Zeynep Salman
Yüz temel eserin en güzide eserlerinden biri olan Suç ve Ceza, Dostoyevski’nin hem güçlü kaleminin bir sentezi hem de olgunluk döneminin ilk büyük yapıtıdır. Her kitapseverin mutlaka okuması gereken Suç ve Ceza en çok okunan eserlerin başında gelmektedir.
Suç ve Ceza'yı tam manasıyla anlamlandırabilmek için yazıldığı dönem hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Eserleri anlamada en sağlam bilgi kaynağımız bu yoldur. Rus yazarımız Dostoyevski, o dönemde yaşanan sıkıntılar eşliğinde eserini tamamlamıştır.Bu nedenle eserde çekilen türlü yoklukların ve baskıcı yaşamın izlerini görmek mümkündür.
Dönemi incelediğimizde göreceğiz ki; Suç ve Ceza, dış dünyaya yeni bir kapı aralamıştır. Kendisinden önce yazılan eserlerden farklı, yeni, keşfedilmeye değer…
Nesnel dünyadan, metafiziğe doğru uzanan bir yol…
İç tahlillerimiz ve iç konuşmalarımız düşüncelerimizin mustarip halleridir. Eser, bir psikolojik tahlil sentezini hatırlatarak her insanda bulunan bu özelliği kullanarak evrensellik özelliğini ön plana çıkarmıştır. Başkahramanın pişmanlık, çaresizlik, meczupluk gibi hallerinde yaşadığı iç çekişmeler sanırım her okuyucuyu farklı yönlerden etkileyecektir. Okuyucu bunları anlamlandırırken belki zorlanacak, yorulacak, sıkılacak ama mutlaka bir şeyler alacaktır.
“Polisiye Roman” adı, Suç ve Ceza’dan sonra zikredilir genelde. Romanda yaşanan cinayet bu ismin verilmesine sebeptir. Ancak gelin görün ki eserimizin konusu cinayet dışında her şeydir: özgürlük, din, düşünce, eşitlik, ahlak, irade, vicdan…
O kadar derin, bir o kadar da ağır terimlerle kuşatılan eserimizin, sıradan bir polisiye olmadığını vurgulamak isterim.
Peki, Suç ve Ceza’yı değerli kılan nedir?
Cevabı, eserimizin konusunda saklıdır elbette. Bu denli ağır terimleri içinde barındıran bir konunun derinliklerine inerken aklımıza gelecek ilk soru, kahramanımızın neden cinayet işlediğidir? Üstelik bir hukuk öğrencisi ve bu alanda çok başarılı bir yazı kaleme almışken...
Kitabı okuduğunuzda, cinayetin işlenme nedeni, eminim size de ilginç gelecektir. Başkahramanımız şöyle düşünüyor: “Napolyon, Sezar gibi komutanlar binlerce kişinin ölümüne neden olmuştur fakat onları kimse suçlamamıştır.Tarih onları kahraman ilan etmiştir. O halde neden fertlerin toplumsal yarar için işledikleri suç sorgulanmaktadır? “
Konumuzun ana hatlarını, bu sorunun yardımıyla tanımlayabiliriz. Nitekim bu soru birçok alana kapı aralar, bu sorunun en çarpıcı yönü ise toplumsal alandadır. Bu bağlamda eserimiz, kanunlar üzerinden toplumsal düzenlemelere ve hukuksal alana mesajlar göndermektedir.
İnsanlar zor şartlarda, zor hayatlar yaşasa da özgürlüğüne düşkün, haksızlığa başkaldıran bilinçli bir birey olmalıdır. Fakat bu yoldaa hiçbir zaman ahlakından ödün vermemelidir.Bireyi değil bireyleri ilgilendiren bu yönerge, eserimizin fikir etkileşiminden bir parçadır. Eserimiz bu doğrultuda sizlere, zengin karakter yapısıyla hem farklı düşünceleri okuma zevkini hem de farklı bakış açılarını değerlendirme fırsatını sunacaktır.
Sonucu olaya bağlayacak olursak; başkahramanımız bu düşüncelerden hareketle, kendince adaleti sağlama amacıyla, yaşlı tefeci bir kadını öldürmüştür. Üstelik hiç planda yokken olaya tanıklık ettiği için, tefeci kadının kardeşi de bu olaya kurban gitmiştir.
Bir hata... Ve geri dönülmez bir yol…
Başkahraman Raskolnikov bu özellikleri içinde barındıran bir durumun eşiğinde…
"Yapılan hataların insana tecrübe kazandırdığı doğru mudur?" sorusunu: “Hepsi değil.” diye cevaplamak istiyorum.
Her hata, insana iyi tecrübe kazandırmaz. Ve eğer, hata geri dönülmez yollar inşa etti ise bu artık tecrübeden ziyade insanın pişmanlık duvarları örmesine sebebiyet verir. Bundandır ki akıl, irademize sunulmuştur. Hayatımızdaki imtihan kavramını tamamlayan bu iki terimin ilişkisi, aslında hayatın amacının da şekillenmesinde büyük rol oynamıştır.
Başkahramanımızın iç sancıları bu iki kavram üzerine kuruludur. Akıl, iradeye yenik düşmüş ve vicdanı, iç sorgulamaları dindirmesi için ortaya çıkarmıştır…
Hayat mücadelesini bu yolda göstermek isteyen kahramanımız acaba bundan sonra nasıl bir yol izleyecektir? Masum iki can hangi amaç uğruna öldürülmüş, bu ölümler, yazarımızın vermek istediği hangi mesaj üzerine kurulmuştur? Çevresindeki insanlardan bu durumu saklamaya çalışan kahramanımız, kendini nasıl bir psikolojik dramın içinde bulacaktır? Suçunu, acaba itiraf edecek midir?
Soruları ve cevaplarını tam olarak anlamlandırabilmek için kitabı son sayfasına kadar yılmadan okumanızı öneririm.
Eserimizin kahramanları Hristiyan inancına ait bir yaşam sürmektedir. Bu inanca ait birçok özellik de yazarımızın kalemiyle resmedilmiştir. Burada önemli olan unsur; başkahramanımızın, Tanrı’nın varlığı konusunda yaşadığı gelgitler, bu gelgitlerin onun hayatına etkileri ve sonunda nasıl bir hayat sürmek istediğine ilişkin verdiği karar aşamalarının gözden kaçırılmaması gerektiğidir. Cahit Zarifoğlu ‘nun : “Raskolnikov müthiş bir Allah ağrısı çekmektedir.” Sözünü umarım tüm yönleriyle anlamlandırabilirsiniz.
Yeni bir romana başlamak yeni bir karaktere bürünmektir. Başkahramanın hissettiklerini hissetmek, onunla birlikte korkmak, onunla birlikte sevinmektir. Belki de okumayı en zevkli kılan özelliktir bu. Ve bu özellik eserimizde heyecanla da harmanlanarak sürükleyicilik özelliğine katkı sağlamıştır.
Yazarımız evrensel mesajlar verebilmek için mekân ve zaman betimlemelerine bolca yer vermiştir. Bu yer veriş sürükleyiciliğe gölge düşürse de bu tasvirlerin mistik havasına bürüneceğinizden kuşkunuz olmasın. Ayrıca diğer romanlara nazaran diyaloglara daha az yer vermesini yazarın yine daha evrensel mesajlar vermeye çalışmasına bağlamak sanırım doğru bir karar olacaktır.
Bu cümlelerin ardından sanırım artık sizin hayal dünyanıza da bir figür eklenmiş oldu. Bu figürü nasıl tanımlarsınız bilemeyiz ama Rasim Özdenören başkahramanımız hakkında şöyle söylemektedir:
"Edebiyat tarihinin en mükemmel tiplemesi olan Raskolnikov. Asla tatmin olmayan bir kalp, sinirleri cinnet hamuruyla yoğuran bir akıl, bütün kalıpları parçalamak isteyen bir zekâ, Tanrı'nın iradesine savaş açan bir ruh, akılla vahiy arasında med-cezirler yaşayan bir ontolojik muhasebe ile Raskolnikov, dışarıda en yalnız, içerde en kalabalık hayatlardan birini yaşamış bir insandır.”
Ve Cemil Meriç: “Bu girdaplar ve zirveler dünyasında, tek başıma dolaşacak yaşta değildim. Kıyıdan seyrettim ummanı. Aylarca Raskolnikov'u yaşadım. Bir ölüyü öldürmüştü Raskolnikov, bir abesi yok etmişti... Anlayamazdım Dosto'yu.” diyor. Umarım sizler de eserimizden iyi yönlerde istifade ederek Dostoyevski’ yi anlayabilirsiniz.
Son olarak dikkatli okuyucularımız, şunu fark edeceklerdir: Eserimizde, şehrin kendisi haricinde hiçbir mekânın yeri verilmemiştir. Bunun da çok güzel bir nedeni vardır:
Romandaki olaylar, her yerde ve her zaman yaşanabilir...
Yeni yorum ekle