Siyer Araştırmalarına Dair Tespitler - II
Siyerin Önemi ve Bir Uyarı
Siyer ve megâzî, Müslümanlar nezdinde büyük bir öneme sahiptir.
Hz. Ali’nin (r.a.) torunu Zeynelâbidîn Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebî Tâlib (658-713); “Rasûlullah’ın (a.s.) megâzîsi, bize Kur’ân sûreleri gibi öğretilirdi.” (كُنَّا نُعَلَّمُ مَغَازِي النبي صلى الله عليه وسلم كَمَا نُعَلَّم السورة من القرآن);
Hz. Peygamber’in (a.s.) ashabından İran fatihi ve aşere-i mübeşşereden Sa’d b. Ebî Vakkâs el-Kureşî ez-Zührî’nin oğlu Muhammed, çocuklarına megâzî ve seriyyeleri öğretirken: “Evladım! Bunlar atalarınızın şerefidir; onları unutmayın.”,
Zührî: “Dünya ve ahiretin hayrı megâzî ilmindedir.” demiştir.[1]
Rasûlullah’ın (a.s.) siyeri, tariî bir sâbite olarak –ilmî yöntemlerle- kayda geçmiş ve in sanlığa mal olmuştur.
Hz. Peygamber (a.s.) devri, özellikle Medine dönemi, İslâm dinine ve medeniyetine kaynaklık eden pek çok ve çeşitli verilerle doludur. Bu verilerden, tarihleri bilinenler esas alınarak bir tanıtımın yapılması, o tanıtımın eksik kalmasını sonuç verir.[2] Zira hadîs ve siyer kaynaklarındaki verilerin, bütüne nisbetle çok az bir kısmının tarihi tesbit edilmiş, birçoğunun ise vaktine temas edilmemiştir.
Mesela Rasûlullah’ın çeşitli amaçlara yönelik yaklaşık 80 kadar gazve ve seriyyesinin çoğunun tarihi tesbit edilmişken; Rasûlullah’ın gönderdiği elçiler ve yazdığı mektuplar ile ona (a.s.) gelen heyetlerin büyük bir kısmı hakkında sarih bir tarih verilmemiştir. Vâkıdî’ye göre, Medine’ye ilk olarak dört yüz kişilik Mudarî Müzeyne kabilesi heyeti Receb H. 5 tarihinde geldi. Hz. Peygamber (a.s.), onları kendi yurtlarında kalmak üzere muhâcir kabul etmiştir.[3] Rasûlullah’ın (a.s.) önde gelen ashâbından Müzeyne kabilesinin sancaktarı, İsfahan fatihi Nûman b. Mukrine de bu kabiledendir.[4] Arap yarımadası sakinlerinin, Recep H. 5’ten itibaren başlayan, Hz. Peygamber’e (a.s.) heyet gönderme süreci, onun (a.s.) vefatına kadar devam etmiştir. İbn Sa’d, bu konuyu et-Tabakât’ının ilk iki cildini oluşturan Ahbârü’n-Nebî (Hz. Peygamber –a.s.- ile ilgili haberler) kısmında: Arapların, Rasûlullah’a (a.s.) Heyetler Göndermesi şeklinde genel bir başlık ve bunu izleyen başlıklarda Medine’ye 72 kadar heyetin geldiğini tesbit etmiş ve bunlara dair rivâyetleri tek tek kaydetmiştir.[5]
Yine İbn Sa’d, hem kendi çabasıyla hem de Vâkıdî’den aldığı rivâyetlere dayanarak, Rasûlullah’ın (a.s.) Hudeybiye Antlaşması’nın ardından Medine’ye dönülmesinden itibaren vefat edene kadar civar ülke hükümdarlarıyla ve Arap yarımadasının çeşitli bölgelerinde yaşayan kabile ileri gelenleriyle 110 kadar elçi teatisinde bulunup yazışma yaptığını ehliyetle tesbit etmiştir. O, bunları: Rasûlullah’ın (a.s.), Krallara ve Arapların İleri Gelenlerine Elçilerle İslâm’a Davet Mektupları Göndermesi başlığı altında tek tek ele alıp tasnîf etmiştir.[6]
Hudeybiye dönüşü başlayan ve Rasûlullah’ın (a.s.) vefatına kadar devam eden -başta altı elçi gönderme olayı olmak üzere- yaklaşık 110 kadar dinî ve diplomatik faaliyet, üç yıl gibi kısa bir zaman diliminde meydana gelmiştir. Bu 110 kadar dinî ve diplomatik faaliyetin yapıldığı zaman dilimi bilinmesine rağmen, çok azının tam tarihleri bilinmektedir. Adeta yapılan faaliyetin yoğunluğu ve kısa bir zaman diliminde meydana gelmesi, tümünün tek tek tarihlendirilmesini neredeyse imkânsız hale getirmiştir. Bu sebepledir ki İbn İshâk, elçiler olayına tarih vermekten kaçınır, onun yerine: “Rasûlullah (a.s.), Hudeybiye ile vefatı arasında geçen zaman içinde ashâbından bazı kişileri, Allah’ın birliğine davet için Arap ve Acem krallarına gönderdi” şeklinde genel bir ifade kullanır.[7]
Üstelik hicretle başlayan 10 yıllık Medine döneminde o kadar çok olay vuku bulmuştur ki, söz konusu kısa zaman zarfında yeni dinin medenî hayata yönelik tüm hükümlerinin yanı sıra yeni İslâm toplumunun ve devletinin gelişme çizgileri de bu dönemde belirginlik kazanmıştır.
Siyer-Megâzî Kaynaklarının Tespiti
Kur’ân-ı Kerîm: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan[8] yarattı. Oku! Rabbin, en büyük kerem sahibidir. O Rab ki kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana bilmediklerini öğretti”[9] meâlindeki ilk inen âyetlerinde ve daha sonraki vahiylerde; okumak, yazmak, kâlem, kağıt (kırtas) ve kitâp gibi bilgi tesbit ve nakil araçlarından büyük bir teşvik, övgü ve emirle bahsedilmesi bir tesadüf değil, aksine bunda bir kasıt olduğu aşikardır. Hatta Kur’ân-ı Kerîm, bazı sûrelerin başında vurgulu yemin üslubu ile dikkatleri etkin bir şekilde bilgi kayıt ve nakil araçlarına çekmiştir.[10]
Kur’ân-ı Kerîm, kendisine el-Kur’ân ve el-Kitâb isimlerini vermiştir. Bu isimler, onun hem okunan hem yazılan bir vahiy olduğunu bildirmektedir.
İlk âyetler, (1) insanın biyolojik kökeninin basit görünümüne, biyolojik, ruhî ve zihinsel var ediliş sürecindeki ilâhî tecellilere, (2) insanın doğası itibariyle câhil olduğuna, öğrenmekle bilgilendiğine, (3) insanın var edilişinin -fıtrî ve kesbî halleriyle birlikte insanlığının- ilk aşamalarındaki ilâhî nimete dikkat çeker.[11]
İnsan zâtı itibariyle câhil/bilgisiz, kesp/kazanma itibariyle âlim olduğu: “Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi annelerinizin karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalbler verdi”[12] meâlindeki âyette ve “ilim ancak öğrenmekle elde edilir” (إِنَّمَا الْعِلْمُ بِالتَّعَلُّمِ)[13] şeklindeki hadîste de ifade edilmiştir.
Tabiînden büyük hadîsçi, tefsirci, dinî ve sosyal ilimlerde bir deha olan ve ilme dair her duyduğunu ezberleyen Ebu’l-Hattâb Katâde b. Dâime b. Katâde es-Sedûsî el-Basrî (60-117/680-735)[14]: “Kalem en büyük ilâhî bir nimettir. Kalem olmasaydı, din devam etmezdi, din olmayınca da hayat düzen bulamazdı. Allah, yarattıklarının/kullarının ne ile düzene kavuşacaklarını en iyi bilendir:
(الْقَلَمُ نِعْمَةٌ مِنَ اللَّهِ عَظِيمَةٌ، لَوْلا الْقَلَمُ لَمْ يَقُمْ دِينٌ، وَلَمْ يَصْلُحْ عَيْشٌ عَيْشٌ، والله أعلم بما يصلح خلقه)” demiştir.
Bazı âlimlerin dediği gibi söz rüzgâr gibidir, onu tesbit edip bağlayan kalemdir. Kalem sözün yerini tutar, fakat söz kalemin yerini tutamaz.[15]
Şimdi İslâmî rivâyetin yazılı türden bir haber olduğuna dair pek çok delil ve misal vardır. Bunlardan bazılarını şöylece sıralamak mümkündür:
Birinci misal: -İlk aşamalarında, İslâm’ın ilk asırlarına ait bütün dinî haberleri içeren ve bu haberlerin rivâyet şekline hâkim olan- [16] hadîsin yazıyla tesbit işi (kitâbet) bizzat Hz. Peygamber (a.s.) devrinde başlamıştır. Bunun en açık kanıtlarından birisi –aşağıda kısaca temas edilecek olan- Hz. Peygamber (a.s.) devri vesikalarıdır. Hadîsin yazıyla tesbit işi (kitâbet), zamanla tedvîn ve tasnîf safhalarıyla kemâle ermiştir:[17]
Evet, hadîs kaynaklarının tesbiti, -iç içe geçmiş ve bir sonraki safhanın nüvelerini taşıyan- şu safhalardan geçerek gerçekleşmiştir:
ı- Kitâbetü’l-hadîs: Sahâbe ve erken tabiîn döneminde hadîslerin sahîfe veya cüz denen defterlere yazılmasıdır.
ıı- Tedvînü’l-hadîs: Dağınık olarak kaydedilmiş malzemenin birinci asrın son çeyreği ve ikinci asrın ilk çeyreğinde kitaplarda bir araya getirilmesidir.
ııı- Tasnîfü’l-hadîs: Takribî 125 (742) senesinden sonra hadîslerin muhtevaya göre düzenlenmiş bablarda tasnîf edilmesidir. Hicrî ikinci asrın sonlarına doğru bu türün yanında, hadîs tasnîfinin sahâbe ismine göre yapıldığı “müsned” denen diğer bir tasnîf türü ortaya çıkmıştır.[18]
İkinci misal: Hz. Peygamber’in kâtipleri, ihtisas kâtipleri şeklinde vazife taksimine tabi tutulmuşlardır. Bu ihtisas kâtipliklerinden bazısı şunlardır:
(1) Vahiy kâtipleri.
(2) Okuma-yazma öğreten kâtipler: Benî Ümeyye’den Abdullah b. Saîd b. ‘Âs gibi: Asıl adı Hakem’dir. İsmi, Hz. Peygamber (a.s.) tarafından Abdullah olarak değiştirilmiştir. Hz. Peygamber (a.s.), iyi bir kâtip olan Abdullah b. Saîd’e Medinelilere yazı yazmayı öğretmesini emretmiştir (أمره أن يعلم الكتابة بالمدينة وكان كاتباً محسناً). Ebû Ma’şer’e göre, Abdullah b. Saîd (r.a.), Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) hilafeti döneminde dinden dönenlere (ridde) karşı yapılan Yemâme Savaşı’nda (H. 12) şehit olmuştur.
(3) Ganimet malları gibi gelirleri kaydeden kâtipler: Hz. Peygamber’in (a.s.) mühürdarı ve ganimet mallarından sorumlu olan Muaykıb b. Ebî Fâtıma ed-Devsî (v. 40 [?]) gibi.
(4) Resmî yazışma kâtipleri: Mesela Zeyd b. Sâbit el-Hazrecî, -Rasûlullah’ın (a.s.) emriyle- civar ülke yöneticilerine mektuplar yazar ve gelen mektuplara cevabi yazışmaları yapardı. O, İbrânî, Süryânî, Fars, Rum, Kıpti ve Habeş diliyle yazılmış vesikaları da tercüme ederdi.
Mesela İbn Sa’d’ın, Rasûlullah’ın (a.s.) 110 kadar elçi teatisinde bulunup yazışma yaptığını ehliyetle tesbit etmesinden bahsedebiliriz.[19]
(5) İkta kâtipleri.
(6) Sır kâtipleri.
(7) Zekât gelirlerini kaydeden kâtipler: Zübeyr b. Avvâm ve –Câhiliye döneminde okuma-yazmayı öğrenmiş olan- Cüheym b. es-Salt (جهيم بن الصلت) el-Kureşî el-Muttalibî gibi.
(8) Ordu kâtipleri.
(9) Hadîs katipleri: Abdullah b. Amr b. Âs ve Ebû Hüreyre gibi.
(10) Bugün noterler tarafından yerine getirilen sosyal mukaveleleri yazan kâtipler. Hz. Peygamber (a.s.), Müdâyene âyetinin (Bakara Sûresi, 2/282) emri gereğince, kâtiplerinden Abdullah b. el-Erkam b. Abdiyağûs ez-Zührî ile el-Alâ’ b. Ukbe’yi bugün noterlerce yerine getirilen akitler/mukaveleler (العقود), sosyal işlemler (المعاملات) ve borçların (المداينات) yazılması gibi işleri yürütmekle görevlendirdi.
(11) Hz. Peygamber’in (a.s.) emriyle, Hayber ve Hicaz gibi bölgelerde hurma ve üzüm gibi bağ ve bahçelerindeki ürün miktarını tahmin–zekât vb. gelirlerin tesbiti için- bilirkişisi (الخارص) olarak takdir edip kayda geçiren kâtipler: Huzeyfe b. Yemân el-Absî, Hazrecli Benî Hâris’ten Abdullah b. Revâha ve –Medine’nin bilirkişisi ve muhasebecisi (وكان خارص أهل المدينة وحاسبهم)- Hazrecli Benî Selime’den[20] Cebbâr b. Sahr el-Ensârî gibi.
Yukarıda isimleri zikredilen kâtiplerden birinin meşguliyeti olduğunda onlara vekâleten hemen -Benî Üseyd b. Amr b. Temîm’in Benî Şerîf kolundan, Câhiliye devri şair ve hatiplerinden Eksem b. Sayfî’nin kardeşinin oğlu ve ashaptan Rebâh (Riyâh) b. Rebî’in kardeşi, Hanzaletü’l-kâtib veya sadece Kâtib diye anılan- Hanzala b. er-Rebî’ b. Sayfî[21] işbaşı yapıp Rasûlullah’a (a.s.) katiplik yapardı.
Rasûlullah’ın (a.s.) ihtisas kâtipleri meselesine dikkat çeken Mes’ûdî, kâtipliği sahih rivâyetlerle sabit olan ve uzun süre bu işlerle meşgul olan Sahabileri kaydettiğini, bunun dışında kısa süreli veya birkaç defa Rasûlullah’a çeşitli konularda katiplik yapanları zikretmediğini kaydeder.[22]
Yukarıda zikredilen vakıalar, Hz. Peygamber (a.s.) devrinde yazıya ne denli ehemmiyet verildiğinin ve yaygın olduğunun sadece bir misalidir.
Üçüncü misal: Hz. Peygamber (a.s.), Benî Neccâr’dan 17 yaşındaki Ebu’d-Dahhâk Amr b. Hazm b. Zeyd el-Ensârî el-Hazrecî’yi (v. 53/673 [?]) Necran’a âmil/vali olarak göndermiş, dinî esasları, Kur’ân’ı öğretmek ve zekât toplamakla görevlendirmiştir. İşte Hz. Peygamber’in (a.s.), Amr b. Hazm’a gönderdiği dini hükümleri içeren risâle, onun (a.s.) Sünnet ve siyerine ait bilgilerin “kitâbet” safhasının yine Hz. Peygamber (a.s.) devrinde başladığına bir örnek teşkil eder: Başta Ömer b. Abdilazîz ve Zührî olmak üzere birçok âlim, Hz. Peygamber’in (a.s.) Amr b. Hazm (r.a.) için yazdırdığı dini hükümleri, siyer (devlet ve uluslar arası hukuk manasında) ve zekât oranları gibi konuları açıklayan vesikasını ve aynı mahiyetteki Hz. Ömer’in zekât vesikasını görmüş ve kopyalamışlardır.[23]
Amr b. Hazm’ın (r.a.) torunu Ebû Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm el-Ensârî’nin (36-120/656-738 [?]) Emevî halîfesi Ömer b. Abdilaziz’in emriyle Hz. Peygamber’in (a.s.) Sünnet ve siyerine ait bilgileri toplaması “tedvîn” safhasına örnek teşkil eder.
-Tabiîn devri hadîs ve siyer-megâzî âlimi- Ebû Muhammed Abdullah b. Ebî Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm’ın (65-130/684-747) ebeveynlerinden ve ecdâdından kendisine intikal eden bilgileri kendisinin topladığı diğer malzemesine katarak Hz. Peygamber’in (a.s.) megâzîsini birleştirmesi ise “tasnîf” safhasına örnek teşkil eder.
Bu müşahhas misal bize Hz. Peygamber’e (a.s.) ait haberlerin ilahî bir ihsan olarak ve ilmî emanet içinde belli yöntemler dâhilinde ve yazılı olarak nesilden nesile kesintisiz bir şekilde nasıl intikal ettiğinin açık ve güzel bir örneğidir.
Dördüncü misal: İbn Sa’d’ın, Benî Uzre heyetinin Medine’ye gelişine dair rivâyetlerin kaynağı ve bunların kendisine intikal şekli ile ilgili kaydettiği bilgiler ve benzerleri, bizlere İslâm tarihçiliğinin ilk aşaması olan siyer-megâzînin kitâbet, tedvîn ve tasnîf safhalarıyla ilgili başka bir misaldir.
Tebe-i tabiînden olan Ebû Amr b. Hureys el-Uzrî: “Babalarımın kitaplarında (veya yazılarında) bulduğum kayıtlara göre” diyerek bazı bilgiler kaydeder. Bu durum, onun çok erken bir vakitte yazılmış, yani Hz. Peygamber (a.s.) devrinde veya hemen sonrasında vücuda gelmiş yazılı bir kaynaktan bilgi naklettiğine işaret etmektedir.[24] Tabiîn ve tebe-i tabiînden bize intikal eden başka birçok rivâyette: “Dedelerimin yazdıklarında gördüğüme göre” veya “babamın sahifelerinde gördüğüme göre” gibi ifadelerin yer aldığını görmekteyiz. İlk siyer-megâzî müelliflerine kaynaklık eden İslâm tarihinin bu kabil yazılı malzemeleri, Ebû Abdillah Muhammed b. Yahya b. Sehl b. Ebî Hamse el-Ensârî el-Evsî[25] ve Ebû Amr b. Hureys el-Uzrî gibi birçok sahâbe torunlarında bulunuyordu.[26]
Beşinci misal: [Hz. Peygamber’in -a.s.- amcası oğlu, tercümânü’l-Kur’ân, tefsir ve fıkıh ilimlerinde otorite ve çok hadîs rivayet eden Sahabilerden] Ebü’l-Abbâs Abdullah b. el-Abbâs b. Abdilmuttalib el-Kureşî’nin (ö. 68/687-88) ve [Abdullah b. Abbas’ın mevlâsı, müfessir, tabiî] Ebû Abdillâh İkrime b. Abdillâh el-Berberî el-Medenî’nin (21[?]-105/642[?]-723) arşivinde Hz. Peygamber’in (a.s.) el-Alâ’ b. Abdillah b. İmâd el-Hadramî (v. 21/642) [Hz. Peygamber (a.s.), Hz. Ebû Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) devirlerinde Bahreyn valiliği yapan, okuma yazma bilen ve Benî Ümeyye’nin dolayısıyla Benî Abdişşems’in halîfi olan sahabe] vasıtasıyla Münzir b. Sâvâ’ya gönderdiği mektubu gördüğünü ve kendisi için bir nüsha yazdığını söyler.[27] İşte bu ve benzeri rivâyetler, siyer-megâzî sahasındaki ilk çalışmaların, bazı sahâbe çocukları olan muhaddisler tarafından yapıldığını açık bir şekilde ortaya koyar.
Özetle hadîs, siyer ve megâzî gibi dinî rivâyetlerin tesbit işi, Hz. Peygamber (a.s.) devrinde başlayıp iç içe ve kesintisiz bir şekilde devam ederek tedvîn ve tasnîf safhalarıyla kemâle ermiştir. Bu konuda daha fazla ve ayrıntılı bilgi isteyenler: Fuad Sezgin’in “Buhârî’nin Kaynakları” başlıklı eserine başvurabilirler. F. Sezgin, özetle şu hakikate dikkat çeker: “Rivayet zincirleri: (1) yazılı kaynakların isimlerini ve (2) çok katı kurallar[28] doğrultusunda o kaynakları rivayet etme izni (icaze) verilen ravilerinin isimlerini kapsamaktadır. Arapça tarihsel eserlerde karşılaşılan rivayet zincirleri günümüz kitaplarındaki dipnotlar gibi kaynaklara işaret eder”.[29]
Bu bahsi önemli bulduğumuz bir hatırlatma ile kapatalım: Hz. Peygamber’in (a.s.) bi’set/peygamberlik öncesi hayatıyla ilgili pek çok şey:
Ya bizzat onun (a.s.) tarafından bildirilmiş,
Ya da dönemin tanıkları tarafından nakledilmiştir.
Bu sebepledir ki ya Hz. Peygamber’in (a.s.) bir münasebet vesilesiyle bildirmesi ya da ashabın sorması üzerine anlatması neticesinde siyerin bi’set öncesi dönemiyle ilgili pek çok şey hadîs kaynaklarında nakledilmiştir. Ayrıca bi’set öncesi ile ilgili izler/eserler,[30] başta tabiîn dönemi hadîs ve siyer-megâzî uleması olmak üzere, ensâb, tabakât, ahbâr ve tarih bilginleri tarafından bir takım kaide ve yöntemler çerçevesinde araştırılarak tesbit edilmiştir. Aynı şey, İslâm’ın ortaya çıktığı muhiti çeşitli veçhelerden tasvir eden haberler için de geçerlidir. Söz konusu bilginler, muhitle ilgili haberleri de kapsamlı bir şekilde araştırıp tesbit etmişler ve çeşitli şekillerde değerlendirmişlerdir.
Bu sebepledir ki İbn Haldûn, tarihçileri, tarihî haberleri ele alış tarzları bakımından, beşe ayırmıştır. Olayları, meydana geldikleri muhit ve şartlarla birlikte kaydedenlere -tarihte yöntem meselesi zaviyesinden- dikkat çekmiş ve büyük bir önem atfetmiştir.
İbn Haldûn’a göre, İbn İshâk (85-151/704-768), Hişâm el-Kelbî (Ebu’l-Münzir Hişâm b. Muhammed b. Sâib b. Bişr el-Kelbî el-Kûfî: 120-204/738-819), Muhammed b. Ömer el-Vâkıdî (130-207/747-823), Seyf b. Ömer el-Esedî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Habîb (v. 245/859), Taberî (224-310/838-923) ve Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali el-Mes’ûdî el-Hüzelî (280 [?]-346/893-957) gibi büyük İslâm tarihçileri geçmişe ait haberleri çok kapsamlı bir şekilde toplayıp bir araya getirmiş ve onları kitaplaştırarak korumuşlardır. Bu tarihçilerin en önemli maharetlerinden birisi, olayları meydana geldikleri muhit ve şartlarla birlikte kaydetmeleridir.
Bazı tarihçiler ise haberleri meydana geldikleri çevreden ve şartlarından soyutlayarak kaydetmişlerdir. Bu yüzden naklettikleri şeyler, onları değerlendirmede esas alınacak unsurlardan mahrum olduğundan, kabul edilemeyecek bilgiler olarak kalmıştır. Bu tarihçiler, söz konusu olayları, temelleri bilinmeden ve özelliklerine dikkat edilmeden, eskilerin bunları zikretmiş olmasından dolayı, soyut bir haber olarak tekrarladılar. Yeni nesillerin bu olayların hakikatini anlamak için ihtiyaç duyacağı, o olayların vuku bulduğu şartlarla ilgili bilgilere yer vermediler. Bu anlayışla hareket eden tarihçiler, bir devletten bahsettiklerinde, onunla ilgili haberleri sanki bir ipliğe dizilmiş inciler gibi sıralamakla yetinmektedirler. Bunlar, yazdıkları haberlerin konusunu teşkil eden olayların başlangıçları, sebepleri ve hedefleriyle ilgili hiçbir şey zikretmezler. Bu yüzden o haberleri okuyan kişi, olayların hakikatini anlamakta veya onlar arasında tatmin edici bağlantılar kurabilmekte ihtiyaç duyacağı, devletlerin başlangıçlarındaki ve diğer aşamalarındaki durumlar ve bunların arka arkaya gelişlerindeki sebeplerle ilgili ayrıntılı bilgileri bulamaz.[31]
[1] Ebu’l-Fida İsmâîl b. Ömer İbn Kesîr (700-774/1300-1372), es-Sîretü’n-Nebevviye, thk. Mustafa Abdülvâhit, Beyrut 1976, II,355 (bu eseri, “İbn Kesîr” şeklinde kaynak gösterdik); Şâmî, IV,10; Zürkânî (1996 n.), II,229.
[5] İbn Sa’d, I,291-359; İbnü’l-Cevzî Ebu’l-Ferec Cemâleddîn Abdurrahmân b. Ali b. Muhammed el-Bağdâdî et-Teymî el-Kureşî (510-597/1116-1201), el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafa, thk. Muhammed Zührî en-Neccâri, Riyad ts., II,494.
[13] Nakledilen hadîste: “Allah kimin hayrını, iyiliğini ister ise onu dinde kavrayış sahibi yapar (bazı rivâyetlerde: derinleştirir: يُفَقِّهْهُ)” (من يرد الله به خيرا يفهمه) şeklinde bir hüküm daha bildirilmiştir (bkz. Buhârî, Kitâbu’l-‘İlm, 1/10 -باب العلم قبل القول والعمل-). Bu hadîsin bir birine yakın pek çok rivâyet şekli olup hepsi birbirini teyit etmektedir. Bu rivâyet şekillerinden birisi el-Müstemlî’nindir ve İbn Ebî Âsım tarafından Kitâbü’l-İlm’de İbn Ömer yoluyla Hz. Ömer’den merfu ve isnâdı hasen bir rivâyet olarak nakledilmiştir. Hadîsin tamamı şöyledir: “Ey insanlar, öğreniniz, ilim ancak öğrenmekle (bazı rivâyetlerde öğretmekle), hilm ancak yumuşak ve merhametli olmakla, fıkıh ise ancak ilimde derinleşmekle elde edilir” (bkz. İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, I,161). Ebû Hayseme Züheyr b. Harb b. Şeddâd en-Nesâî el-Bağdâdî (160-234/777-849), müellifin naklettiği hadîsin iki cümlesini ayrı rivâyetler şeklinde nakletmiştir: 1- “Allah bir kimse için hayır dilerse, onu din ilimlerinde derinleştirir.” 2- “İlim öğrenmekle, hilm ise yumuşak ve merhametli olmakla elde edilir. Kim hayrı arar ve araştırır ise bu ona verilir, kim ki şerden kaçınır ise o kimse bundan esirgenir.” Diğer bir rivâyette ise “Kimse âlim olarak dünyaya gelmez; ilim elde etmek öğrenmekle mümkündür”. Bkz. Kitâbü’l-’İlm, tahkik ve çeviri: Salih Tuğ, İstanbul 1984, s. 161,178; ayrıca bkz. el-Aclunî, I, 215; II, 285.
[16] Fuat Sezgin, İslâm Tarihinin Kaynağı Olmak Bakımından Hadîsin Ehemmiyeti, İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1957, II/1, s. 82.
[19] Bkz. İbn Sa’d, I,258-291; Ebu’l-Fazl Şemsüddîn Muhammed b. Alî b. Ahmedi İbn Tolun ed-Dımaşkî (880-953/1475-1546), İ’lâmu’s-Sâilîn An Kutubi Seyyidi’l-Murselîn (sallallahu aleyhi vesellem), thk. Abdulkadir el-Arnavut – Mahmud el-Arnavut, Beyrut 1407/1978; M. Hamidullah, Mecmuatü’l-Vesâiki’s-Siyasîyye li’l-Ahdi’n-Nebevî ve’l-Hilâfeti’r-Râşide, Beyrut 1987; Ali b. Hüseyinali el-Ahmedî, Mekâtibü’r-Resûl, Beyrut ts.
[20] Nahvîler (dil bilimciler), Seleme diye fetha ile okurlar. Hadîs uleması ise nahvîlerin kıyasına aykırı olarak Seleme ismini yalnızca bu kabîlede “L” (ل) harfini Selime (بني سَلِمَة) şeklinde kesreyle telaffuz ederler. Bkz. Ebü’l-Fazl İbnü’l-Kayserânî Muhammed b. Tâhir b. Alî el-Makdisî eş-Şeybânî (448-507/ 1056-1113), el-Ensâbü’1-müttefika fi’l-hatti’1-mütemâsile fi’n-nakt ve’z-zabt, s. 24 (eş-Şâmile); M. Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, İstanbul 1989, s. 59 (er-Rahbî’den naklen).
[21] Resûl-i Ekrem’in (a.s.) diğer yazışmalarında da ona kâtiplik yaptı. Mekke’nin fethine katılan Hanzale’yi (r.a.) Resûlullah (a.s.), Tâif Muhasarası’nda barış isteyip istemediklerini öğrenmek için Tâif halkına elçi olarak gönderdi. Hz. Ebû Bekir (r.a.) döneminde de kâtiplik görevine devam eden Hanzale, Irak bölgesinde Sâsânîler’e karşı yapılan savaşta Hâlid b. Velîd (r.a.) komutasındaki orduya katıldı. Hâlid (r.a.), onu ganimetleri halifeye ulaştırmakla görevlendirdi. Hz. Ömer (r.a.) döneminde Kâdisiye ve Nihâvend savaşlarına katıldı. Hz. Osman’ın (r.a.) muhasara edilmesi üzerine Mısırlı muhasaracılara karşı Medinelilere yardımda bulunulmasını teşvik etti. Hz. Osman’ın (r.a.) şahadetinden sonra fitneden uzak kalmak düşüncesiyle Cemel Vakası ve Sıffîn Savaşı’na katılmadı. Kûfe’ye yerleşmekle beraber Hz. Osman’a (r.a.) yapılan hakaretlere bir tepki olmak üzere buradan ayrıldı. Fırat ile Habur nehri arasında bulunan Karkisiyâ şehrine yerleştiği ve 45 (665) yılında burada vefat ettiği tahmin edilmektedir. Onun Hz. Ömer (r.a.) döneminde (634-644) veya 50 (670) yılında vefat ettiği rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber (a.s.) Hanzale’den unuttuğu hususları kendisine hatırlatmasını ister, bazen de mührünü ona bırakırdı. Bir ara, Resûl-i Ekrem’den (a.s.) ayrı kaldığı zamanlarda onun yanında iken aldığı manevî hazzı duyamadığı için kendisinin münafık olduğunu düşünmüş ve bu durumu önce Hz. Ebû Bekir’e (r.a.) , daha sonra Hz. Peygamber’e (a.s.) bildirmişti. Hz. Peygamber (a.s.) de insanın her zaman aynı manevî seviyede bulunamayacağını belirterek bu durumun münafıklık alâmeti olmadığını bildirmiştir (Müslim, “Tevbe”, 12-13; Tirmizî. “Kıyâme”, 59). Ebû Osman en-Nehdî, Yezîd b. Abdullah eş-Şıhhîr, Kays b. Züheyr ve Hasan-ı Basrî gibi âlimler Hanzale’den (r.a.) hadîs rivâyet etmişlerdir.
[22] (وإنما ذكرنا من أسماء كتابه صلى الله عليه وسلم من ثبت على كتابته، واتصلت أيامه فيها، وطالت مدته، وصحت الرواية على ذلك من أمره، دون من كتب الكتاب والكتابين والثلاثة إذ كان لا يستحق بذلك أن يُسمى كاتبًا ويضاف إلى جملة كُتَّابه). Bkz. el-Mes’ûdî, et-Tenbîh, s. 282-284; ayrıca bkz. Muhammed Abdülhay el-Kettânî, Resûl-i Ekrem’in Yönetimi: et-Terâtîbü’l-İdâriyye, çev. A. Özel, İstanbul 1990, I,257-259, s. 199 vd.; M. Hamidullah, “Allah’ın Elçisi (a.s.) ve Sahabe Devrinde Yazı Sanatı”, çev. Hasan Çağlar, İslâmî Araştırmalar, Ankara 1988, II/7,98.
[23] Bkz. Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik İbn Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî el-Meâfirî el-Basrî el-Mısrî (ö. 218/833), es-Sîretü’n-Nebeviyye, thk. Mustafa es-Sakkâ - İbrahim el-Ebyarî - Abdülhâfız Şelbî, Mısır 1936, IV,241-243; Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Selâm b. Miskin el-Herevî (154-224/771-838), Kitâbü’l-Emvâl, thk. Ebû Enes Seyyid b. Receb, Dârü’l-Hedyi’n-Nebevî (Mısır) – Dârü’l-Fazîle (Suudi Arabistan) neşri, 1428/2007, I,5-9; Ebû Abdillah Muhammed b. Ali b. Ahmed İbn Hudeyde el-Ensârî (v. 783/1381), el-Misbâhu’l-Muzî fî Kuttâbi’n-Nebiyyi’l-Ümmiyyi Ve Rusulihi İlâ Mülûki’l-‘Arz Min Arabiyyin Ve Acamiyyin, thk. Muhammed Azimuddin, II. Baskı, Beyrut 1405/1985, II,217-219; M. A. Köksal, İslâm Tarihi, XVII,42-49.
[25] Dedesi, babası ve amcası Ebî Afre’den (أبي عفرة) ilim almış, kendisinden ise İbn İshâk ve Muhammed b. Sadaka el-Adenî rivâyet almıştır. Bkz. Ebu’l-Fazl Abdurrahîm b. Hüseyin el-Irâkî (v. 806), Zeyl Mîzâni’l-İ’tidâl, thk. Ali Muhammed Meûz – Âdil Ahmed Abdilmevcûd, Dâr el-Kutub el-İlmiyye Neşri, Beyrut 1416/1995, s. 188 (eş-Şâmile).
[27] Zürkânî (1996 n.), V,34; M. Fayda, “Siyer Sahasındaki İlk Telif Çalışmaları,” Uluslararası I. İslâm Araştırmaları Sempozyumu, İzmir 1985, s. 358.