Sevabıyla hatasıyla ‘Kutlu Doğum’

Sevabıyla hatasıyla ‘Kutlu Doğum’

Yirmi beş yıldır devam eden 'Kutlu Doğum' etkinliklerinin elbette lehte de aleyhte de konuşulacak yönleri var. Ama bendeniz iyi taraflarının daha çok olduğu kanaatiyle, çağrıldığımda konferans vermeyi ihmal etmemeye çalışıyorum ve her gittiğim yerde olumsuz durumlara da dikkat çekiyorum. Bu sene de öyle yaptım.

Bence meselenin iyi yönü şurası: İlk uygulanmaya başladığı zamanları düşünürsek, Hz. Peygamber'in her mahfilde konuşulamadığı ortamlarda, işe biraz da resmiyet katarak onun adını ve mesajını her yere ulaştırma fırsatı bulunmuş oluyordu. Resmi bir etkinlik olduğu için mahallin mülki amiri dahi etkinliklere katılma gereği hissediyordu. O gelince bağlı bütün kurumlar da orada hazır bulunuyorlardı.

İkinci olarak, senede bir kez de olsa Hz. Peygamber'e dikkat çekiliyor, anlaşılmasına katkı sağlanıyordu. Eğer konuşmacılar işin farkında iseler bu etkinlikleri hep iyi şeyler söylemeye bir vesile edinebiliyorlardı. Halen de öyle olduğu kanaatindeyim.
Eleştiri noktalarına gelince: Bazı çok duyarlı çevreler İslam'da ve Hz. Peygamber'in sünnetinde doğum günü kutlaması mı var? Böyle bir kutlama bidat olmaz mı? Diyorlar. Bu itiraz duruma göre haklı olabilir. Eğer mevlit kutlamaları bir ibadet olarak görülür, bunu yapınca bizde dini bir gereğin yerine getirildiği kanaati oluşursa elbette bidat olur. Ama dediğimiz gibi, İslam'ın bir sürü engelinin bulunduğu böyle bir toplumda bir fırsat, bir davet aracı olarak görülürse bidat olmayabileceğini de bilmeliyiz.

Bununla birlikte programları hazırlayan kurumların niyetlerine ve inisiyatiflerine göre bu etkinliklerde Hz. Peygamber'e yakışmayan manzaraların çokça bulunduğu da malum. Bize göre bu olumsuzlukların başında geleni, müzikal şovlardır. İlanlara bakanlar pek çok yerde bu kutlamaların bilmem ne konseri ile icra edileceğinin duyurulduğunu görürler. Konser ve Allah'ın Rasulü… Bir araya gelmeleri ancak bir yozlaşmayla ve bir yamulmayla oluşabilecek iki uç. Elbette müziğin helal olanı da vardır. Elbette bundan etkili bir sanat da doğmuştur. Elbette Hz. Peygamber bazı çalıp oynamalara müsaade etmiştir. Ama o hiçbir zaman müziğin hiçbir türünden hoşlanmamıştır. Çünkü müzikal icralar, helalinden de olsa, bir zevki, bir dünyevileşmeyi, dünyadan bir kâm almayı ihsas eder. Müzik konusuna sonra döneceğiz. Bu durum elbette Hz. Peygamber'i bile zevklerimize alet edip, tüketilen bir nesne olarak görmemiz anlamına gelir.

İkinci olarak, bu etkinliklerin konuları, belki de Diyanetin konumu itibariyle, hep modern dünyanın hayat felsefesiyle mümaşat eden 'layt' konular olmaktadır. Birlikte yaşama, hoş görü, sevgi, ötekileştirmeme. Sanki modern Batı kendi ekseninde yeni bir dünya kurma, yeni bir dünya vatandaşı oluşturma niyetinde ve bizi de bu hedefe katılmaya ve katkıda bulunmaya hazırlıyor. Ne hikmetse onlar İslam dünyasını kana buluyorlar, çıkarları doğrultusunda yakıyorlar, yıkıyorlar, mezhep çatışmaları oluşturup parçalıyorlar, ama bir yönden de bize hoşgörüyü, ötekileştirmemeyi, birlikte yaşamayı telkin edip bununla kendi harekâtlarına lojistik destek arıyorlar.
Oysa müslümanların tarihte birlikte yaşama diye bir problemleri hiç olmamıştır. Biz içimizdeki gayrimüslimlerin bütün hukukunu korumuş ve onları kollamışız. Başkalarının zulmüne uğrayan Yahudi ve Hıristiyanlar bile kaçıp bize iltica etmişler. Ancak tabiidir ki biz, kavramdan bugün kastedildiği anlamda bir birlikteliği de anlamıyoruz. Bir mümin için mümin olmayanlar elbette ötekiler olmak zorundadır. Öteki vardır, ama öteki de olsa kimseye haksızlık etmeme de vardır. Temel insan hakları dışındaki haklarda da doğal olarak farklılıklar olacaktır, çünkü görevler farklıdır. Bu aslında bütün dinler için böyledir. Bunun olmadığını söylemek, İslam'ın bağımsız bir din, hem de son ve tek doğru din olduğunu kabullenmemek anlamına gelir.

Yazının devamı için: http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/faruk_beser/sevabiyla-hatasiyla-kutlu-dogum-2010249

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.