Kudüs derdimiz oldukça Osmanlı bitmez

“Dolaşsın, sonra, İslâm’ın harem-gâhında nâ-mahrem...

Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!”

demişti Mehmet Akif Ersoy. Peki “dolaşsın, sonra” diyen Akif öncesini de açıkladı mı? Elbette, hem de bize bizi göstererek, acı hakikati yüzümüze tokat gibi çarparak:

Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefasız, kansız evlâdı,

Serâpâ Garb’a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdadı!

Hayalimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu,

Salahaddîn-i Eyyûbîlerin, Fatihlerin yurdu.

“Ne hüsrandır ki Şark’ın ben vefasız, kansız evladı; baştanbaşa Batı’ya çiğnettim ecdad toprağını. Selahaddin-i Eyyubilerin, Fatihlerin yurdu hayalimden geçerken şimdi, allak bullak oldum.” diyor yani şair. Türkçenin hazin bir zaferi olarak nitelendirilen “Bülbül” adlı bu şiir, Bursa’nın işgali üzerine yazılsa da aslında ecdad emaneti toprakların namahrem ellerinde tarumar olması karşısında bir feryattır. Biz bugün bu feryadı Ortadoğu’da yürekler burkan zulüm, talan ve vahşet karşısında iliklerimize kadar hissediyoruz. Şarkın en sevgili sultanı Selahaddin-i Eyyubi’nin yurdu hâlen hercümerc, yani allak bullaktır. Hayalimizden her geçişte vicdanımızı sızlatan tek bir soru var bu hüsran nedeniyle: Sorumlusu kimdir? Akif’in bu soruya cevabı ise yorum bırakmayacak kadar açık ve nettir.

İbn Haldun “Coğrafya kaderdir” der. Peki, kaderinden kaçabilir mi insan? Çıksak ecdad toprağından; devletler, sınırlar değişse gönüllerin sınırı da değişir mi? “Etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ”  ilahi kelamı var iken gönüllere sınır konulabilir mi?  Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamberimizin hâk-i pâyi olan topraklara yüz sürünce orada kalmaz mı gönlümüz! Kâbe’nin varlığıyla şereflendirdiği topraklarda çarpmaz mı kalbimiz! Mirac’ın ilk basamağı, ümmetin ilk kıblesi, tüm Müslümanların harem-i izzeti ve namusu olan Kudüs, gönül memleketimizin sınırları içinde değil midir? Bu topraklara “Ortadoğu” adını vermiş oysa Batı. Bu durumda, kendini dünyanın tam merkezine koymuş oluyor. Hâlbuki arzın merkezi; İslam âleminin kalbi olan Kâbe’dir. Kıbleye yönelir dünya, günde beş vakit çünkü.

Ecdad mezarıdır bu topraklar

Selahaddin-i Eyyubilerin, Kılıç Arslanların ve Osmanlı’nın mukaddes hatıralarıyla dopdoludur; şehitler yatağı, ecdad mezarıdır bu topraklar. Sadece Birinci Dünya Savaşı yıllarında yüz binlerce evladımızı feda ettiğimiz Bağdat, Basra, Hicaz, tüm o bölge; hesabi değil hasbi baktığımız, efendi değil hizmetkâr olduğumuz topraklardır.

Tarihler ismini andığı zaman,

Sana hak verecek, ey koca Sultan;

Bizdik utanmadan iftira atan,

Asrın en siyasi Padişahına.

şeklinde pişmanlık itirafları yankılansa da iş işten geçmişti artık. Asrın en siyasi padişahına iftiralar atılmış, sonunda bir darbeyle milletin geleceğine darbe indirilmişti. İndirildi de ne oldu, olan millete oldu. Ortadoğu üzerindeki oyunları o görmüştü hâlbuki. Engin basireti ile tedbirler almıştı.  Demirden kolları Hicaz’a kadar, vizyonu ahirete kadar uzanıyordu.

Ey Koca Sultan II. Abdülhamit Han! Şimdi kalkmış “Osmanlı bitti” diyorlar. Bitti diye mi oluk oluk kan akıyor Batı’nın “Ortadoğu” adını verdiği bu topraklardan? Bitti diye mi kaderimiz olan bu coğrafya aynı zamanda derin kederimiz oldu? Bitti diye mi bugün sofralara ağız tadıyla oturulan dünyada en çok yetim, İslam coğrafyasında? Peki şimdi dolaşsın mı İslam’ın haremgâhında namahrem! Adı “İnsan” olan Sûre’de yetime, yolda kalmışa, yoksullara iyilik yapmak emredildiği hâlde savaş, afet, yoksulluk nedeniyle yetim ve korumasız kalan çocukların çoğunun İslam coğrafyası üzerinde bulunması ne büyük bir acıdır! Ne büyük bir hüsrandır! Peki, şimdi dolaşsın mı İslam’ın haremgâhında namahrem! Dolaşmasın Ya Rabbi! Dilimizde Kuran-ı Kerim’den bir dua: “Rabbimiz, unuttuklarımızdan ya da yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet, bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara Sûresi/286). Hz. Peygamber’i bir gece Mescid-i Haram'dan (Mekke'den), çevresi mübarek kılınan Mescidi Aksa'ya (Kudüs'e) götüren şanı yüce Allah’ın bahşettiği ayetlerdendir bu dua ve bu duanın; her taraftan kuşatıldıkları bir dönemde Müslümanlara öğretildiğini hatırlayalım.

 “Müslümanların kırmızıçizgisidir Kudüs”

Hatırlayalım dertlerimizi. Yine tazelensin yürek yarası. Dertlerimizi ekleyelim, yol olsun Kenan çöllerine. Derdi olmayanların aramızda işi ne! Yusuf’un kuyusuna salalım düğümlenmiş dertlerimizi. Bizim dertlerimizi, dert edindiklerimizi… El kadar yüreklerimize dağ gibi dertler yığalım. Kayıp ve hükümsüz vicdanları, ölen masum canları, akan kanları, susan ezanları dert edinelim, dertler edinelim. Tartsak yüreğimizi, hele bir tartsak göreceğiz: Kuyuya düşmeseydi Yusuf, sultan olur muydu hiç? Ateşe atılmasaydı İbrahim; “serin ve selamet” olur muydu ateş ona? Kuyu varsa, Kenan çölleri varsa Rabbinden ümit kesmeyen Yusuf da vardır.  Firavun varsa, Kızıldeniz varsa, asa varsa” “Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır” diyen Musa da vardır. Nemrut varsa, ateş varsa,  “Ey ateş, İbrahim’e karşı serin ve selamet ol!” ilahi emri de vardır. Etrafımız ateş çemberi ve biz hâlen yanmıyorsak bir sebebi vardır. Yüreğimiz dertlerle dağlandıkça Nemrutların ateşi serin ve selamet bize. İyiliğe, güzelliğe, hayra ve barışa dair yüreklerimize yığdığımız dağ gibi dertlerle varız. Derdimiz dermanımızdır çünkü bizim. Öyle olmasa biz dertlendikçe niye birileri “Osmanlı bitti” desin! Zorlaştırmak için değil kolaylaştırmak için; nefret ettirmek için değil müjdelemek için; ayırmak için değil birleştirmek için şehirlere ayak basan bir gönül medeniyetinin bittiğini söylüyorlar. Peki, neden şimdi söylüyorlar? Osmanlı’yı hatırlatan, ecdadın yönetim miras ve vasiyetine sadık bir duruşa cevaptır bu sözler.  

“Müslümanların kırmızıçizgisidir Kudüs” bunu diyebiliyorsak, coğrafya kaderimiz ve Kudüs kederimiz ise hâlâ Osmanlı bitmemiş demektir. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” devlet geleneği neşvünema bulmuşsa; savaşlardan, zulümlerden can havliyle kaçan göçmenlere sadece sınır kapılarımızı değil, gönül kapılarımızı da açıyorsak Osmanlı bitmemiş demektir. Göçmenler konusunda üstüne düşeni yapmayan Batı’nın ve medeni (!) dünyanın İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ndeki “Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır.” maddesini icadından yüzyıllar önce de, “davasının esası sevgi” olan bir Osmanlı vardı.

Kudüs’e selam ve dua ile…

Feride Turan

Kaynak:Dünya Bizim

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.