Busra Seyahati
Uçsuz bucaksız çöller, vücutları kasıp kavuran sıcaklık ve aylarca süren yolculuklar… Tüm bunlar Mekkelilerin hayatının değişmez bir parçasıydı. Zira şehrin arazisi tarıma uygun değildi. Kureyşliler, hayatlarını ticaretle kazanırlardı. Peygamber Efendimizin büyük dedesi Haşim b. Abdimenaf devrinde gerçekleştirilen ticari anlaşmalar sayesinde Mekkeliler, yaz aylarında Suriye’ye, kış aylarında ise Yemen ve Habeşistan’a seyahat ederlerdi.[1]
Efendimiz on iki yaşına geldiğinde, amcası Ebû Talib, Suriye’ye gitmek için hazırlanan bir kervana katılmaya karar verdi. Ev halkı kalabalık, geliri ise yetersiz olduğundan evini, yurdunu terk etmek, gurbete çıkmak zorundaydı. Yol hazırlıklarını tamamlayıp ailesiyle vedalaşırken yeğeni Muhammed’in ağladığını gördü. “Yeğenim, seni burada bıraktığım için mi ağlıyorsun?” diye sorduğunda, Efendimiz amcasının devesinin yularını tutarak şöyle dedi: “Benim ne annem ne de babam var, sen beni kimlere bırakıyorsun?” Bu sözler Ebû Talib’i çok duygulandırdı: “Vallahi, onu yanımda götüreceğim. Ne o benden ayrılacak, ne de ben onu terk edeceğim” diyerek yeğenini beraberinde götürdü.
Allah Resûlü bu yolların yabancısı değildi. O, yıllar önce bu yollardan geçerek Medine’ye gitmiş, dönüşünde yolun bir kenarında annesini toprağa vermişti. Şimdi Medine’den de öteye, Suriye’ye gidiyordu. Belki de annesinin vefat ettiği köyün yakınlarından geçmiş, onu kaybetmenin hüznünü ve ona olan hasretini daha derinden hissetmişti.
Rahip Bahira
Kervan Şam’ın güneyinde bulunan Busra[2] şehrine yaklaşırken, manastırından kervanın gelişini seyreden Bahira isimli rahip, bir mucizeye şahitlik etti. Kervanın üzerinde küçük bir bulut vardı ve o bulut kervanla birlikte hareket ediyordu. Öyleyse bu kervanda Allah celle’nin sevdiği ve güneşten korunması için bir bulut tahsis ettiği yüce bir kimse vardı. Heyecandan titreyen Bahira’nın yüreğini derin bir merak sardı.
Kervandakiler manastırın hemen yakınında mola verip çadırlarını kurduklarında Bahira kendilerini manastırına, yemeğe davet etti. Arap kervanları bu manastırın önünden defalarca geçmiş fakat hiç ilgi görmemişlerdi. Bunu çok iyi bilen Kureyşliler, yaşadıkları şaşkınlığa rağmen daveti kabul ettiler.
Asıl ismi Sergius olan Bahira geniş bilgisi olan âlim bir kimseydi. Ziyafet için gelen Kureyşlilerin yüzünde hiç bir farklılık göremedi. Bu adamların daha önce gördüğü bedevilerden ne üstünlüğü vardı? Tam bir hayal kırıklığı yaşadığı sırada sordu: “Kervandakiler içerisinde bu yemeğe katılmayan bir kimse var mı?” Kureyşliler herkesin burada olduğunu ancak küçük bir çocuğu eşyaların başında bıraktıklarını söylediler. Bahira o çocuğun da yemeğe katılmasını, ayrı tutulmamasını rica etti. Muhammed aleyhisselam’ın geride bırakılmasından rahatsızlık duyan bazı kimseler hemen harekete geçerek Efendimizi yemeğe getirdiler. Ayın on dördü gibi parlayan yüzüyle Muhammed aleyhisselam Bahira’nın karşısındaydı.
Efendimiz’e hayran olan Bahira, bir süre onunla sohbet etti. Daha sonra Ebû Talib ile görüşerek yeğeni hakkında bilgi aldı ve şöyle dedi: “Senin yeğeninin şanı çok yüce olacaktır. Onu memleketine geri götür, zira Yahudiler kendisine zarar verebilir.”
Bahira’nın uyarılarını dikkate alan Ebû Talib, yolculuğun geri kalan kısmından vazgeçerek yeğeni ile birlikte Mekke’ye döndü.[3]
Efendimiz aleyhisselam’ın Busra seferi ve Rahip Bahira rivayeti hakkında pek çok şey söylenmiş, gerek İslam âlimleri gerekse Batılı yazarlar tarafından değişik fikirler ileri sürülmüştür. Bazı Hıristiyanlar, Peygamber Efendimiz’in İslam’ın ilkelerini Bahira’dan öğrendiğini söylemiş, hatta “Kuran’ın yazarı Bahira’dır.” diyecek kadar ileri gitmişlerdir. Buna karşılık bir kısım siyer âlimleri bu hikâyenin tamamıyla uydurma olduğunu iddia etmişlerdir. Bahira ile birkaç dakika görüşen Efendimiz’in bu kadar kısa süre içerisinde Kur’an’ı duyup ezberlemesi kabul edilebilir bir düşünce değildir. Ayrıca böyle bir durum olsaydı, bu seyahate katılıp ileride Efendimizin peygamberlik günlerine erişen kimselerin bu durumu gündeme getirmeleri gerekirdi. Oysaki rivayetlerde Efendimizin Bahira’dan bir şey dinlediğine ya da bir şeyler öğrendiğine dair hiçbir bilgi yoktur.
İslam güneşinin doğmak üzere olduğu günlerde Yahudiler ve Hıristiyanlar bir peygamberin gelmesini bekliyor ve o peygamberin özelliklerini biliyorlardı. Henüz çok küçük yaşta olan Muhammed aleyhisselam’ın peygamber olacağını bilmesi mümkün olmasa da, derin bir ilme sahip olan ve kendisini ibadete veren zahid bir kimsenin Efendimizi gördüğünde ona hayran olması ve onun ileride büyük bir insan olacağını söylemesi yadırganacak bir durum değildir. Bilgi ve tecrübe sahibi kimselerin ilk bakışta karşılarındaki insanların gelecekteki durumlarına dair tahmin ve temennilerde bulunması gayet doğal bir durumdur. Dolayısıyla bu rivayeti reddetmenin bir gereği yoktur.
İslam Peygamber’i hayatını kazanmak üzere henüz küçük yaşta çalışmaya başlamış, önce dağlarda çobanlık yapmış, amcası Ebû Talib’in nezaretinde ticareti öğrenmiş ve daha sonra da başarılı bir tüccar olmuştur. Busra seyahati, Efendimiz aleyhisselam’ın farklı coğrafyalardan insanları ve değişik kültürleri tanımasına imkân sağlamıştır.
Rabbinin Himayesinde
Sevgili Peygamberimiz tıpkı atası İbrahim gibi hiçbir zaman Allah’a şirk koşmamış, putlara tapmamıştır. Rabbi onu cahiliyenin tüm karanlıklarından, çirkin ve adi huylarından muhafaza buyurmuştur.
Efendimiz aleyhisselam’ın dadısı Ümmü Eymen’in anlattığına göre Kureyşliler yılda bir kez Buvane adlı putlarının yanına gidiyor, gün boyu bu putun yanında kalıyor, kurbanlar keserek putlarını tazim ediyorlardı. Bu merasime katılmak üzere hazırlanan Ebû Talib, yeğeni Muhammed’i de yanında götürmek istedi. Efendimiz buna yanaşmayınca amcaları ve halaları kendisini şiddetle azarladılar. İlahlardan yüz çevirdiği takdirde başına felaketlerin yağacağını söyleyerek onu törene zorla götürdüler.
Muhammed aleyhisselam merasimin yapılacağı yere gelip Buvane’ye yaklaştığı sırada korkudan benzi sapsarı oldu. Halaları telaş içerisinde ne olduğunu sorduklarında, beyaz elbiseli, uzun boylu ve daha önce hiç görmediği bir adamın ortaya çıkıp puta el sürmemesi konusunda kendisini uyardığını söyledi. Bu hadiseden sonra akrabaları onu putların yanına götürmek için bir daha zorlamadı.[4]
Hz. Ali’nin rivayetine göre Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur: Cahiliye devri insanlarının yaptığı şeylere iki kez teşebbüs ettim. Fakat Allah her defasında beni bu işleri yapmaktan alıkoydu. Bir gece Mekke’nin yukarı tarafında kabilemden bir gençle koyun otlatıyordum. Arkadaşıma, bu gece benim koyunlarıma baksan da ben de diğer Mekkeli gençler gibi gece sohbetlerine katılsam, dedim. Arkadaşım, olur bakarım, deyince koyunlarımı ona bırakıp yola çıktım. Mekke’nin girişindeki ilk eve yaklaştığımda bir çalgı sesi duydum. Neler oluyor, diye sorduğumda filan erkek filanca kadınla evleniyor, dediler. Çalgı seslerini dinlemek üzere oturdum. Fakat o sırada Allah celle kulaklarıma bir ağırlık verdi. İşitemez oldum. Uyku bastırdı, uyuyakaldım. Ertesi sabah ancak sıcaklığın etkisi ile uyanabildim. Hemen dönüp arkadaşımın yanına geldim ve başımdan geçenleri anlattım.
Başka bir gece arkadaşıma yine aynı ricada bulundum. İzin aldıktan sonra şehre indim. Aynı çalgı seslerini yine işittiğimde hemen oraya giderek dinlemeye başladım. Sonra Allah kulaklarıma yine bir ağırlık verdi ve bir süre sonra uyuyakaldım. Sıcaklığın etkisi ile uyanınca arkadaşımın yanına gittim ve olanları anlattım. Artık bundan sonra Allah beni Peygamberlikle şereflendirinceye kadar hiçbir kötülüğe teşebbüs etmedim.[5]
Peygamber olmadan evvel dahi putlara tapmayan, içki içmeyen, cahiliye devrinin kirlerine hiçbir şekilde bulaşmayan Efendimiz, Rabbinin himayesi sayesinde güzel ahlakını muhafaza etmiş çevresindeki tüm insanların takdir ettiği faziletli bir genç olarak hayatını sürdürmüştür. O, Rabbinin terbiye ettiği, bir an bile terk etmediği en yüce ahlakın sahibi olan kimsedir. Rabbimiz onun yolundan bizleri ayırmasın. Bizleri nefislerimizin şerrinden muhafaza eylesin. Âmin.
[1] İbn Sa’d, Tabakat,I,75; İbn Esir, el-Kamil,II,16
[2] Mustafa Fayda,’’Busra’’,DİA,VI,470
[3] İbn Sa’d,I,155
[4]İbn Sa’d,I,158; Halebi,İnsanu’l-Uyun,I,201
[5]İbn Seyyid, Uyunu’l-Eser,I,45; Hakim,Müstedrek,II,245
Yeni yorum ekle