ve halkın Müslüman olmasını engellemek için her türlü yola başvururlar.  Bu kişilerin örneği her dönemde olmuştur ve kıyamete kadar da olacaktır. Hayrın öncüleri olduğu gibi şerrin öncüleri de yeryüzünde mevcut bulunacaktır.

Hz. İbrahimin karşısına Nemrut, Hz. Musanın karşısına Firavun ve avanesi dikilmiştir.  Peygamberimizin karşısında mücadele veren, küfrün elebaşı ise Ebû Cehil olmuştur. Efendimiz (s.a.s) onun hakkında şöyle buyurur: “Her ümmetin bir firavunu vardır, bu ümmetin firavunu ise Ebû Cehil’dir.”

Ebû Cehil

Ebû Cehil’in gerçek ismi Amr b. Hişâm’dır. Künyesi Ebû’l-Hakem’dir. Annesine nispetle İbnü’l-Hanzaliye de denilmiştir. Ebû Cehil’in Bedir Savaşında öldürüldüğünde yetmiş yaşında olduğu rivayet edilmektedir.[1] Bu bilgiden hareketle Ebû Cehil’in miladî 554 tarihinde doğmuş olması muhtemeldir. O, Benî Mahzûm kabilesine mensuptur.

Muhakeme gücü yüksek ve insanlar arasındaki problemleri çözme konusunda mahir bir insan olan Amr b. Hişâm’a  Ebû’l-Hakem( hikmetin babası) denilmiştir. Bu lakap İslâmiyet’e düşmanlığı sebebiyle Hz. Peygamber tarafından Ebû Cehil ( cehaletin babası)  şeklinde değiştirilmiştir.

Beni Mahzūm

Mekke şehrinin yönetimi, Hz. Peygamber’in beşinci kuşaktan dedesi Kusay b. Kilâb’ın Huzâa Kabilesinin hâkimiyetine son vermesiyle Kureyş kabilesinin eline geçti. Kusay, akrabalarını yakınlık derecelerine göre Kâbe’nin etrafından başlamak suretiyle Mekke’ye yerleştirmişti. O, Mekke’nin hâkimi olunca Mekke yönetiminde çeşitli görevler ihdas ederek, Kubbe ve E'inne adlı vazifeleri  Mahzûmoğulları’na verdi.

Kubbe, çadır manasına gelir. Kureyş bir savaşa gittiği vakit bir çadır kurulur, savaş silahları ve paraları burada toplanırdı.  Görev bir nevi silah deposu muhafızlığıydı.

E'inne görevi ise savaşta Kureyş ordusundaki süvari birliğine kumandanlık edilmesidir.[2]  Bu durum Mahzûmoğullarına diğer kabileler arasında büyük bir saygınlık kazandırıyordu.

Mahzûm Kabilesi ismini Mahzûm b. Yakaza’dan alır. Kureyş kabilesinin on kolundan birini oluşturur. Mahzûm oğulları ticaretle meşgul oluyorlardı. İslamın hemen öncesinde ekonomik ve siyasi olarak çok güçlenmişlerdi ve isimleri bazen Kureyş’in yerine kullanılıyordu.[3] Hz. Peygamber’in babaannesi Fatıma binti Amr Mahzûm kabilesindendi. Abdulmuttalib’in Rasulullah’ın babası ile ilgili adağı sonrasında Abdullah’a çıkan fal okuna en çok tepkiyi Abdullah’ın dayı tarafı Mahzûmoğulları göstermişti.

Hz Peygamber’in davetine ilk icâbet edenler arasında Mahzûmoğulları’na mensup sahabiler de vardı. Ebû Seleme ve hanımı Ümmü Seleme, Erkam b. Ebi’l-Erkam, Seleme b. Hişâm, Hişâm b. Ebi Huzeyfe ve Ayyâş b. Ebi Rebîa bunlardandır. Bununla birlikte Mahzûmoğulları’nın liderliğini yapan kişilerin İslâm’a karşı tavrı müspet olmadı. Özellikle toplumsal itibarlarını ve ekonomik konumlarını kaybetme endişesi onların İslâm’a karşı direnmesine sebep oldu. Nitekim Velîd b. Mugīre, Ebû Cehil ve kardeşi Âs b. Hişâm İslâm düşmanlığının birer sembolü haline geldi.

Babası ve Annesi

Ebû Cehil’in babası Hişâm b. Muğire’dir. Hişâm, gerek yakınlarına gerekse Mekke dışından gelen misafirlere yaptığı iyilikler sebebiyle şehrin cömertleri arasında sayılmıştır. Kahramanlığı ve cömertliği o kadar meşhur olmuştu ki Kureyş kabilesine “Hişâm’ın kabilesi(Hayyu Hişâm)” denilmiştir.

Mekkeliler önemli olayları takvim başlangıcı olarak kabul ederlerdi. Örneğin; Fil Vakasından bir yıl sonra, Kâbe’nin inşasından altı ay sonra gibi. Hişâm b. Muğire’nin ölümünün de Mekkeliler tarafından takvim başlangıcı olarak kullanılması onun Mekke içerisinde gerçekten önemli bir şahıs olduğunu gösterir.[4]

Ebû Cehil’in annesi Esma binti Muharribe’dir. Ebû Cehil’in annesi hicretin 13. yılında Müslüman olmuş, Medine’ye gitmiş ve ticaretle uğraşmıştı. Hz. Ömer döneminde veya daha sonraki dönemde vefat etmiştir.[5]

Ebû Cehil’in Kardeşleri

Ebû Cehil’in Hâris, Seleme, Âs ve Halid adlarında aynı babadan olma dört kardeşi vardı. Âs ve Ebû Cehil Müslümanlarla yapılan Bedir Savaşında müşrik olarak öldüler. Hz. Ömer; dayısı Âs b. Hişâm’ı bizzat öldürmüştür. Halid ise esir olarak ele geçirilmişti. Hâris ve Seleme daha sonraki dönemlerde Müslüman olmuşlardır. Ebû Cehil’in Hanteme adında bir kız kardeşi vardır. Hanteme, Hz. Ömer’in annesidir. Bu vesileyle Ebû Cehil, Hz. Ömer’in öz dayısıdır.

Hişâm b. Muğire öldükten sonra Ebû Cehil’in annesi Esma, Ebû Rebîa b. Muğîre ile evlendi. Bu evlilikten de Ayyâş ve Abdullah adlarında iki oğlu, Ümmü Huceyr adında bir kızı olmuştur.[6]

Çocukları

Ebû Cehil’in İkrime, Zürare, Temim, Alkame adlı dört erkek çocuğu ve Sahra, Hunefa, Esma ve Cüveyriye adlarında dört kızı vardır.

Ebû Cehil’in Mekke İçerisindeki Konumu

Daru’n-Nedve, Mekke eşrafının istişare meclisi olarak bilinirdi. Burası her kabileden nüfuzlu kişilerin bulunduğu bir meclisti. Ebû Cehil de Dar’un-Nedve üyesiydi. Bu meclise girme yaşı kırk olmasına rağmen Ebû Cehil 25 veya 30 yaşında bu meclise katılmıştır. Küçük yaştan itibaren babasının ve amcalarının da etkisiyle Mekke içerisinde hatırı sayılır bir mevkiye yükselmiştir.

Mekke’de her kabileden hakemler bulunurdu. Bu hakemler insanlar arasında çıkan anlaşmazlıkları çözüme kavuştururdu. Ebû Cehil de bu hakemlerden birisiydi.[7]

İslam’dan önce Ebû Cehil

Ticaretle uğraşan Ebû Cehil Mekke’nin sayılı zenginleri arasındaydı ve bununla gurur duyardı. Samimi bir putperest değildi. O dönem müşriklerce meşhur olan fal oku çekme amelinin sonuçlarına çoğu zaman uymamıştır. Esasında o putlara değil putların kendisine sağladığı güce tapıyordu.

Ebû Cehil şahsi kabiliyetleri ve sahip olduğu imkanlarla hem kendisini hem de kabilesini liderlik ve şeref bakımından Beni Haşim’e rakip görüyordu.

İslam’ın ilk yılları

İslam daveti Mekke’deki şirk dininin sorgulanmasına sebep olmuştur. Tevhit inancına dayanan İslam insanlar için yeni ve dinamik bir hayat anlayışı sunmuştur. Bu taze ve dinamik hayat cehalet ve zulmete gömülmüş insanlara yeni bir hamle, yeni bir anlayış, ümit ve heyecan getirmiştir.[8]

İslam, müşriklerin önde gelenleri tarafından ilk başlarda temkinli bir şekilde izleniyordu. Ne var ki onların tanrılarını kötüleyen, yaşadıkları dini ayıplayan ve atalarını akılsızlıkla suçlayan ayetler geldiğinde İslam büyük bir tehdit olarak görüldü. Bu dinin önüne geçmek için Mekke’nin liderleri devamlı toplantılar yapmaya, Hz. Muhammed ve getirdiği mesaja karşı eylem planı hazırlamaya başladılar. Bu toplantılara eksiksiz katılan, görüşleri büyük oranda kabul gören, Hz. Peygamber’e en çok düşmanlık besleyen kişilerin başında Amr b. Hişâm (Ebû Cehil) geliyordu.

Hz. Peygamber’in Ebû Cehil’i İslâm’a Davet Etmesi

Hz. Peygamber(s.a.s) her Mekkelinin Müslüman olmasını çok istiyordu. Bu sebeple çok kere Ebû Cehil’i İslam dinine davet etmiştir. Muğîre bin Şube ona yapılan tebliğle ilgili şöyle bir rivayette bulunur:

Rasûlullah’ı ilk tanıdığım günde, Ebû Cehil b. Hişâm ile beraber Mekke sokaklarında yürüyorduk. Hz. Peygamber bize rastladı ve Ebû Cehil’e

“Ey Ebû Hakem! Allah’a ve Allah’ın Rasûlü’ne gel! Seni Allah’a davet ediyorum” dedi.

Ebû Cehil “Ey Muhammed! Sen bizim ilahlarımızla uğraşmaktan vazgeçer misin? Biz şahidlik ederiz ki sen tebliğini yaptın. Allah’a yemin ederim, eğer ben senin söylediklerinin hak olduğunu bilseydim sana tâbi olurdum” dedi. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem yanımızdan ayrıldı. Ebû Cehil bana yönelerek şöyle dedi:

“Allah’a yemin ederim, ben onun söylediklerinin hak olduğunu biliyorum. Fakat ona tâbi olmaktan beni meneden bir şey var: Kusayoğulları ‘Hicâbe (Kâbe’nin anahtarları) bizdedir’ dediler. Biz onlara ‘peki’ dedik. Sonra ‘Sikâye (hac mevsiminde hacılara su vermek) bizim hakkımızdır’ dediler. Biz ‘peki’ dedik. Sonra “Nedve bizimdir” dediler. Biz ona da ‘peki’ dedik. Sonra ‘Livâ  bizimdir’ dediler. Biz buna da ‘peki’ dedik. Sonra hacılara yemek yedirdiler. Biz de yedirdik. Onlarla yarışmaya devam ettik. Şimdi ise: ‘Bizden bir peygamber geldi’, diyorlar. Vallahi ben bunu kabul edemem...”[9]

 

İslam’a karşı düşmanlık

Cahiliye döneminde yaşanan kabileler arası rekabet İslam’a karşı muhalefetin temel nedenlerinden birisi olmuştur. Mahzûmoğullarının Mekke’de hâkim zümreyi teşkil ediyor olması ve bu gücün verdiği destekle Ebû Cehil İslama karşı muhalefetin öncülüğünü yapmıştır. O, Mekkelileri Müslümanlara karşı kışkırtıyor, kendisinde diğer insanlara müdahale edebilme hakkı görüyordu. Özellikle toplum içinde zayıf ve korumasız görünen insanlara her türlü baskıyı uyguluyor, zalimleri zulümlerine teşvik ediyordu. Onun yaptıklarını şöyle maddeleştirebiliriz:

a)      Psikolojik baskı ve alay: Bir kimsenin Müslüman olduğunu duyunca hemen onun yanına gider “Sen babandan daha mı iyisin ki onun dinini terk ettin” diyerek onu azarlar ve küçümserdi. Onun etkisi altında kalan birçok kimse İslam’ı kabul etmekten uzak dururdu.

Velîd b. Mugîre bir gün Hz. Ebû Bekir’in yanına giderek onunla Kur’an hakkında konuştu ve ayetleri dinledi. Dinlediklerinin etkisiyle: “Vallahi, o ne şiirdir, ne sihirdir, ne de delilik saçmalarındandır! Onun söylediği, hiç kuşkusuz, Allah kelamındandır!” dedi.

Bu sözünü işiten Kureyşîlerden bazıları, bir araya gelerek: “Vallahi, Velîd dininden dönecek olursa, muhakkak, bütün Kureyşliler de dinlerinden dönerler!” dediler. Ebû Cehil bunu işitince; “Vallahi, sizin için, onun hakkından gelirim!” diyerek amcası Velîd b. Mugîre'nin evine gitti. Ona :

“Ey amca! Kavminin, senin için sadaka mal toplamak istediklerini, topladıklarını gördün mü?”dedi. Velîd b. Mugîre:

“Ne için topluyorlar?” diye sordu. Ebû Cehil:

“Sana vermek için! Çünkü sen kendisinden bir şeyler elde etmek için Muhammed’in yanına gidiyormuşsun!” dedi. Velîd b. Mugîre:

“Kureyşliler benim kendilerinin en zengini olduğumu bilirler. Ben mal ve evlatça onlardan daha zengin değil miyim?” dedi. Ebû Cehil:

“Öyle ise, sen Kur’an hakkında bir söz söyle de, kavmin işitsin ve senin ondan hoşlanmadığını, inkâr ettiğini anlasın!” dedi.

Velîd b. Mugîre: “Ne söyleyeyim bilmem ki! Vallahi, içinizde şiirlerin her çeşidini; recezini, kasidesini ve cin şiirlerini benden daha iyi bilen kimse yoktur. Vallahi, onun söylediği bunların hiçbirine benzemiyor! Vallahi, onun söylediği sözde öyle bir tatlılık, öyle bir parlaklık ve güzellik var ki, sanki tepesi bol yemişli, dibi sulak yemyeşil bir ağaç o! Hiç kuşkusuz, o söz, her şeye üstün gelir. Fakat ona hiçbir şey üstün gelemez!” dedi. Ebû Cehil:

“Onun hakkında bir şey söylemedikçe, kavmin senden hoşnut olmayacaktır” deyince, Velîd b. Mugîre: “Öyle ise, beni kendi halime bırak da bir düşüneyim!” dedi. Velîd küfrün elebaşı olarak öldü.[10]

b)     Tehdit ve gözden düşürme: Zengin ve ticaretle uğraşan kimselerin İslam’a ilgi duymaya başladığını hissettiği anda onları iflas ettirmek, toplumda itibar sahibi ve değer görenleri ise, saygınlıklarını yok ettirmekle tehdit ederdi.

c)      İşkence: İman edenlere engel olmak için her yolu deneyen Ebû Cehil, yoksul ve güçsüz olanları döver, işkence ederdi. İslamiyet’i kabul edip iman eden Ammâr bin Yâsir ile babası,   annesi ve kardeşine çok ağır işkenceler uyguladı. Bu işkencelerden sonra,  Ammâr’ın annesi Sümeyye, babası Yâsir ve kardeşi Abdullah şehit oldu.

Aslen Rum olan Hz. Zinnîre (r.anha) Abduddâroğullarının azatlı kölesiydi. O, Mekke devrinde müşriklerin ağır işkencelerine maruz kalmış fakat büyük bir sabır ve metanet göstererek imanından asla taviz vermemiştir. İslam’ın azılı düşmanı Ebû Cehil’e karşı direnmiş ve “Ebû Cehil’e meydan okuyan köle” olarak anılmıştır.

Ebû Cehil'in yaptığı işkenceler yüzünden Zinnire’nin gözleri kör olmuştu. Ebû Cehil, “Gördün mü? Lât ve Uzzâ senin gözünü kör etti!” dedi. Zinnîre : “Hayır! Vallahi böyle değildir. Benim gözümü böyle eden onlar değillerdir. Lât ve Uzzâ, ne yarar ne de zarar vermeğe asla kadir olamazlar. Onlar hiçbir şeyi göremezler! Onlar, kendilerine tapanları da, tapmayanları da bilmezler. Benim Rabbim gözümü geri vermeğe, beni gördürmeğe de kadirdir.” dedi. Diğer müşrikler de Ebû Cehil gibi söylediler ama Zinnîre onların da yalan söylediklerini Allah'a yemin ederek ilan etti. Bu tartışmaların olduğu günün gecesi geçip de sabah olunca Yüce Allah (c.c) Zinnîre Hatun'un gözlerini geri çevirdi. Lakin Kureyş müşrikleri “Bu da, Muhammed'in sihirlerindendir!” dediler.

d)     Mekke dışına çıkışı engelleme: Müslümanları baskı altında tutabilmek ve bu dini yok edebilmek için onların elinin altında ve gözetimi altında olması gerektiğini düşünüyordu. Hicret edenleri engellemeye gitmiş olanları türlü hilelerle geri getirtmeye çalıştı.

e)     Kötü propaganda: Mekke’ye İslam’ı öğrenmeye gelenlerin karşısına çıkarak onları İslam’dan uzak tutmaya çalışırdı. Ebû Cehil her fırsatta Hz. Peygamber’i izliyordu. Onun biriyle konuştuğunu gördüğü anda hemen konuşulan kişinin yanına gidiyor ve Hz. Peygamber’in anlattıklarını alaya alıyordu. Bu şekilde tebliğin yayılmasını engellemeye çalışıyordu. Mekke’ye giriş yollarında adamlarıyla bekleyerek Mekke’ye gelen hacı ve tüccarların Hz. Peygamber’le görüşmesine engel olurdu.

 

 



[1]- Belazurî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, 130

[2] -Mustafa Fayda, Allah’ın Kılıcı Halid b. Velîd, 26

[3]-Mehmet Ali Kapar, Benî Mahzûm, DİA, XXVII,  402

[4] - Rıdvan Gür,  Ebû Cehil’in Hayatı ve İslam Karşıtı Faaliyetleri, Yüksek Lisans Tezi, 16, Isparta 2014

[5] -İbn-i Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ, VIII, 300

[6] - Rıdvan Gür,  a.g.e, 17

[7] - Rıdvan Gür,  a.g.e, 27

[8] - Mustafa Fayda, Allah’ın kılıcı Halid b. Velîd, 5

[9] - Beyhaki, Delâil, III/64

 [10] -M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: I, 296-298.

 

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.