Şam’ın Kalbi: Emevî Camii

Emevî Camii'nin kaderi Ortadoğu’nun kaderiyle beraberdir. Emevîlerin bu abidevi ihtişamlı eseri, günümüzde etrafında olan biten tüm kargaşaya rağmen; heybetinden bir şey kaybetmeden Şam’ın göğsünde bir kalp gibi tüm canlılığı ile atmaya devam etmektedir.

Üçüncü halife Hz. Ömer, Suriye cephesinde mücadele eden İslam ordularının baş kumandanlığına sahabenin büyüklerinden Ebu Ubeyde Bin Cerrah’ı getirmişti. Ebu Ubeyde komutasında Müslümanlar; Bilâdüşşam ismi verilen ve bugünkü Suriye, Filistin, Lübnan, Ürdün devletlerinin topraklarını kapsayan coğrafyayı, birkaç sene içerisinde Bizans’ı mağlup ederek fethetmişlerdi.(634-636) Bu toprakların merkezinde bulunan Dımeşk -şimdiki ismiyle "Şam"- şehrine giren Ebu Ubeyde bin Cerrah, şehir merkezinde bulunan ve kökeni antik zamanlara dayanan kilisenin bir kısmını cami yapmak için bölgedeki Hristiyanlarla anlaşmıştı. Kilisenin bir bölümü Hristiyanların kullanımına bırakılmış, diğer bölüm ise Müslümanların ibadet etmesi için tahsis edilmişti. İşte Emevî Camii'nin hikâyesi böyle başlamıştı.

Bazı İslam tarihçileri Emevî Camii'nin inşa edileceği bölgede önce sırasıyla Saabilerin, Yunanların, Yahudilerin mabet inşa ettiklerini yazarlar. Daha sonra kalıntıları günümüze kadar ulaşan pagan tapınağını Romalılar, tanrıları Jüpiter adına miladi 3. yüzyılda yapmışlardır.

Müslümanlar, Dımeşk’e girdiklerinde; bir kısmını cami olarak tahsis ettikleri üste bahsedilen bu kilise; Jupiter tapınağının yerine 5. Yüzyılda Hristiyanların vaftizci Yahya olarak andıkları, Hz. İsa'nın teyzesinin oğlu Hz. Yahya adına yapılmıştı. Kiliseyi yaptıran İmparator I. Theodosius ayrıca paganlığa savaş açarak Hristiyanlığı Roma’da resmi din ilan etmişti.

Aziz, vaftizci Yahya kilisesini bir müddet Hristiyanlar ve Müslümanlar aralarında bir duvar olduğu halde ortak ibadet mekânı olarak kullandılar. Muaviye b. Ebû Sufyan; bu mekânda minbere çıkarak, halka Sıffin’de yapılacak ve İslam dünyası için bir kırılma noktası olacak savaş için çağrıda bulunmuştu.

Sonraları bölgede artan Müslüman nüfusuna tahsis edilen kısmın yetersiz gelmesi nedeniyle kilisenin tamamen yıkılarak camiye dönüştürülmesi kararlaştırıldı. Bölgedeki Hristiyan halkın itirazlarına rağmen 6. Emevî Halifesi Velid, kararlı bir duruş gösterdi. Hatta ilk kazmayı bizzat kendisi vurarak kiliseyi yıktırdı. Daha sonra bol miktarda bahşiş vererek Hristiyan ahalinin gönlünü aldı. Onun ve babası Abdulmelik’in iktidarda olduğu dönemler İslâm mimarisi için inkişaf yıllarıydı.

Camiyi inşa ederken bölgedeki mimari tecrübeden yararlanan Emevîler, bunun yanı sıra; Mescid-i Nebevî’yi örnek almayı ihmal etmediler. Buna göre; dikdörtgen planda etrafı revaklarla çevrili avluyu daha çok kiliselerde görülen transept planlı ana ibadet mekânı; harim tamamlıyordu. Transept planlı cami mimarisinde; sahn ismi verilen kıbleye paralel geniş koridorları, dikine bir başka yüksek sahn ortadan kesiyordu.


Etrafı revaklarla çevrili Emevî Camii avlusu.

705 yılında inşasına başlanılan camide halifenin isteği üzerine çok sayıda Bizanslı usta da çalıştı. Bizanslı ustalar özellikle yetenekli oldukları mozaik süsleme işinde maharetlerini sergilediler. Caminin iskelesinde, kıble tarafı duvarı yapılırken Jüpiter tapınağı döneminden kalma eski duvardan ve bu duvarın iki ucunda bulunan burçlardan olduğu gibi yararlanıldı. Daha sonra bu iki burcun üzerine minare yükseltilecekti. 

Yapı, 714 yılında bittiğinde ortaya bir abidevi eser çıkmıştı. "Emevî Camii" ismiyle anılacak olan bu abidevi eser; İslâm cami mimarisi için bir dönüm noktasıydı ve kendinden sonra yapılacak tüm camileri mimari açıdan etkileyecekti.

Caminin "harim" kısmı; iki kat kemerli biçimde inşa edilmiştir. Kemer başlıklarında Romalılar döneminden kalma devşirme unsurlar görünür. Mihrabın hemen önündeki kartal kubbesini dört ana direk taşır. Bu kubbe altında yapılan ilim halkalarının ehemmiyeti ilmi çevrelerde büyüktür. Cami; dört mihraplıdır. Ortadaki ana mihrap Şâfiî mihrabı olarak bilinir. Sağda tek başına olan; sahabelerin burada namaz kıldığı rivayet edildiği için sahabe mihrabı ismiyle de tanınan Mâlikî mihrabıdır. Maliki mihrabının solunda büyük bir sandık içinde Hz. Osman’ın Suriye’ye gönderdiği Mushaf muhafaza edilir. 

Hanefî ve Hanbelî mihrapları ana mihrabın solundadır. Bazı tarih kitaplarında zaman zaman her mezhep mensubunun kendi mihrabı arkasında namaz kıldığı aktarılır. Kubbenin sağında Hz. Yahya'ya nispet edilen ve onun kesik başının gömülü olduğu düşünülen türbeye benzer bir yapı vardır.

Bu yapının Hz. Yahya’ya ait olduğu hususu tartışmalıdır. Yapı genellikle anıt mezar olarak zikredilir. Yine ibadet mekânı içerisinde halife ve sultanların namaz kılmaları için tahsis edilen maksure kısmı da bulunur.

Cami avlusu; 68 direğin üzerine oturtulmuş revaklarla çevrilidir. Zemini mermerle kaplı avlu içinde üç kubbeli yapı vardır. Bu yapılardan en büyüğü batıda kalan ve caminin vakıf gelirlerinin toplandığı hazine odası olarak kullanıldığı düşünülen; Kubbetü’l-Haznedir.

Caminin vakıf gelirlerinin toplandığı hazine odası Kubbetü’l-Hazne.

Avlu ortasında şadırvan benzeri bir su yapısı, doğusunda ise Kubbetü Zeynelâbidîn isimli bir kubbeli mimari unsur bina edilmiştir. Caminin avlusunda görülen taşlar, üzerlerindeki taşıdıkları kendi dönemlerine ait izlerle, geçen zamanın ve bölgedeki iktidar sahiplerinin şahitleri gibidirler. Cami avlusu Şamlıların sosyal hayatı için de vazgeçilmez bir unsurdur.

Cami; göklere açılan üç minare, Şam’ın tarihi sokaklarına açılan dört kapıyla donatılmıştır. Öteki minarelerden daha gösterişli olan ve caminin harim kısmına batıdan birleşik eski Roma burcu üzerine yapılan minare, 1488 yılında kendisini tamir ettiren Memluk Sultanı Kayıtbay’ın ismiyle maruftur.

İmam Gazzali'nin büyük dönüşümler yaşadığı meşhur inziva günlerini; bu minaredeki bir odada geçirdiği rivayet edilir. Doğu burca inşa edilen minarenin ismi Hz. İsa Minaresi'dir. Kıyamet alametlerini bildiren, sahihliği tartışmalı bazı hadislerde ve Şam halkının yaygın inancına göre Hz. İsa, kıyamete yakın bu minareye inecektir.

Avlu duvarı üzerine inşa edilen son minare ise Gelin Minaresidir. Şam ahalisi, bir tüccarın gelinin mehri karşılığında bu minareyi yaptırtığı için minarenin bu ismi aldığını söylerler.

Diğer bir rivayet ise minare gelin gibi süslü olduğu için bu ismin verildiğidir. Minarenin hemen ilerisinde avlu dışında "Şarkın en sevgili sultanı" Selahaddin Eyyübi’nin türbesi bulunur. Türbe bahçesinde ilk Türk hava şehitleri; kabirlerinde mahşer gününü beklerler. Caminin dört kapısından üçü, üç farklı yönden avluya, biri kıble yönünden ana ibadet mekânına açılır.

Cami, birçok badire atlatmıştır. Savaşlar, depremler ve yangınlar… Bu olumsuz durumlar neticesinde birçok tadilat geçiren Emeviyye’ye birçok Müslüman sultanın emeği geçmiştir. Selçuklu Sultanı Melikşah, Atabey Nureddin Zengi, Memluklu Sultanı Kayıtbay, Yavuz Sultan Selim ve Sultan 2. Abdülhamid... Caminin son kapsamlı tadilatı olan 2. Abdulhamid döneminde yapılan tadilat, bir yangın neticesindedir. Yangının nedenini soran payitahta; görgü tanıklarına dayandırılarak, cami kubbesinde tamir işleri ile uğraşan bir ustanın, devrilen nargilesinin neden olduğu, telgrafla rapor edilecektir.

Emevî Camii'nin kaderi Ortadoğu’nun kaderiyle beraberdir. Emevîlerin bu abidevi ihtişamlı eseri, günümüzde etrafında olan biten tüm kargaşaya rağmen; heybetinden bir şey kaybetmeden Şam’ın göğsünde bir kalp gibi tüm canlılığı ile atmaya devam etmektedir.

 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.