Bir süre yaşadığımız yerler, ancak orayla vedalaştıktan epey sonra muhayyilemizde biçimlenir ve hafızamızda hiç silinmeyen izler bırakır. Ayrıntılar sonraları zihnimizden silinip gitse de, bizim için önem arz eden, sadece hatırlanmaya değer olanlar aklımızda kalır.
Ağaçların ve çiçeklerin hayatımda hep ayrı bir yeri olmuştur. Onlara hayranlığım daha küçük yaşlarda başladı. Çocukluğumun geçtiği Derebağ'daki evimizin avlusunda her renkten güller vardı. Büyük dış kapıdan girildiğinde taşlarla döşenmiş uzun yolun sağ tarafında envai çeşit gül evin kapısına kadar eşlik ederdi. O sebeple evimiz parmakla gösterilirdi. Güllerin arasında küçük bir ağaç görünümündeki leylak açtığında ise bir gülü bir leylağı koklar koklar dururduk. Mutfağın hemen önündeki balkonumsu yerde ise toprak ve teneke saksılarda sardunyalar, ceylan gözü, begonya, karanfil, küpe çiçekleri rengarenk açardı. Kocaman avlunun neredeyse yarısını kaplayan asmanın gölgesinde yazın güneşten korunurduk. Ağustosta olgunlaşan üzümler kara salkımlar halinde tepemizde sallanır dururdu.
Üç katlı ahşap evimizin diğer tarafında bulunan bahçemizde ise ceviz, erik, ayva, elma, dut, mahlep gibi birçok ağaç vardı. Ama içlerinden ikisini unutmam mümkün değil. Evimizin penceresinden baktığımızda hemen gözümüze çarpan ulu ceviz ağacını ve tam karşımızda, bahçenin ortasındaki kiraz ağacını daha dün gibi hatırlarım.
Yedi yaşıma kadar her mevsim penceremden aynı manzarayı seyrettim.
O heybetli ceviz ağacı sonbaharın uğuldayan rüzgârında bir sağa bir sola savrulurken ben secdeye ha kapandı ha kapanacak diye için için ürperirdim. Öyle olurdu ki dalları evin kireç badanalı duvarlarına dokunup dokunup uzaklaşırken yapraklarının hışırtısı kulaklarıma dolardı. Kim bilir tepesinde ne rüzgârlar esmiş, kaç fırtına atlatmıştı bu yaşına kadar! O ise her şeye rağmen ne çok çaba sarfetmiş; büyüyüp serpilmiş, sonunda ulu bir ceviz ağacı olmuştu. Bütün kuşlar dallarında misafir olur, en çok da üzerine tüneyen kargalara ev sahipliği yapardı. Ne zaman rüzgârın uğuldayan sesini duysam o devasa ceviz ağacı gözümün önüne gelir.
Kiraz ağacı ise baharla birlikte çiçeğe durduğunda adeta bize gülümserdi. Açan çiçekleriyle beyaz bir duvağa bürünürdü. Sevimli kiraz ağacının gelin gibi süzüldüğü bu bahçede, salatalıktan fasulyeye kadar çeşit çeşit sebze yetiştirilirdi. Bahçede karıkların açılması, sebzelerin ekimi ve sulanmasıyla genelde dedem ilgilenirdi. Yaz başlangıcında kiraz ağacımızdaki meyveler yeşilden kırmızıya evrilirdi. Mahallenin çocuklarından kurtulmayı başaranlar ise koyu kırmızı olur, dallarında alımlı alımlı sallanırlardı. Tam olgunlaştığı zaman siyaha çalan parlak kırmızı rengi ve iriliğiyle herkesi cezbederdi. Evvelbaharda açan beyaz çiçekleri ve yaz başında yeşil yaprakları arasında saklanan kırmızı meyveleriyle bu ağacın yeri bende bambaşkaydı. Çok sonraları öğrendiğime göre mevsimin ilk hasat edilen kirazıymış "Karga Yüreği..."
Çevremizde bu güzellikte kiraz ağacına rastlanmadığı için yoldan geçen afacan çocuklar onların albenisine dayanamaz ve ağaca dadanıverirlerdi. Kirazlar uzaktan kızarıp kendini göstermeye başlar başlamaz dallar çocukların istilasına uğrardı. Ağacın dalları kırılır, yeşil yaprakları yerleri doldururdu. Hırpalanmış ağacın üzerinde uzanılamadığı için canını kurtarmış kirazlar kalırdı. Elin uzanamadığı bu kirazlar ise kuşların nasibi olurdu. Her yıl tekrarlanan bu saldırılardan bizim kiraz ağacı yılmaz, kimseye küsmez, ertesi bahar hiçbir şey olmamış gibi yine çiçeğe dururdu.
Bir gün rahmetli dedem evimizin önündeki "Karga Yüreği" tabirini verdiğimiz bu ağacı kesti. Yerinde kocaman bir boşluk oluşmuştu. Ağacın durduk yere kesilmesine çok üzülmüş ve buna bir anlam verememiştim.
Daha sonra rahmetli annem ağacın kesilme nedenini şöyle açıklamıştı: "Oğlum kiraz yemek için ağaca tırmanan mahallenin çocukları haliyle bahçedeki ekili sebzelere zarar veriyorlar. Onları ağaçta gören deden belki onlara bağırıp çağıracak, çocuklar kaçmak isterlerken ağaçtan düşüp bir yerleri kırılacak. Dolayısıyla komşularla aramız açılacak. Şunu bil ki, öfke bir rüzgâr gibidir, bir müddet sonra diner; ama bir çok dal kırılmış olur. Deden bir an öfkesine hakim olamayacağını düşünmüş ve ağacı bunun için kesmiştir. Çünkü öfke gelince göz kararır, gidince yüz kızarır." dedi. Sonra da: "Varsın Karga Yüreği kiraz değil de çarşıdan, pazardan alınan kirazı yiyelim; ama yüzümüz hiç kızarmasın!" diyerek beni teselli etmişti.
Şimdi uzak bir hatıraya dönüşen o bahçeyi ve yıllar boyu zihnimden silinmeyen annemin bu nasihatini hiç unutamam.
Yeni yorum ekle