Tövbe Etmeli
Şeytan insanı aldatır, günah işlemeye yöneltir.[1]
Çünkü şeytan insanın düşmanıdır.[2]
İnancı güçlü insanlar bile, şeytanın ayartmasıyla hata eder.
Kısacası, Allah’ın korudukları dışında herkes günah işleyebilir.[3]
Yapılan her günah kalpte siyah bir nokta şeklinde iz bırakır. Eğer kul yaptığı günahı bırakıp Allah’a yönelir ve Ondan af dilerse, kalbi yeniden eski berraklığına kavuşur. Şayet böyle yapmayıp günah işlemeye devam ederse, kalbindeki siyah noktalar çoğalır. “Hayır, onların yaptığı günahlar kalplerini karartmıştır”[4] âyeti bu siyah noktalara işaret eder.[5]
İnsanlar genellikle küçük günahları önemsemez, onları yapmakta bir sakınca görmez. Bu anlayış günahların çoğalmasına yol açar.
Peygamberimizin hizmetkârı Enes ibni Mâlik, Resûlullah’ın vefatından sonraki yıllarda, insanların bu konuda umursamaz davrandıklarını, Efendimiz zamanında büyük günah sayılan davranışları basit ve önemsiz gördüklerini üzüntüyle belirtir.[6]
Halbuki Resûl-i Ekrem, sevgili eşi Hz. Âişe’ye, halkın küçümsediği günahlardan sakınmayı tavsiye etti; küçük günahları bile izleyip kaydeden görevliler bulunduğunu hatırlattı.[7]
Küçük görülen günahların şeytanı pek sevindirdiğini haber verdi.[8]
İşte bu sebeple Allah Teâlâ günahlardan nefret edip onlara sırt çevirmemizi diler;
gönülden tövbe ederek ve pişmanlık duyarak kendisine yönelmemizi arzu eder; bizi bağışlaması için kendisine yalvarmamızı bekler; ancak o zaman kötülüklerimizi bağışlayacağını söyler.[9] Çünkü kullarının tövbelerini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıkları her şeyi bilen yalnızca O’dur.[10]
Gerçek bu olduğuna göre tövbe etmekte geç kalmamalı, ölüm gelip çatmadan önce Allah’a yönelmeli ve Ona teslim olmalıdır.
Böyle yapılmadığı takdirde, ileride başa gelecek sıkıntılardan insanı korumaya hiç kimsenin güç yetiremeyeceği bilinmelidir.[11]
Ne yazık ki, çoğu insan bu konuda gevşek davranır; ölüm anına kadar kötülük işlemeye devam eder; ölüm gelip çattığında “Şimdi tövbe ediyorum” diyerek bağışlanmasını ister. Ama Allah Teâlâ böyle yapanların tövbelerini kesinlikle kabul etmez.[12]
Peygamber Efendimiz bize bu konuda da örnek oldu; günahlarının bağışlandığı kendisine müjdelendiği halde, bazen günde yetmiş defa, bazen yüz defa Allah’tan af dileyerek tövbe etti.[13]
Hatta bazen oturduğu bir yerde yüz defa:
“Allahım! Beni bağışla ve tövbemi kabul eyle! Şüphesiz sen tövbeleri kabul eden merhamet sahibisin” diye yalvarırdı.[14]
İnsan yaptığı kötülükten dolayı Allah’tan utanmalı, vicdan azabı duymalı ve hatasına pişman olmalıdır.
Günahına pişman olmanın en uygun şekli tövbe etmektir.
Kul bir günah işlediği zaman ‘Rabbim beni bağışla!’ diye yalvarmalıdır.
Buna istiğfâr denir.
Tövbe etmek, yaptığı günahlardan dolayı pişmanlık duymaktır.[15]
Kulun tövbe etmesine Cenâb-ı Hak çok memnun olur. Efendimizin benzetmesiyle, ıssız çölde devesini, üzerindeki yiyecek ve içeceğiyle birlikte kaybedip ölümle burun buruna gelen, ardından da devesini bulan kimseden daha fazla sevinir.[16]
Bir insanın tövbe etmesi Allah Teâlâ’yı neden bu kadar memnun eder?
Onun kuluna olan derin merhametinden dolayı.
Resûl-i Ekrem’in ifadesiyle, gündüz günah işleyenin tövbesini kabul etmek için bütün bir gece beklemesi, gece günah işleyenin tövbesini kabul etmek için bütün bir gündüz beklemesi[17] işte bu sevgi ve merhamet sebebiyledir.
Tövbe kapısı hep açıktır
Tövbe ederek temizlenmenin belli bir zamanı yoktur.
Bir insan can çekişmeye başlamadığı sürece, tövbe ederek günahlarından arınabilir.[18]
Samimiyetle yapılan bir tövbe, kul hakkı dışındaki bütün günahları silip yok eder.
Kul hakkı ise, sadece ödenmek veya helâlleşmek suretiyle bağışlanabilir. Peygamber Efendimiz zamanında bir kadın zina etmişti. Yaptığına bin pişman oldu. İşlediği günahın ağırlığını yüreğinde hissetti; Resûl-i Ekrem’e defalarca giderek cezasını dünyada çekmek, âhirete bırakmamak istediğini ısrarla söyledi. Bunun üzerine cezası verildi.
İleri gelen sahâbîlerden biri, kadının durumunu küçümsemeye kalktı. Hz. Peygamber onun bu tavrını doğru bulmadı. O kadının yürekten tövbe ettiğini, hatta onun tövbesi Medine halkından yetmiş kişiye dağıtılacak olsa, hepsinin bağışlanmasına yeteceğini söyledi.[19]
Tövbeyi değerli kılan şey;
günah işlemekten dolayı kalbin tedirgin olup pişmanlık duyması,
günahkârın o kötü davranışı büsbütün terk etmesi,
ve onu bir daha yapmayacağına dair söz vermesidir.
Meselenin kul hakkıyla ilgili yanı varsa, hakkını yediği kişiye kendini bağışlatmasıdır.
Bir Rabbi Olduğunu Bilmek
Müslüman büyük günahlardan kaçınırsa, onun arada bir işlediği ufak tefek hataları Allah Teâlâ bağışlayabilir; çünkü O, bağışlama konusunda cömerttir.[20]
Suçunu bağışlayacak bir Rabbi olduğunu bilmek, Allah’a yönelerek samimiyetle af dilemek, günahları eritmeye yeter.
Efendimizin haber verdiğine göre, bir kul bilerek, isteyerek günah işledikten sonra:
‘Yâ Rabbî! Ben bir günah işledim, kusurumu bağışla!’ diye Mevlâsına yalvardığı zaman, Allah Teâlâ:
“Demek ki kulum, günahını affedecek veya kendisini cezalandıracak bir Rabbi olduğunu bildi. Öyleyse ben de kulumu affettim” buyurur.
O kul bir süre günahsız yaşadıktan sonra yine günah işler ve aynı şekilde Rabbine yönelerek af dilerse, Allah Teâlâ onun kendisine yönelmesinden memnun olur ve bağışlar.
Kulun bir günah işledikten sonra hatasını anlaması, Rabbini hatırlayıp Ona yönelmesi ve tövbe etmesi Cenâb-ı Hakk’ı pek memnun eder ve “Artık o kulum dilediğini yapsın” buyurur.[21]
Bu ilâhî müjde, imanlı gönüllere rahmet esintisi getirir ve günahkârların ümitsizlik batağına düşmesine engel olur.
Ya İyiliklerim Yetmezse!
Yüce Rabbimiz iyiliklere kat kat fazlasıyla sevap vereceğini vaad etmiştir.[22]
Bazen bir iyiliğe on misli ödül vereceğini söylemiş,[23]
bazen on mislinden yedi yüz misline kadar, hatta daha fazla sevap vereceğini ifade buyurmuştur.[24]
Bu rahmet ölçüsü, samimi bir tövbenin dağlar kadar günahı bile eritip yok edebileceğini göstermektedir.[25]
***
Doksan Dokuz Kişiyi Öldüren Adam
Ebû Saîd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre,
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Vaktiyle doksan dokuz kişiyi öldürmüş bir adam vardı. Bu zât yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir râhibi gösterdiler.
Bu adam râhibe giderek:
“Doksan dokuz adam öldürdüm. Tövbe etsem kabul olur mu?” diye sordu.
Râhip:
“Hayır, kabul olmaz” deyince onu da öldürdü. Böylece öldürdüğü adamların sayısını yüz’e tamamladı.
Sonra yine yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir âlimi tavsiye ettiler. Onun yanına giderek:Yüz kişiyi öldürdüğünü söyledi; tövbesinin kabul olup olmayacağını sordu.
Âlim:
“Elbette kabul olur. İnsanla tövbe arasına kim girebilir ki! Sen falan yere git. Orada Allah Teâlâ’ya ibadet eden insanlar var. Sen de onlarla birlikte Allah’a ibadet et.
Sakın memleketine dönme. Zira orası fena bir yerdir” dedi.
Adam, denilen yere gitmek üzere yola çıktı. Yarı yola varınca eceli yetti.
Rahmet melekleriyle azap melekleri o adamı kimin alıp götüreceği konusunda tartışmaya başladılar.
Rahmet melekleri:
“O adam tövbe ederek ve kalbiyle Allah’a yönelerek yola düştü” dediler.
Azap melekleri ise:
“O adam hayatında hiç iyilik yapmadı ki” dediler.
Bu sırada insan kılığına girmiş bir melek çıkageldi. Melekler onu aralarında hakem tayin ettiler.
Hakem olan melek:
“Geldiği yerle gideceği yeri ölçün. Hangisine daha yakınsa, adam o tarafa aittir” dedi.
Melekler iki mesâfeyi de ölçtüler. Gitmek istediği yerin daha yakın olduğunu gördüler.
Bunun üzerine onu rahmet melekleri alıp götürdü.[26]
[3] Tirmizî, Kıyâme 48; İbni Mâce, Zühd 30; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 154, 177; İbn Ebû Şeybe, el-Musannef (Hût), VI, 72; Bezzâr, Müsned (Mahfûzurrahmân), IX, 401, 440
[13] Buhârî, Daavât 3; Müslim, Zikr 42; İbni Mâce, Edeb 57; Tirmizî, Tefsîr 47/1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 282, 341, IV, 260, 261, V, 411
[14] Ebû Dâvûd, Vitr 26; Tirmizî, Daavât 39; İbni Mâce, Edeb 57; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 21; İbn Hibbân, es-Sahîh (Arnaût), III, 206-207
[15] İbni Mâce, Zühd 30; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 264; Heysemî, Mecma‘u’z-zevâid, X, 198. Ayrıca bk. Buhârî, Şehâdât 15, Meğâzî 34, Tefsîr 24/6; Müslim, Tevbe 56
[17] Müslim, Tevbe 31; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 395, 404; Bezzâr, Müsned (Mahfûzurrahmân), VIII, 39
[18] Müslim, Zikr 31; Tirmizî, Daavât 99; İbni Mâce, Zühd 30; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 132, 153, III, 425, V, 362
[19] Müslim, Hudûd 24; Ebû Dâvûd 24; Tirmizî, Hudûd 9; Nesâî, Cenâiz 64; Dârimî, Hudûd 27; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 429-430, 435, 437, 440