Yıldızların Tutkusu
Sahabenin İlme Düşkünlüğü
Altın nesil! Yüce Rabbimizin, “en hayırlı ümmet” olmakla şereflendirdiği hidayet önderleri[1]… Allah Teâlâ’nın, İslâm’da “öne geçen ilkler” adını vererek; kendilerinden ve güzellikle onlara tâbi olanlardan razı olduğunu bildirdiği[2]yıldızlar topluluğu[3]… Güzeller güzeli Efendimiz aleyhisselâm’ı dünya gözüyle görüp destekleyen bahtiyar Müslümanlar, Sahâbe-i Kirâm…
Mademki Rabbimizin rızası iyilikle onlara uymaktan geçiyor;[4] öyleyse onları daha yakından tanımamız gerekmez mi? Allah’ın en sevgili kulunun (sas) özel olarak yetiştirdiği bu güzide şahsiyetleri tanıdığımızda, Efendimiz aleyhisselâm’a layık bir ümmet olmanın yolunu da öğrenmiş olacağız. Çünkü yüce Allah’ın, en seçkin kuluna layık ve yeterli gördüğü yegâne topluluk sahâbîlerdir.[5] Onlar, yaşadıkları hayatla, adanmışlığın ve hayatı tutkuyla yaşamanın en güzel örneklerini gösterdiler. Evet, onların tutkuları vardı. Fakat bu tutkuların servet, şehvet ve şöhretle ilgisi yoktu. Onların en büyük tutkusu, Allah’a hakkıyla kul olabilmekti. Bunu en güzel şekilde gerçekleştirmenin yolu da ilimden ve cihaddan geçiyordu. Onlar da bu iki ideale tutkuyla sarıldılar. Cihadı en geniş anlamıyla Allah yolunda malla ve canla yapılan her türlü fedakârlık olarak anlayıp öylece yaşadılar. Onlar için ilim tahsili de bir tür cihaddı ve İslâm uğrunda yaptıkları diğer hizmetlerinin yanı sıra, ömürleri boyunca ondan da asla geri durmadılar. Müslüman oldukları gün kayıtlarını yaptırdıkları Kur’ân ve sünnet okulunda ölene kadar ilmin peşinde koştular. Şimdi onların ilme olan düşkünlüklerine birlikte bakalım…
İlme Susayanlar
Sahâbîler (r.anhüm), canlarından çok sevdikleri[6] Efendimiz aleyhisselâm’ın huzurunda bulunmaktan ve sohbetini dinlemekten büyük haz duyuyorlardı. Sevgili Peygamberimiz (sas) onlara Kitab’ı (Kur’ân’ı) ve hikmeti (sünneti) öğretiyor; onları yanlış inanç, fikir ve yaşayıştan kurtarıp arındırıyordu.[7] Sahâbe-i kirâm da kendilerine hakikat ilmini öğreten Peygamberlerini can kulağıyla ve sanki başlarına bir kuş konmuş da onu kaçırmak istemiyorlarmışçasına dikkatle dinliyorlardı.[8] Onların bu hâli, ilme susamış bir toplumun, vahiy kaynağından beslenip nübüvvet pınarından dökülen ilim suyunu kana kana içme azminin resmiydi. Onlar âdeta, Efendimiz (sas) konuşmak için her ağzını açtığında etrafa saçılan paha biçilmez incileri kapışmak için teyakkuzda bekleyen kimselere benziyorlardı.
Kur’ân Okulunun Talebeleri
İslâm davetinin Mekke ve Medine dönemleri boyunca çilekeş Müslümanların en büyük güç kaynağı ve yol azığı Kur’ân’dı. Peygamber Efendimiz(sas)’e inen her âyet coşkuyla karşılanıyordu. Özellikle Mekke döneminde, müşriklerin alay, hakaret ve işkenceleri karşısında Kur’ân, Müslümanların en önemli propaganda silahı olmuştu. Sahâbîler nazil olan âyetleri müşriklere duyurmak için karşı konulmaz bir istek duyuyorlar; bu uğurda canlarını bile tehlikeye atıyorlardı.[9] Sahâbenin, Kur’ân’a karşı bu coşkulu yönelişleri, onları Kur’ân’ı en iyi anlayan ve en güzel şekilde yaşayan bir nesil yapmıştı. Artık kıyamete kadar, Kur’ân’ın ilim hazinesinden nasip almak isteyenler onları örnek almalı; her Kur’ân âyetini kendilerine yeni nazil oluyormuşçasına okumalıydı.
Peygamber Efendimiz (sas), Kur’ân vahyi indikçe nazil olan âyetleri ashabına okuyor; gerekli gördüğü yerlerde açıklamalarda bulunuyordu. İnen âyetler her defasında vahiy kâtibi sahâbîler tarafından yazılıyor, birçok sahâbe tarafından ezberleniyor ve müzakere ediliyordu. Bu şekilde Kur’ân etrafında çok yoğun bir ilmî mesai vardı. Allah, Kur’ân’ı kıyamete kadar koruyacağı vaadini[10] en başta sahâbîler, sonra da bu yolda onları izleyenler eliyle gerçekleştirecekti.[11]
Sahâbenin Kur’ân’ı Anlama Metotları
Kur’ân’ın, yaklaşık yirmi üç yıl süren nazil olma sürecinde sahâbe-i kirâm (r.anhüm), Kur’ân ilmini tahsilde kendilerine has metotlar geliştirdiler. Onları bu metotları geliştirmeye Kur’ân ve sünnet teşvik ediyordu: Rabbimiz (cc), Kur’ân üzerinde gereğince düşünmeyi,[12] düşünüp anlamayı,[13] anlayıp öğüt almayı[14] emrediyordu. Hem Kur’ân, öğüt alınması için kolaylaştırılmıştı.[15] Yüce Allah, Kur’ân üzerinde düşünüp onu anlamak için, onun dura dura (acele etmeden)[16] ve tertîl üzere[17] okunmasını istiyordu. Tertîl üzere okumak, tane tane, ağır ağır, düşüne düşüne, açıklayarak, tefsir ederek ve tecvit kurallarına göre okumak demekti.[18] Peygamber Efendimiz (sas) de, Kur’ân’ın anlaşılarak okunması, hedefinden uzaklaşılmaması için, üç günden az bir sürede onun hatmedilmesini yasaklamıştı. Çünkü Kur’ân’ın tamamını üç günden az bir sürede okuyanlar onu anlayamazdı. [19] Hz. Abdullah b. Abbas (r.anhümâ), kendisine, Kur’ân’ı çok hızlı okuyabildiğini ve bu sebeple de üç günde hatmettiğini söyleyen Ebû Hamza (ra)’ya, “Bakara sûresini düşünerek tertîl ile bir gecede okumam, bana senin okuduğun şekilde okumamdan daha doğru görünüyor.” demişti.[20] Resûlullah (sas), Hz. Ebû Zerr (ra)’e hitaben, “Oturup Allah’ın Kitabı’ndan bir âyeti anlaman, senin için yüz rekât (nafile) namaz kılmandan hayırlıdır.” buyurmuştu.[21] Sahâbîler (r.anhüm), Kur’ân’a emredilen şekilde yaklaştı. Onların Kur’ân’ı anlamada geliştirdikleri pratik metotlardan birisi, her seferinde on âyet alıp onların üzerinde yoğunlaşmaktı. Bu konuda tâbiînden Ebû Abdurrahman es-Sülemî (rh. aleyh) şöyle demektedir: “Bize Hz. Peygamber(sas)’in ashabından Kur’ân öğreten bir sahâbî şunu haber verdi: Onlar Resûlullah(sas)’tan on âyet alıp okuyorlarmış. Bu âyetlerdeki bilgileri ve amelleri öğrenmeden diğer on âyete geçmiyorlarmış.”[22] Sahâbeden Abdullah b. Mes’ûd Hazretleri (ra) de: “Bizden biri, on âyet öğrendiğinde, içindeki manaları anlamadan ve onlarla amel etmeden diğer âyetlere geçmiyordu.” demektedir.[23] Sahâbe-i kirâmın Kur’ân’ı daha iyi anlamak için başvurduğu metotlardan biri de onu i’rab ederek okumaktı. Kur’ân’ı i’rab ederek okumak, onu, cümlelerini öğelere ayırarak ve diğer dilbilgisi kurallarına dayanarak okumak demekti. Bu ise Kur’ân’ı anlamaya daha uygun olan bir okuma şekliydi.[24] Sevgili Peygamberimiz (sas) de Kur’ân’ı böyle okumaya teşvik etmiş ve şöyle buyurmuştu: “Kur’ân’ı i’rab ediniz ve onun inceliklerini araştırınız.”[25] “Kur’ân’ı i’rab ederek okuyanın okuduğu her harfe karşılık yirmi, i’rab etmeden okuyanın her harfine karşılık ise on sevap verilir.”[26] Hz.Peygamber (sas)’in bu konudaki teşvikine sımsıkı yapışan Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer (r.anhümâ), “Kur’ân’ı i’rab etmek bize, onu (sadece) ezberlemekten daha doğru görünüyor.” demişlerdi.[27]
Sahâbîler (r.anhüm), Kur’ân’ı anlayarak okumanın önemini çok iyi kavramıştı. Onlar Kur’ân’ı anlamayı, anlamadan okumaktan; hatta ezberlemekten daha önemli görüyorlardı. Hz. Ömer(ra)’in, Bakara sûresini iyice öğrenmek için tam on iki sene üzerinde durduğu; öğrendikten sonra da şükür için bir deve kurban ettiği rivayet edilir.[28] Hz. Abdullah b. Ömer (r.anhümâ) de yine Bakara sûresini öğrenmek için üzerinde tam sekiz sene durmuştu.[29]Sahâbîlere göre Kur’ân hafızı, sadece onu ezberleyen değil; aynı zamanda onun hükümlerini helalini ve haramını bilen; Allah’ın muradını ve üzerine farz olan hususları anlayan; ayrıca okuduklarıyla amel eden kimseydi.[30] Sahâbîler, ilmi en başta Kur’ân’dan; yani yanılmayan ve yanıltmayan yegâne bilgi kaynağından aldılar ve böylece en üstün ilmin taşıyıcıları oldular.
Yolların En Güzelinde Yürüyenler
Şüphesiz ki sözlerin en güzeli Allah’ın sözü, yolların en güzeli de Hz. Muhammed aleyhisselâm’ın yoludur.[31]Sahâbîler en güzel sözün gösterdiği yönde ve en güzel yolda yürümede öncüydüler. Onlar, Allah’ın En Son Elçisi(sas)’nin dizi dibinde hakikat ilmini tahsil ederken Kur’ân’ın yanı sıra, onun evrensel planda açıklaması ve tefsiri sayılabilecek olan hadis ve sünnet ilmini de öğreniyorlardı. Allah’ın son vahyi olan Kur’ân’ın yanı sıra, dine dair konuşmaları hevâ ve hevesinden olmayıp, bildirilen vahiyden olan[32] Resûlullah (sas)’ın hadis ve sünneti de oldukça önemliydi. Yalnız, İslâm risâletinin ilk zamanlarında hadis yazımına izin verilmemiş; sadece ezberden rivayet edilebileceği söylenmişti.[33] Bunun sebebi olarak, “Kur’ân’dan başka bir şeye düşkünlük gösterilmesi ve bu yüzden Kur’ân’ın terk edilmesi endişesi” olduğu söylenebilir.[34] Sonra bu endişe ortadan kalktığı zaman bizzat Efendimiz aleyhisselâm’ın özel veya genel olarak sahâbîlerine hadisleri yazma izni verdiğini görüyoruz.[35] Daha sonraları hadislerin yazımı o kadar yaygınlaştı ki, sahâbîlerden 50 tanesinin hadisleri yazdığı ya da yazdırdığı tespit edilmiştir.[36]
Sahâbenin Sünneti İhyâsı
Sahâbiler hadis ve sünneti öğrenmeye büyük önem verdiler. En başta Kur’ân onları buna yönlendiriyordu. Kur’ân’da otuzdan fazla âyette Resûlullah (sas)’a itaat ve ittiba emredilmişti.[37] Bu ise O’nun hadislerini bilmeden yerine getirilemezdi. Sevgili Peygamberimiz de ashâbını sünnetini yaşatmaları ve başkalarına öğretmeleri konusunda şu hadislerde olduğu gibi teşvik ediyordu: “…Ben sizi gecesi gündüz gibi aydınlık olan bir din üzerinde bıraktım. Benden sonra ancak helak olanlar ondan sapar. Sizden kim yaşarsa pek çok ihtilaf görecektir. Benim sünnetimden ve hidayete erdirilmiş râşid halifelerimin sünnetinden bildiklerinize sarılın. Onlara azı dişlerinizle tutunun…”[38] ”…Kim sünnetimi yaşar, onu canlı tutarsa beni sevmiştir. Beni seven de cennette benimle beraber olur.”[39] “…Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.”[40] “Bizden bir hadis işittikten sonra onu başkasına tebliğ etmek için belleyen kimsenin, Allah yüzünü ağartsın…”[41] Bütün bu teşviklerin yanı sıra Peygamberlerine duydukları emsalsiz sevgi sahâbîleri hadisleri titizlikle öğrenmeye, ezberlemeye, yazmaya ve başkalarına ulaştırmaya sevk etti. Onlar bu konuda o kadar hırslıydılar ki, Efendimiz(sas)’in huzurunda bulunamadıkları zamanlar, anlatılanları bile öğrenmek istiyorlardı. Mesela Hz. Ömer (ra) ve ensardan bir komşusu, Efendimiz aleyhisselâm’ın huzurunda nöbetleşe bulunup öğrendiklerini birbirlerine anlatmak konusunda anlaşmışlardı.[42] Bu arada Hz. Peygamber (sas)’in hiçbir sohbetini kaçırmayan ve onun hadislerini daha iyi öğrenen bazı sahâbîler de vardı. Hz. Ebû Hureyre (ra) onların en önde gelenlerindendi.[43]Bunlar Mescid-i Nebevî’nin bitişiğindeki çardağın altında ikamet eden ve sayıları genellikle yetmiş civarında olan Ehl-i Suffe idi.[44] Suffe ashâbı, Peygamber Efendimiz(sas)’in gözetiminde gece gündüz ilimle meşgul olan fakir Müslümanlardan oluşuyordu ve sayıları geçici katılımlarla kimi zaman dört yüze ulaşıyordu.[45]
İlim Âşıkları
Sahâbîler (r.anhüm), Resûlullah Efendimiz (sas)’in vefatından sonra da ilim tutkularından vazgeçmediler. Onlar canlarından çok sevdikleri Peygamberlerinin dünyadan göçüp giderken geride bıraktığı yegâne miras olan ilme dört elle sarıldılar. Birçok sahâbe yeni fethedilen uzak beldelere giderek oralara yerleşti. Amaçları yeni Müslüman olan topluluklara Kur’ân ve sünnet ilmini öğretmekti. Bazı sahâbîlerse, ilim uğruna uzak beldelere zahmetli yolculuklar yaptı. Hz. Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri (ra) de onlardandı. Resûlullah aleyhisselâm’dan beraberce dinledikleri bir tek hadisi kendisinden sorup kontrol etmek için, Mısır’da bulunan Hz. Ukbe b. Âmir el- Cühenî (ra)’nin yanına gitmişti. O hadisi bilen insanlardan sadece ikisi kalmıştı. Ondan, “Kim dünyada bir müminin onu sıkıntıya düşüren kusurunu örterse, Allah da kıyamet gününde onun kusurunu örter.” hadisini dinleyip kendi bilgisinin sağlamasını yaptı. Sonra da izzet-i ikramda bulunmak isteyenlere iltifat etmeden hemen Medine’ye döndü. Sanki o, Allah rızası dışında bir karşılık beklemediğini göstermek istiyordu.[46] Sahâbeden Hz.Câbir b. Abdullah (ra) da, Resûlullah aleyhisselâm’dan işitmediği bir hadisi kendisinden sorup öğrenmek için Hz. Abdullah b. Üneys (ra)’in yanına Şam’a gitmişti. Çünkü Hz. Abdullah (ra)’ın o hadisi bizzat Resulullah aleyhisselâm’dan duyduğunu haber almıştı.[47] İşte sahâbîler böyleydi. Onlar hayatları boyunca ilme tutkuyla sarıldılar ve bizlere hakikat ilminden ölümsüz bir miras bıraktılar. Allah onlardan razı olsun. Âmin.
[1] Âl-i İmran 3/110.
[2] Tevbe 9/100.
[3] Sevgili Peygamberimiz (as), ashabıyla beraber olduğu bir gece başını gökyüzüne kaldırıp şöyle buyurmuştu: “Yıldızlar gökyüzünün emniyet kaynağıdır. Onlar yok olup gittikleri zaman gökyüzüne (kıyametle ilgili) vâdolunan şeyler gelir çatar. Ben de ashabım için bir emniyet kaynağıyım. Ben gittiğim zaman ashabıma (tehlikelerden) vâdolunanlar gelir. Yine ashabım da ümmetim için bir emniyet kaynağıdır. Onlar gidince ümmetime vâdolunan (fitneler) gelir.” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 207) .
[4] Bkz.: Tevbe 9/100.
[5] Enfal 8/64.
[6] Bkz.:Ahzab 33/6.
[7] Bakara 2/151; Cuma 62/2.
[8] Buhârî, Cihad 37; Ebû Dâvûd 23-24.
[9] Mesela Rahman Suresi nazil olduğu zaman Hz. Abdullah b. Mes’ud (ra), zayıf vücuduna aldırmadan onu müşriklerin ortasında yüksek sesle okumuş ve bu yüzden öldüresiye dövülmüştü. O ise yaptığından hiç pişman olmayıp gurur duymuştu.(Bkz.:İbn Hişam, Sîre:1/336).
[10] Hicr 15/9.
[11] Kur’ân’ın tarih boyunca en ilmî metotlarla nasıl korunduğunu öğrenmek için bakınız: Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, “Kur’ân-ı Kerim Tarihi”, Çev.:Salih Tuğ, İFAV, İstanbul, 1993 ; Ahmed Cevdet Paşa, Hulâsatü’l-Beyan fî Te’lîfi’l-Kur’ân, İstanbul, 1303 hicrî .
[12] Nisa 4/82; Mü’minun 23/68;Muhammed 47/24.
[13] Sa’d 38/29.
[14] Kamer 54/17, 22, 32, 40.
[15] Kamer: Aynı âyetler.
[16] İsra 17/106.
[17] Müzzemmil 73/4.
[18] Bkz.: Kur’ân Niçin ve Nasıl Okunmalı, (Yrd. Doç. Dr. Ali Akpınar) Uysal Yayınevi, Konya, 1998 s.:44,71.
[19] Tirmizi, Kıraat 12; Ebû Davûd, Ramazan 8-9; İbn Mâce, İkâmet 178; Ahmed, II/164-165.
[20] Beyhakî, Şu’abü’l-îman (nşr.:Ebû Hâcer Muhammed Saîd Besyûnî Zağlûl (I-VII) Beyrut 1410/1990 C.I S.282.
[21] İbn Mâce, Mukaddime16.
[22] Ahmed V/410.
[23] Muhammed b. Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyan fî Te’vîli’l-Kur’ân, thk.: Ahmed Muhammed Şakir (I-XXIV), Müessesetü’r-Risâle, 1420/2000 cilt:1 sahife:80, (81. Hadis) Muhakkık, “isnadı sahihtir” demektedir.
[24] Bkz.: Yeniden Kur’ân’a Yönelmek (Doç. Dr. Bahattin Dartma) Rağbet Yayınları, İstanbul,2003 s.:45-47.
[25] Beyhakî, a.g.e. c.II S.427.
[26] Beyhakî, a.g.e. c.II S.428.
[27] Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut,ts. (I-XX) c.I s.23.
[28] Kurtubî,a.g.e. c.I s.40.
[29] Muvatta, Kur’ân 11.
[30] Bkz.:Kurtubî, a.g.e. c.I s.21, 26.
[31] İbn Mâce, Mukaddime 7 No:46.
[32] Necm 53/3-4.
[33] Müslim, Zühd 72; Ahmed, III/12,21,39,65.
[34] Bkz.:Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, (Hadis Edebiyatı) İstanbul, 1996, s.11.
[35] İlgili bazı rivâyetler için bakınız: Çakan, İsmail L., a.g.e. s. 8.
[36] Bkz.: Prof. Dr. Muhammed Mustafa el-A’zamî, (İlk Devir Hadis Edebiyatı) İz Yay., İstanbul,1993 s. 34-58 arası.
[37] Bkz. M.Fuad Abdülbâkî, el-Mu’cem, “tv’a ve rasul” maddeleri. Bâzı âyetler için bkz. Âl-i İmran 3/31; Nisâ 4/59, 65, 80; Ahzâb 33/21, 36 ; Haşr 59/7…
[38] Ebû Dâvûd, Sünnet 5.
[39] Tirmizî, İlim 16.
[40] İbn Mâce, Nikâh 1.
[41] Tirmizî, İlim 7; Ahmed, V/183.
[42] Buhârî, İlim 27.
[43] Bkz.: Tirmizî, Menâkıb 46.
[44] Buhârî, Salât 58.
[45] Ehl-i Suffe için bkz.: Kettânî, Hz. Peygamber’in Yönetimi -et-Terâtibü’l-İdâriyye- Çev.:Doç. Dr. Ahmet Özel, İz Yay. (I-II) İstanbul,2003 c.II s.53-61.
[46] Müsned, IV/159.
[47] Buhârî, İlim 19.