Nifak Mikrobu
:عن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّي اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
أرْبَعٌ مَنْ كُنَّ فيهِ كَانَ مُنَافِقاً خَالِصاً. وَمَنْ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنْهُنَّ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنَ النِّفَاقِ
.حَتّى يَدَعَهَا: إذَا أُؤْتِمِنَ خَانَ، وَحَدّثَ كَذَبَ، وإذَا عَاهَدَ غَدَرَ، وَإذَا خَاصَمَ فَجَر
Hz. Abdullah İbn Amr İbni’l-As radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Dört özellik vardır ki; kimde bu özellikler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir özellik var demektir: Kendisine bir şey emanet edilince hıyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, anlaşmazlığa düşüp çekişince haddi aşar.” [Buharî, İman 24, Mezalim 17, Cizye 17; Müslim, İman 106, (58); Ebu Davud, Sünnet 16, (4688); Tirmizî, İman 14, (2634); Nesâî, İman 20, (8, 116).]
Canlı bünye için mikroplar her zaman korkutucu olmuştur. Hele ki bu mikroplar canlılığı tamamen yok edecek derecede kuvvetli olursa, endişenin derecesi de büsbütün artar. Ne yazık ki insanoğlu, maddî varlığını tehdit eden mikroplara önem verdiği kadar manevi varlığını tahrip eden mikroplara önem vermemektedir. Hâlbuki insan için, manevi canlılığını söndüren mikroplar, biyolojik bünyesini hastalandıran mikroplardan daha tehlikelidir. Çünkü birisi hem dünya, hem de sonsuz ahiret mutluluğunu kaybetmesine yol açarken; diğeri sadece fâni dünya hayatını tehdit etmektedir. “…Fakat insanların çoğu bilmezler.”[i]
Müslüman’ı manen hasta edip zamanla öldüren mikropların en tehlikelisi nifak mikrobudur. Nifak, kalpte küfrü gizlerken dille imanı açıklama hâlidir.[ii] Münafık da işte bu nifak hastalığına tutulmuş ikiyüzlü insanlara verilen isimdir. Nifak kelimesinin kök manasını dikkate alan âlimler, münafıkları yer altında biri gizli diğeri açık olmak üzere iki yuvası olan köstebeklere benzetmişlerdir. Bu yuvalara inen iki ayrı yol vardır. Köstebekler normalde, dışarıdan kolayca fark edilen deliklerini kullanarak yuvalarına inip çıkarlar. Diğer yuvalarıyla deliklerini ise gizlerler ve ancak avcı kovaladığında kullanırlar.[iii] Münafıkların iki kimlikli ve kararsız ruh halleri bir ayet ve bir hadiste pek güzel anlatılmıştır: “Münafıklar, küfürle iman arasında bocalamaktadırlar. Ne bu mü’minlere bağlanırlar; ne de şu kâfirlere. Allah kimi doğru yoldan saptırırsa, sen artık ona kurtuluş yolu bulamazsın.”[iv] “Münafık, iki sürü arasında kâh birine, kâh ötekine yanaşan şaşkın koyun gibidir.”[v]
Kur’ân’da Münafıkların Özellikleri
Yüce Allah, mü’minlerin münafıkları belirgin özellikleriyle tanımasını istemiştir. Bu yüzden Kur’ân ve sünnette onların durumları açıklanmıştır. Böylece inananlar münafıkları tanıyıp hile ve tuzaklarına karşı tedbir alabilirler. Ayrıca onların özelliklerini iyice belleyip bunlardan şiddetle sakınmaya yönelirler. Öncelikle, münafıkların Kur’ân’da anlatılan bazı özelliklerini görelim:
- Yeryüzünde bozgunculuk yapan fesatçılardır.
- İş başına geçtikleri; yani yönetici konumda olduklarında yeryüzünde fesat çıkarıp ekini ve nesli bozmaya çalışırlar.
- Mü’minleri beyinsizlikle suçlarlar.
- Onlar mü’minleri bırakıp kâfirleri velî yani yönetici ve koruyucu dostlar edinirler.
- Namaza üşene üşene kalkarlar. Halka gösteriş yaparlar. Allah’ı pek az anarlar.
- Bir münafığa, ‘Allah’tan kork!’ denildiğinde izzet-i nefsi tutar, sinirlenir ve bu onu daha çok günah işlemeye sevk eder.
- Kur’ân’a ve daha önce indirilen kitaplara iman ettiklerini iddia etmelerine rağmen tâğutun, Allah’ın hükümlerini beğenmeyip kendi kurallarını insanlara dayatan zorbaların, hükümlerine başvurarak davalarını ve diğer sorunlarını bu hükümlere göre halletmek isterler.
- Allah’ın indirdiği (Kur’ân’ın hükümlerine) ve Peygamber(in sünnetine) davet edilince tamamen uzaklaşırlar.
- Allah’ın indirdiği hükümleri hoş görmeyenlere bazı hususlarda itaat edeceklerini söyleyerek dinden çıkmış olurlar.
- Münafık erkekler ve kadınlar birbirlerini destekleyerek kötülüğü emredip iyiliği yasaklarlar.
- Ellerini (cimrilik için) yumarlar.
- Hoşa giden bir dış görünüşe ve kendisini dinleten bir konuşma tarzına sahip olan münafıklar, (suçluluk psikolojisi ve korku yüzünden) her gürültüyü aleyhlerine sanırlar.
- Onlara korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar.
- Allah yolunda güçleri yettiğince fedakârlıkta bulunan mü’minlerle alay edip, onları küçük düşürmeye çalışırlar.
- Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad etmek hoşlarına gitmez. Münafıklar, Allah’ın gazap ettiği (Yahudileri) dost edinirler…
Nifak Mikrobunun En Büyük Belirtisi: Yalancılık
Nifak mikrobu, itikadî ve amelî olmak üzere ikiye ayrılır. Amelî nifak mikrobu, zaman zaman mü’minlerde görülen münafıkça davranışlardır. Mü’min bu mikrobu gördüğü yerde yok etmeli ve bünyeye yayılmasına izin vermemelidir. Hakiki münafıkta ise itikadî nifak mikrobu vardır ve bu mikrop bütün bünyeyi esir almıştır. Böylelerinde münafıklığın en belirgin göstergesi olan yalancılık, yaygın ve süreklidir. Öyle ki onlar, en büyük hakikatleri söylerken dahi yalan söylerler. Yani içlerinde gizledikleri inançlarının tersini ifade ederler.[vi] Münafıklar insanları Allah yolundan çevirmek için yalan söylerken inandırıcı olmak için yeminlerini kendilerine kalkan ederler.[vii] Mü’minlere en olmadık iftiraları atmada da öncüdürler.[viii]
Müslümanların Bedir Zaferi’nden sonra münafıklar yalan söyleyerek zaferi hezimet gibi göstermek istemişlerdir. Ashabından bazılarını müjdeci olarak önceden Medine’ye gönderen Rasûlullah’ın (s.a.s), dönüşünün gecikmesini fırsat bilen münafıklar, Hz. Peygamber ve ashabının öldürüldüğü söylentisi çıkarmışlardır. Bu fitne ateşi, mü’minlerin yerinde müdahaleleriyle alevlenmeden söndürülmüştür.[ix]Münafıklar Uhud Savaşı’nın en kritik anında da ‘Muhammed öldürüldü!’ şayiası yayarak panik havası oluşturmak istemişlerdir.[x]
Münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy, Hz. Âişe (r.anhâ) annemize atılan en çirkin iftirada elebaşılık yaparak münafıkların iftiracı karakterine sembol olmuştur.[xi]
Mü’min Yalancı Olamaz
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bir mü’mine, yalanı asla yakıştırmazdı: Sahabeden Hz. Safvân b. Süleym (r.a) anlatıyor: (Bir defasında) biz, “Ey Allah’ın Rasûlü! Mü’min korkak olur mu?” demiştik. “Evet, olabilir” buyurdu. Yine Ona, “Peki mü’min cimri olur mu?” denildi. “Evet, olabilir” buyurdu. Ona, “Mü’min yalancı olabilir mi” denilince ise, “Hayır, asla!” buyurdu.[xii]
Yine sahabeden Hz. Abdullah b. Amr (r.anhümâ)’nın bildirdiğine göre, Rasûlullah’ın en çok buğzettiği kötü ahlak, yalancılık idi.[xiii]
Sevgili Efendimiz (s.a.s), küçük çocuklara yalan söylenmesine bile karşı çıkardı: Hz. Abdullah b. Âmir (r.anh) anlatıyor: “Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem evimizde oturuyorken annem beni çağırdı ve ‘Gel de sana bir şey vereyim.’ dedi. Rasûlullah aleyhisselam kendisine , ‘Ona ne vermek istedin?’ diye sordu. Annem, ‘Hurma’ deyince de, ‘Eğer ona bir şey vermeyecek olsaydın bu söz, hakkında yalan olarak yazılacaktı.” buyurdu.[xiv]
Allah Rasûlü (s.a.s), nezaket gereği veya şaka niyetiyle bile yalana razı değildi. Hiç şüphesiz, onun razı olduğu Allah’ın razı olduğu, razı olmadığı da Allah’ın razı olmadığıydı. Rasûlullah aleyhisselam, aç oldukları hâlde yemek davetini, ‘iştahımız yok’ diyerek reddeden bazı kadın sahabîleri, “Açlıkla yalanı bir araya getirmeyiniz.” diyerek uyarmıştır.[xv]
Peygamber Efendimiz (s.a.s), şakacıktan yalan söylemeyi normal sayan anlayışı reddetmiştir. “Ey Allah’ın Rasûlü! Siz de bize şaka yapıyorsunuz.” diyenlere “(Şaka da olsa) Ben yalnız gerçeği söylerim.” diye mukâbele etmiştir.[xvi]
Sevgili Peygamberimiz, içlerinde baş düşmanları Nadr b. Hâris[xvii] ve Ebû Cehil[xviii] ile sonradan Müslüman olacak olan Ebû Süfyan’ın da[xix] bulunduğu hasımları tarafından doğruluğu tasdik edilen bir dürüstlük abidesidir. Bize düşen bu en güzel örneğin ardınca gidip, ondan ayrı düşmemektir.
Emanete Hıyanet ve Verilen Sözde Durmamak
Münafıklık özelliklerinden olan emanete hıyanet ve verilen sözde durmamak sonuç olarak yalancılığın değişik görüntüleridir. Bu yüzden önce yalancılığı ele aldık.
Mü’min dünyada imtihanda olduğunu ve yakın bir gelecekte Rabbi’nin huzurunda hesaba çekileceğini asla unutmamalı ve emanetlere hıyanetten sakınmalıdır. Emanet kavramı çok çeşitli maddeleri kapsar. Bu maddelerin en başında kendisiyle imtihan olunmak üzere yüklendiğimiz İslâm emaneti gelir.[xx] Emanete hıyanet etmemek için; iman, ibadet ve hayat nizamı olarak İslâm’ı en güzel şekilde yaşamanın gayreti içinde olmalıyız. Eşlerimiz ve çocuklarımız Allah’ın bize emanetleridir. Onlara iyi davranmalı; yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kendimizi ve onları korumaya çalışmalıyız. Mallar bize emanettir. Helâlinden kazanıp yerinde harcamalıyız. Yöneticilik görevleri ümmet adına yüklenilen emanetlerdir. Hem bu görevleri ehil olmayanlara vermekten, hem de kendi yüklendiğimiz görevlerde haktan ve adaletten ayrılmaktan sakınmalıyız.[xxi] İnsanların güvenerek bize bıraktığı maddi varlıkları emanetlerdir. Onları zayi etmekten sakınmalı; zamanı gelince aynen sahibine teslim etmeliyiz.
Verilen sözde durmamak, nifak mikrobu kapanlarda görülen bir özelliktir. Mü’min kişi, başta Rabbi’ne verdiği söz olmak üzere, verdiği bütün sözleri ve antlaşmaları yerine getirerek nifak hastalığından uzak olduğunu gösterebilir.
Yüce Rabbimiz kurtuluşa eren mü’minlerden bahsederken, “Onlar emanetlerini ve ahitlerini yerine getirenlerdir.” buyurmaktadır.[xxii]
Sevgili Peygamberimiz de, “Emaneti olmayanın imanı yoktur.”[xxiii] , “İki özellik vardır ki bunlar mü’minde huy haline gelmez: Hıyanet ve yalan.”[xxiv] buyurmuştur.
Allah Rasûlü’nün emanete riayette ne kadar titiz olduğu konusunda sözü uzatmak gereksizdir. Onun İslam öncesi Mekke’sinde el-Emin diye anıldığını; ayrıca hicret sırasında can düşmanlarının değerli mallarının yanında emanet bulunup daha sonra bu malları onlara iade ettiğini hatırlamak bu konuda yeterlidir.
Rasûlullah (s.a.s), sözünde durma konusunda insanlar arasında eşsizdi. Câhiliye döneminde ticaret yaptığı bir adamı, buluşmak üzere sözleştikleri yerde tam üç gün beklemişti. Adam ise verdiği sözünü ancak üçüncü gün hatırlayabilmişti.[xxv]
Düşmanlıkta Haddi Aşmak Müslüman’a Yakışmaz
Münafıkların temel özelliklerinden biri de düşmanlığı sürdürmek, anlaşmazlık durumunda haktan saparak üstün gelmeye çalışmaktır. Mü’min ise din kardeşleriyle meydana gelen anlaşmazlıklarında insafı ve adaleti elden bırakmayan kimsedir. Gerçek Müslüman, anlaşmazlıkları kördüğüm olmadan ve kine dönüşmeden bitirmeye çalışır.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), “Şüphesiz, adamların Allah’a en sevimsiz olanları düşmanlığı şiddetli olanlarıdır.”[xxvi]ve “Haklı dahi olsa münakaşayı terk edene cennetin kenarında bir köşk verileceğine Ben kefilim.”[xxvii]buyurmuşlardır.
Nifaktan Korkmak
Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de, “Doğrusu münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlar için hiçbir yardımcı bulamazsın.” buyurmuştur.[xxviii] Böylece ahiret gününde en şiddetli azaba uğrayacakların münafıklar olacağı ilan edilmiştir. Mü’minler onların feci akıbetine uğramamak için bütün dikkatlerini toplayarak kendilerini inceden inceye kontrol etmelidirler.
Münafıkların Kur’ân ve sünnette bildirilen özelliklerinden birini bile taşımak mü’min için dünyada en istenmeyen şey olmalıdır. Bu konuda, en hayırlı nesil olan sahabe önderlerimizin hassasiyetini taşımalıyız. Bu duyarlılığı, İbnu Ebi Müleyke rahimehullah şöyle anlatıyor: “Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın ashabından olup da Bedir Gazvesi’ne katılanlardan otuz kadarına yetiştim. Hepsi de kendi hesabına nifaktan korkuyorlar ve dinlerinde fitneye düşmekten kendilerini emniyette hissetmiyorlardı.”[xxix] İmanda şüpheye yer olmadığından sahabilerin hakiki münafık olmaktan değil, amelde münafıkların özelliklerini taşımaktan korktuklarını söyleyebiliriz. Sahabeden Hz. Hanzala (r.a)’nın, Rasûlullah’ın yanındayken hissettiği ulvî duyguları ve kulluk kıvamını ailesinin yanındayken yakalayamaması sebebiyle kendisini münafık zannetmesi, sahâbîlerin bu konudaki duyarlılığını pek güzel anlatır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) infiale kapılarak kendisine koşan Hz. Hanzala’yı sakinleştirmiş, onun durumunun münafıklık olmadığını, insaniyet icabı normal bir durum olduğunu izah etmiştir.[xxx]
Rabbimizden bizleri nifak mikrobu kaparak hastalanmaktan korumasını temenni ediyoruz.
[i]Câsiye Sûresi:26. Âyet; Sebe Sûresi: 28.Âyet.
[ii] Eş- Şerif Ali b. Muhammed el-Cürcânî, Kitâbü’t-Ta’rifât, İstanbul, ty. Shf:245.
[iii] Bakınız: Râgıb el- Isfahânî, el-Müfredât, “n.f.k.” maddesi; İbn-i Manzûr, Lisânu’l-Arab, “n.f.k.” maddesi.
[iv] Nisâ Sûresi: 143. Âyet.
[v] Müslim, Sıfatü’l-Münafıkîn17.
[vi]Münafikûn Sûresi:1. Âyet.
[vii]Münafikûn Sûresi:2. Âyet.
[viii]NûrSûresi: 11. Âyet.
[ix]Vâkıdî, Kitâbü’l-Meğâzî, thk: Marsden Jones, I-III, Beyrut 1966, I, 115-116 .
[x]Taberî, EbûCa’fer b. Muhammed, Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, thk. Muhammed Ebû Fadl İbrahim, I-XI, Beyrut, ts. II, 520.
[xi]İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ, İsmail b. Ömer, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, thk. Sâmi b. Muhammed es-Sellâme, I-VIII, Riyad 1420/1999, VI, 25, Nûr Sûresi: 11. Ayetin tefsiri.
[xii] Mâlik, Kelâm 19.
[xiii]Münâvî, Abdurraûf, Feyzü’l-Kadir, Şerhu’l-Câmiı’s-Sağîr, I-VI, Beyrut,1972, V, 81 No:6500.
[xiv]Ebû Dâvûd, Edeb 80 No:4991.
[xv]İbn Mâce, Et’ıme 23.
[xvi]Tirmizî, Birr 57.
[xvii]İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Dârü’l-Künûzi’l-Edebiyye, Mısır ty. I, 299.
[xviii] Hâkim, el- Müstedrek (Nşr. : Mustafa Abdülkâdir Ata), I-IV, Beyrut 1990, II, 315.
[xix]Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1.
[xx]AhzâbSûresi: 72. Ayet.
[xxi] Bkz. Nisâ Sûresi: 58. Âyet.
[xxii]Mü’minûn Sûresi: 8. Âyet.
[xxiii] El-Münzirî, et-Tergîb ve’t-Terhîb, Beyrut, 1968, IV, 5.
[xxiv]Ahmed, V, 252.
[xxv]EbûDâvûd, Edeb 82.
[xxvi]Buhârî, Tefsir 2; Müslim, İlim 5.
[xxvii]Ebû Dâvûd, Edeb 8.
[xxviii] Nisâ Sûresi: 45. Âyet.
[xxix]Buhârî, İman 37 (Bâb başlığında zikretmiştir).
[xxx]Bkz. Müslim, Tevbe 12-13; Tirmizî, Kıyamet 59.