Abdülmuttalib b. Hâşim

Hazırlayan: Cemil ÇELİK

 (Ebü'l-Hâris Abdülmuttalib b. Hâşim b. Abdimenâf b. Kusayy)

 

Asıl adı “Şeybe”olan Abdulmuttalib, Medine’de doğmuştur. Babası Hâşimoğullarının atası kabul edilen Hâşim, annesi Medineli Neccâroğulları’ndan Selmâ’dır. Babası öldüğünden sekiz yaşına kadar annesiyle birlikte Medine’de kalan Abdulmuttalib, daha sonra amcası Muttalib tarafından Mekke’ye götürülmüştür. Şehre girerken Muttalib ile birlikte çocuğu gören Mekkelilerin, onu Muttalib’in kölesi zannederek kendisine bu anlamda “abdü’l-Muttalib” dedikleri ve o günden sonra Abdülmuttalib diye anılmaya başlandığı bilinir. Abdülmuttalib’i amcası Muttalib yetiştirmiştir. Amcası ölümüne yakın bir zamanda, “Babanın yerine sen lâyıksın” diyerek kabile liderliği görevini ona devretmiştir.[1]

Sikâye Görevi ve Kaybolan Zemzem Kuyusunu Keşfetmesi

Kureyş kabîlesinin yöneticiliği ve Beytullah için yapılması gereken hizmetleri idare etmesiyle tanınan Abdulmuttalibin büyük dedesi Kusayın, bu hizmetlerden biri olan hacılara su dağıtma vazifesini ölünceye kadar devam ettirdiği bilinir[2]. Sikâye olarak isimlendirilen bu mukaddes görev Kusay’dan oğlu Abdumenâf’a, ondan oğlu Hâşim’e, Hâşim’den kardeşi Muttalib’e, ve Muttalib’in vefatından sonra da yeğeni Abdülmüttalib’e geçmiştir[3]. Abdülmüttalibin, sikâye vazifesini hakkıyla ifa edebilmek için çok zorluklar çektiği söylenmektedir. Mekke şehrinin muhtelif yerlerinde bulunan kuyulardan Kâbe’nin yanında bulunan havuzlara develerle su taşıyor, taşıdığı bu suları orada tasarruf ediyor ve hacılara buradan dağıtıyordu.

Sikâye konusunda epey güçlük çeken Abdülmüttalib, bir gün uyurken kendisine rüyada Zemzem kuyusunun yeri gösterilmiş ve orayı kazması emredilmiştir. Hz. Ali’ye dayandırılan bu rivâyete göre Abdulmuttalib olayı şöyle anlatmaktadır:

“Ben, Hicr’de (Hatîm denilen yarım dâire şeklindeki duvar ile Kâbe arasında kalan ve altınoluğun altına rastlayan yer) yatıp uyumuştum. Birisi geldi ve bana şöyle dedi: “Taybe’yi kaz!” Ben, kendisine “Taybe nedir?” diye sordum; o da cevap vermeden gitti. Ertesi gün, aynı yerde yine yatıp uyumuştum. Bu şahıs yine geldi ve bu sefer de bana: “Berre’yi kaz!” dedi. Ben, ona “Berre nedir?” dedim; cevap vermeden çekip gitti. Ertesi gün, yine aynı yere geldim ve yatıp uyudum. Aynı şahıs yine geldi ve bu sefer de “Madnûne’yi kaz!” dedi. Ben de kendisine “Madnûne nedir?” dedim; yine cevap vermeden çekip gitti. Ertesi gün olunca yine aynı yere gittim ve yatıp uyudum. Aynı şahıs yine geldi ve bana: “Zemzem’i kaz.” dedi. Ben de kendisine “Zemzem nedir?” diye sordum. O da dedi ki: “(O, bir kuyudur ki;) suyu asla bitmez ve dibine ulaşılamaz. Bütün hacılara oradan su içirirsin…”[4]

      Uykusundan uyanan Abdülmüttalib, rüyasında kendisine gösterilen yeri tek oğlu Hâris ile birlikte kazmaya başlamıştır. Daha önce bu kuyuyu bulmak için çok çalışan ve yorulanlar olduğu ve kuyu hiç bulunamadığı için Mekkeliler baba ve oğula hiç yardımcı olmamıştır. Dolayısıyla baba ve oğul kuyunun kazılmasında çok zorluklar çekmişlerdir.. Yalnız tek oğlu Hâris ile çalışmaya devam eden Abdülmüttalibin, yalnızlıktan, zorluktan ve yardımsızlıktan darda kaldığı için ileride on oğlu olursa bunlardan birini kurban edeceğine dair adakta bulunduğu bilinmektedir[5] Uzun ve yorucu uğraşlar sonucunda Cürhümlüler’in Mekke’yi terk ederken kapattıkları zemzem kuyusunu bulmuştur. Böylece hem sikâye görevini ifa etmesi kolaylaşmış hem de şöhreti tüm Arap yarımadasına yayılmıştır.

Çocukları ve Oğlu Abdullah’ın Kurban Edilmesi Meselesi

İlerleyen yıllarda Abdulmuttalib’in beş hanımdan on oğlu daha dünyaya gelmiştir. Bunlar: Abdullah, Abbas, Ebu Talib, Ebu Leheb, Hamza, Zübeyir, Kusem, Dırar, Mukavvim ve Hacl’dır.[6] Abdülmüttalib, adak için şart koştuğu on oğlu dünyaya gelince ve bu oğulları belli bir olgunluğa erişince oğullarını toplamış ve içinde bulunduğu vaziyeti onlara anlatmıştır. Oğulları da babaları nasıl uygun görürse ve aralarından kimi kurban etmek isterse babalarına itaat edeceklerini söylemişlerdir.[7] Oğulları arasında birini kurban olarak seçmekte güçlük çeken Abdülmüttalib, onların arasında kura çekmiş, kura Hz. Muhammed’in babası Abdullah’a çıkmıştır.[8]

 Mekkeliler ve bilhassa Abdullah’ın kardeşleri ve annesinin akrabaları Abdülmüttalib’e karşı çıkmışlar, fidye teklifinde bulunmuşlardır[9]. Nihayetinde Abdülmüttalib, durumu neticelendirmek için kendisine tavsiye edilen kadın bir bilgeye gitmiş; bu bilgenin yol göstermesi neticesinde yüz deve kurban ederek Abdullah’ı kurban etmekten geri dönmüştür.[10]

Fîl Vak’ası

        Fil Vak’ası, Kâbe'yi yıkmak amacıyla 569 yılında Mekke üzerine yürüyen Habeş ordusunun Allah tarafından gönderilen ebabil ismindeki kuşlar vasıtasıyla imha edilmesi olayıdır. Bu olay hakkında nâzil olan, Kur'ân-ı Kerîm'in 105. suresinde ordu mensuplarından "ashâbü'l-fîl" şeklinde bahsedilmesi ordunun önünde bir fil bulunduğunu göstermekte ve bundan dolayı söz konusu sureye "Fil suresi" adının verilmesi gibi olaya da "Fil Vak’ası" denilmektedir.[11]

        Hristiyanlığın hüküm sürdüğü Habeş Krallığı'nın Yemen valisi Ebrehe el-Eşrem, Hıristiyanlığı yaymak için bölgede yoğun çalışmalara başlamıştır. Araplar'ın Kâbe'yi ziyaret için Mekke'ye gittikleri dikkatini çekince bu binaya karşılık olarak kendisinin daha güzel bir ibadet yeri yapacağını duyurmuştur. Mabedin inşaatının tamamlanmasından sonra Ebrehe çeşitli bölgelere propagandacılar göndererek mabedi ziyaret etmeleri için halkı çağırmıştır. Daha sonra Ebrehe, Hıristiyanlığın yayılmasına Kâbe'nin engel teşkil ettiğini düşünmüş ve onu yıkmaya karar vererek içinde fillerin de bulunduğu büyük bir ordu ile Mekke üzerine yürümüştür.

          Mekke’nin yakınlarına gelen Ebrehe, Hunâta el-Himyerî adlı adamını o sırada Kureyş'in reisi olan Abdülmuttalib'e yollayarak onlarla savaşmaya gelmediğini ve yalnızca Kâbe'yi yıkmak istediğini, eğer engel olmaya kalkışmazlarsa kendilerine dokunmayacağını bildirmiştir. Abdülmuttalib ise ordugâha gelip sadece el konulan 200 devesini istemiştir. Onun Kâbe'nin yıkılmaması için ricada bulunmak yerine yalnız develerini önemsemesini tuhaf bulan Ebrehe'ye, kendisinin yalnızca develerin sahibi olduğunu ve Kâbe için endişe etmediğini, çünkü onu da kendi sahibinin koruyacağını söylemiştir.

          Develerini alarak Mekke'ye dönen Abdülmuttalib, Kâbe'ye gidip beytini koruması için Allah'a dua ettikten sonra halka şehrin dışına çıkmalarını, dağlara ve vadilere çekilmelerini emretmiştir. Ertesi gün Ebrehe, ordusuna hücum emri vermiştir. Fakat rivayetlere göre askerin önünde bulunan filler Mekke'ye doğru hareket ettirildiklerinde yerlerinden kımıldamamışlardır. Daha sonra Allah’ın emri hâsıl olmuş ve Ebrehe’nin ordusu, üzerlerine taşlaşmış çamur yağdıran ebabil kuşları tarafından, kurt yemiş yaprağa çevrilmişlerdir. Ebrehe de perişan bir halde ülkesine geri dönmüştür.[12]

Kişiliği ve Vefatı

Abdülmuttalib kişiliği üstün, inançlı, iyi kalpli bir insan, adaletli bir liderdi. Ömrünün sonuna doğru puta tapmayı terk etmiş, içkiyi bırakmış, Kâbe’nin çıplak olarak tavaf edilmesini yasaklamıştır. Allah’ın ve ahiretin varlığına inanmış, zaman zaman Hira mağarasına çekilip ibadetle meşgul olmuştur.

Sağlığında, yetim kalan torunu Hz. Muhammed’e gereken özeni göstermiş; kendisinden sonra da torununu, oğlu Ebû Tâlib’e emanet etmiştir.

Rivayete göre seksen iki yaşında 577 yılında Mekke’de vefat etmiş ve büyük dedesi Kusayy’ın mezarı yanına defnedilmiştir. Ölümü sebebiyle Mekke halkının yas tuttuğu, dükkânların günlerce kapalı kaldığı, hakkında mersiyeler okunduğu rivayet edilmektedir. Cumhur u ulemâ fetret döneminde yaşayan Abdülmuttalib’in tevhid inancına sahip bir kişi olduğunu kaydeder ve ahirette kurtuluşa ereceği ümidini taşırlar.[13]

 



[1] H. Ahmet Sezikli, Abdulmuttalib, TDV İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul:1988), I, s.272.

[2] Ya’kûbî, Târîhu’l-Ya’kûbî, Beyrut, I, s. 241.

[3] İbn S’ad, et-Tabakâtü’l-kübrâ, Beyrut 1985, I, s. 83.

[4] İbn İshâk, Sîretü İbn İshâk, Konya 1981, s. 3-4.

[5] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, Beyrut 1971, I, s.160.

[6] Belâzürî, Ensâbü’l-eşrâf, Beyrut 1996, I, sy.99.

[7] İbn Sa’d, et-Tabakât, I, s. 88

[8] İbn Hişâm, es-Sîre, I, s. 162.

[9] İbn Sa’d, et-Tabakât, I, s. 89.

[10] İbn Hişâm, es-Sîre, I, s. 164.

[11] Mustafa Fayda, Fil Vak’ası, TDV İslam Ansiklopedisi, (İstanbul: 1996), c. 13, s. 70.

[12] Mustafa Fayda, Fil Vak’ası, TDV İslam Ansiklopedisi, (İstanbul: 1996), c. 13, s. 70.

[13] H. Ahmet Sezikli, Abdulmuttalib, TDV İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul:1988), I, s.273.