İnsanoğlu, cennette sıkıntısız ve tasasız bir hayat yaşarken yapmış oldukları hata sebebiyle yeryüzüne indirilmiştir. Rabbimiz karşılıksız verdiği cennetin kadrini bilemeyen kullarına, dünya hayatı sayesinde orayı kazanma imkânı bahşetmiştir. Dünyada imtihan hayatını yaşayacak olan insanoğlu tekrar girmek için cennetin davetlisi ve adayıdır. Cennette ebedi olarak yaşamaya davet eden, Rahman olan Allah; davet edilen ise hakka tabi olacak kullarıdır.
“Dedik ki: İnin oradan hepiniz! Artık ne zaman Ben’den size doğru yolu gösteren rehber gelir de kim ona uyarsa, onlara hiç bir korku olmayacak, hiç üzülmeyecekler de. İnkâr edip ayetlerimizi yalan sayanlar ise cehennemliktirler, hem de orada ebedî kalacaklardır.”[1]
Kul bir imtihan içerisindedir. İman edip etmemesinden, imandaki samimiyetinden ve sebatından imtihana tabi tutulacaktır. İman iddiasında bulunan kimse, sadece iman etme ve şehadet sözü söylemekle imtihanını tamamlamış olamaz. Her iddia sahibinden iddiasını ispatlaması beklenir. Ben Allah’a ve O’nun gönderdiklerine inanıyorum, diyenlerin de bu sözlerindeki sadakatleri Rableri tarafından denenecektir. Kendilerinden delil ve ispat istenecektir.
Hangi şekliyle olursa olsun tağutları inkâr ve reddederek daha sonra da Allah’ı tek ilah kabul ederek gerçekleşen iman, dünya ve ahiret kurtuluşunun vesilesidir. Allah’ın, Rasûlleri vasıtasıyla gönderdiği mesajlar, kopmayan sapasağlam bir kulptur ve ona sımsıkı yapışan kurtuluşa erecektir. Allah’a iman ve Rasûl’ün yolundan yürümek, karşılaşılacak zorluklara Allah’a güvenerek sabır gösterip küfre karşı direnmek cennete giriş anahtarı olacaktır.
Hz. Âdem’den beri insanoğlu çeşitli bela ve musibetlerle imtihan edilmektedir. Rabbimizin imtihanı farklı şekillerde tezahür edebilir. İnsanlar bazen yoksulluk ve sıkıntılarla denenmişler bazen ölüm ve acının en ağır çeşidiyle imtihan edilmişlerdir. “Biz mutlaka sizi biraz korku biraz açlık ile yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele!”[2]
İnsan, her gün, her an imtihanın türlü zorluklarıyla karşılaşabilir ve gösterdiği tavra göre kârlı veya zararlı çıkabilir. Belki de göstereceği sabır ve tahammülle adayı olduğu cenneti kazanacaktır. Eski devirlerden beri gerek peygamberler gerekse de müminler çok sıkıntılar çekmişlerdir. Hz. İsa’ya inananlar imanlarından dolayı aslanlara parçalatılıp, hendeklerde diri diri yakıldılar. Firavun Hz. Musa’nın (a.s) kavmine ağır zulümler yaptı. Tarih boyunca da birçok mazluma, imanlarından dolayı çeşitli işkence ve zulümler yapıldı. Allah’a ve onun dinine samimiyetle inananlar başlarına gelen bela ne olursa olsun imanlarından asla taviz vermediler. İşte bu sebatlarından dolayı cennetle müjdelendiler ve kendilerinden sonra gelenlere iman bayrağını devrettiler.
Hz. Muhammed’e tabi olanlar da birçok zulüm ve işkenceye maruz kaldılar. Kimi öğle sıcağında kumlara yatırılıp karnına taş konulmak suretiyle işkence gördü. Kimi de sırtına ateşte kızdırılmış taşlar yapıştırılarak, sırt yağları eriyinceye kadar sırtında tutuldu. Ancak onlar yine de imanlarında sebat ettiler.
İşkence ve eziyeti çokça çeken sahabilerden biri olan Habbâb b. Eret bize şöyle bir rivayette bulunmaktadır:
“Rasûlullah (s.a.s) Kâbe’nin gölgesinde kaftanını yastık ederek dayandığı bir sırada yanına vardık. “Yâ Rasûlallah! Bizim için Allah’a dua edemez misin? Allah’tan yardım dileyemez misin?” dedik. (Kureyş müşriklerinin işkencelerinden şikâyet ettik) Bunun üzerine Rasûlullah’ın (s.a.s) rengi değişti ve şöyle buyurdu:
“Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler bulunmuştur ki, (zalimler tarafından) yakalanır, onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi o çukurun içine gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, onun başı üzerine konulurdu da cesedi ikiye bölünürdü. Fakat bu onu dinden döndürmezdi. (Bir başkasına da benzer işkenceler uygulanır); demir taraklar ile etinin altındaki kemiği ve sinirleri taranırdı da, bu işkenceler o mümini dininden çevirmezdi. (Sahabilerim!) Size yemin ederek söylüyorum ki, Allah bu işi (İslâm dinini), mutlaka tamamlayacaktır. Öyle ki, bir süvari San’â’dan Hadramevt’e kadar (tek başına) yolculuk edecek de Allah’tan ve bir de (yolcu koyun sahibi ise) koyunlarına kurdun saldırmasından başka hiçbir şeyden korkmayacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz!”[3]
Dua talebinde bulunan şahsın başından geçenleri bilirsek hadisin verdiği mesajı daha iyi anlarız. Habbab Müslüman olduğunu açıklayan ilk insanlardandır. Hz. Ömer (r.a.), hilâfeti döneminde bir keresinde Habbab’a “Allah yolunda çektiğin işkenceleri bize anlat ey Habbâb!” der. Bunun üzerine Habbab sırtını açar ve gösterir. Hz. Ömer “Bu güne kadar bu derece harap olmuş bir sırt görmedim” diyerek olayın dehşetini tasvir eder. Habbâb (r.a) “Sırtımda ateş yakarlardı da derimden çıkan yağlar ateşi söndürürdü” der. Bazen de ateşte kızdırılmış taşlar sırtına konur derisinin yağları soğutuncaya kadar tutulurdu. Bunun için sırtı yumurta büyüklüğünde oyuk oyuk idi.[4]
Hz. Peygamber (s.a.s) yukarıda zikredilen sözleriyle, Ashâb-ı Kiram’ın çektikleri sıkıntıların başka ümmetler tarafından da çekildiğini haber vermiş, onların acısını dindirip teselli etmiş, karşılaşacakları sıkıntılara sabrettikleri takdirde Allahın yardımına, huzurlu ve emniyetli günlere kavuşacaklarını müjdelemiştir.
Allah’ın Yardımı Pek Yakındır
“Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali, başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda peygamber, beraberindeki mü’minlerle: “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.”[5]
Rabbimiz, bizden önce yaşamış mü’minleri, bizim için örnek kılmıştır. Onlar, Allah’ın rızasını kazanmak için nasıl davranmışlar ve nasıl sabrederek kulluk vazifelerini yapmışlar ise, bizim de onlar gibi davranıp bizden beklenen kulluk vazifelerini yerine getirmemiz gerekir. Onlar, şüphe duymadan iman ettiler ve Rablerine teslim oldular.
Ayetin son kısmındaki “Allah’ın yardımı yakındır.” ifadesi bize, insanların başına gelen, kulun gücünü aşan sıkıntı ve belalara karşı Allah’ın yardımını dilemenin gerekliliğini ve bu hususta dua etmenin çok önemli bir çıkış kapısı olduğunu öğretmektedir. Allah’ın yardımının yakın olduğunu bilmek, sönen ümit ışığını yeniden yakar; bela ve sıkıntıların ağırlığını hafifletir, hacmini küçültür ve insanın manevî yapısını canlı ve dinç tutar. Allah (c.c), insana yakın olduğu için, yardımı da yakındır.[6]
Cennetin yolu sıkıntı ve ızdıraplarla doludur. Bu sıkıntı ve ızdıraplara katlanmadan, önündeki engelleri aşmadan cennet denen ödüle kavuşmak, onu elde etmek mümkün değildir. Sosyal hayatta çekilen sıkıntı ve ızdıraplar insanları eğitmekte ve sabırlarını tecrübe etmektedir. “İnsanlar yalnız ‘iman ettik’ demekle, hiç imtihan edilmeden bırakacaklarını mı sandılar? Ant olsun ki biz, onlardan öncekileri imtihan ettik. Elbette Allah (imtihan ederek), doğru söyleyenleri de bilir, yalancıları da bilir.”[7] mealindeki ayetler de bu gerçeği bizlere bildirmiştir.
İnsanların Allah’ın razı olduğu bir Müslüman olmaları için yalnızca “İnandık.” diyerek sözlü bir iman ikrarında bulunmaları yeterli değildir. İman, Allah’ın insanları inançları uğrunda bazı güçlüklerle imtihan ettiğinde gösterilen sabırla ortaya çıkar. Bu ayetlerin, içerdiği anlam ve mesaj süreklidir, evrenseldir; kapsamı da insanoğlunun karşılaşabileceği yoksulluk, hastalık, ölüm, savaş gibi bütün acı olayları, hatta yerine getirmek zorunda olduğu ödev ve sorumluluklara katlanmayı da içine alacak kadar geniştir. Geçmiş çağlardaki toplulukların da bu tür fitnelerle imtihan edildikleri, yani düşmanlarının baskı ve zulümlerine maruz kaldıkları belirtilmek suretiyle bu ayetlerin evrenselliğine işaret edilmiştir. Buna göre iyilikle kötülük, iyilerle kötüler, müminlerle münkirler arasındaki çatışma insanlık tarihinin sadece bir döneminde yaşanıp bitmiş bir olgu değildir; aksine bu “sünnetullah”tır, yani Allah’ın sürüp giden şaşmaz bir yasasıdır.[8]
Dünya hayatı bireyler için olduğu kadar topluluklar için de bir imtihan alanıdır. İmanlarına sadakat gösterenlerle, imanlarını kelimelerde bırakanları belirlemek için imtihan şarttır. Bu şekilde gerçek iman sahipleri ortaya çıkacak, bunların Allah katındaki değerleri de bu imtihandaki başarı derecelerine göre belli olacaktır. Bazen imtihanda sıkıntı, ızdırap ve çile olacaktır. Bu tür sıkıntılar insanların dinlerinden dönmek yerine sıkıca ona bağlanmalarına vesile olmaktadır. Mümin imanının kuvvetiyle acılarının üstesinden gelebilmektedir. Çünkü onlar, kâfirlerin ummadıkları şeyleri Allah’tan ummaktadır. “O (düşman) topluluğu takip etmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız onlar da, sizin çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz Allah’tan, onların ümit etmedikleri şeyleri umuyorsunuz. Allah ilim ve hikmet sahibidir.”[9]
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) şöyle bir rivayette bulunur:
“Peygamber Efendimizin (a.s) yanına girdiğimde onu (sıtma) ateşi içinde gördüm. Elimi kendisine dokundurduğumda ateşini yorgan üzerinden hissettim. Bunun üzerine dedim ki:
— Ateşin ne de şiddetlidir! Buyurdu ki:
— “Biz peygamberler böyleyizdir; hem başımıza gelen belâ şiddetli olur, hem de mükâfatımız (o nispette büyük olur).”
Tekrar sordum, dedim ki:
— Ey Allah’ın Peygamberi! İnsanlardan en şiddetli belâya uğratılanlar kimlerdir?
— “Peygamberlerdir.” buyurdu.
— Onlardan sonra kimlerdir, diye sordum.
— “Salih kişilerdir. Onlardan biri fakirliğe uğrar ve ancak ortası kopuk yırtık bir üstlük bulabilir. Hem onlardan biri sizin genişlik ve refah ile sevindiğiniz gibi, belâ ile sevinir.” diye cevap verdi.[10]
Bir gün Rasûlullah (a.s) Efendimize şöyle sordum: Ey Allah’ın Peygamberi! İnsanlardan en çok ve en çetin belâya uğrayanlar kimlerdir?
— Peygamberlerdir, sonra da derece derece birbirini izler; adam dinine bağlılığı nispetinde belâ ve imtihanla karşılaşır. Dindarlığında sağlamlığı ve sebatı oranında belâsı şiddetlenir. Dindarlığında gevşekliği varsa ona göre belâ ile karşılaşır. Mü’min kul yeryüzünde, üzerinde hata ve günah olmaksızın gezip dolaşıncaya kadar belâ ondan ayrılmaz, diye cevap verdi.[11]
Hz. Muhammed (s.a.s) ashabı da imanlarını kendi rahatlarının üstünde görmüşler; bu uğurda her şeylerini feda etmeyi göze almışlar, büyük bela ve sıkıntılara katlanmışlardır. Onlar Allah’ın rahmetinden asla ümitlerini kesmemişlerdir. “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek!” diye talepte bulunurken o yardımın geleceğine kesin bir şekilde inanmışlardır.
Din ve iman davasında mücadele eden bir kişinin aynı şekilde sarsılmaz bir imana ve Allah Teâlâ’ya güvenmesi gerekir. Çünkü Allah’ın yardımı onu hak edenler için hazırda beklemektedir. Fakat onu ancak sonuna kadar direnmeye devam edenler, sebat edenler hak edebilir. Bir Müslüman şunu da unutmamalıdır:Kişi, dindarlığı derecesinde belâya uğratılır. Şayet dininde sağlam ise, belâsı ağırlaşır. Aslında Rabbi ona büyük bir lütufta bulunuyor ve onu cennetine davet ediyor…
[1]- Bakara 2/ 38-39.
[2]- Bakara 2/155.
[3]- Ahmed b. Hanbel, 5/109; Buharî, Menakıbu’l-Ensar,29.
[4] - İbnu’l Esîr, Usdü’l-Gâbe (Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye baskısı), II, 147-148.
[5]- Bakara 2/214.
[6]- Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 3/58-61.
[7]- Ankebut 29/2-3.
[8]- Şevkânî, III, 221.
[9]- Nisa, 4/ 104.
[10]- Buharî, Maraz: 2, 3, 13, 14, 16; Müslim, Birr, 45.
[11]-Tirmizî, Zühd, 57-; İbn Mâce, Fiten, 23; Ayrıca bkz: Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4598-4599.
Yeni yorum ekle