Bu sohbetimizde, Hz. Ebû Bekir’in hicret macerasını Sahîh-i Buhârî hadislerine dayanarak özetlemeye çalışacağız.
Hz. Ebû Bekir Mekke’de doğdu, Mekke’de büyüdü. İslâm güneşi parıldayınca ona gönül verdi ve onu ilk kucaklayanlardan biri oldu. Dünya ayazında donup gitmemek için İslâm’a sarılan kimsesizlerin kimsesi oldu; Müslüman köleleri zalim efendilerinden satın alıp hürriyetlerine kavuşturmak için servetini sular gibi akıttı.
Gün geldi, müşriklerin zulmü dayanılmaz boyutlara ulaştı. Merhametsiz kâfirler bütün Müslümanları bir mahallede toplayıp, onları imha etmeye karar verdiklerinde, güzel Mekke sadece fakir ve kimsesizlere değil, ona da dar geldi. İnsan, dinini Allah’ın istediği gibi yaşayamadıktan sonra Mekke’de yaşamanın ne değeri olabilirdi.
İşte o günlerde Allah’ın Rasûlü, Müslümanlara nefes alabilecekleri bir hedef gösterdi. Habeşistan’a gidin, bu zulümden kurtulun, buyurdu. Gidecek durumda olanlar her şeyi göze alıp gittiler.
Hz. Ebû Bekir’e dayanma gücü veren, Rasûlullah’ın arkadaşlığıydı. Kâinâtın Efendisi hiç olmazsa akşam sabah ona uğrar, kendisiyle sohbet ederdi.
Bir gün o da tıkandı ve diğer kardeşleri gibi Habeşistan’a hicret etmeye karar verdi. Ve bir sabah yola düştü. Cidde limanına varacak, oradan gemiyle Habeşistan’a gidecekti. Beş gün sonra Birkü’l-Gımâd’a vardı. Orada Kare kabilesinin reisi İbnü’d-Dügunne ile karşılaştı. Bu zât henüz Müslüman değildi, ama Hz. Ebû Bekir’i iyi tanıyordu. Ona buralarda ne aradığını sordu. Hz. Ebû Bekir:
“Zalimlerin zulmünden çok bunaldım. Mekke bana dar geldi. Rabbime rahatça ibadet edebileceğim bir yer arıyorum.” dedi.
İbnü’d-Dügunne duyduklarına inanamadı:
“Hayır, arkadaş!” dedi. “Senin gibi bir adam memleketini bırakıp gidemez ve hiç kimse de seni yurdundan çıkaramaz. Ben seni himâyeme alıyorum. Haydi, geri dönelim.” dedi ve Hz. Ebû Bekir’i ikna etti.
Mekke’ye döndükleri zaman, İbnü’d-Dügunne ileri gelen müşrikleri bir bir dolaştı. Ebû Bekir’in değerini onlara bir kere daha hatırlattı. “Onun gibi herkese yardım eden, akrabasını görüp gözeten, misafirleri ağırlayan bir adamı memleketinden nasıl çıkarırsınız? Onu himâyeme alıyorum, artık kendisini rahatsız etmeyin!” dedi.
Müşriklerin bir şartı vardı. Ebû Bekir ibadetini evinde yapacak, dışarıda Kur’an okumayacaktı. Çünkü kadınlar ve çocuklar onun tesirinde kalabilirlerdi.
Allah’ın Himâyesine Giriyorum
Hz. Ebû Bekir evinin önüne bir mescit yaptı ve orada ibadet etmeye başladı. Çok duygulu bir insandı. Kur’an okurken gözyaşlarını tutamazdı. Onun derin bir vecd içinde ibadet edip Kur’an okuyuşu, özellikle kadınların ve çocukların ilgisini çeker, Hz. Ebû Bekir’i hayretle seyreder, duygulanırlardı.
Kadınların ve çocukların hassas ve yufka yürekli olmalarını dikkate alan müşrikler, onların İslâm dinini benimsemelerinden korktular. Hemen İbnü’d-Dügunne’ye haber saldılar. Ebû Bekir kadınlarımıza, çocuklarımıza kötü örnek oluyor. Ya onun kimseye görünmeden ibadet etmesini sağla veya onu himâyenden çıkar, dediler. İbnü’d-Dügunne hemen Mekke’ye geldi ve Hz. Ebû Bekir’i uyardı. O da “Öyleyse ben artık senin himâyenden çıkıp tamamen Allah’ın himâyesine giriyorum” dedi.
O günlerde Rasûl-i Ekrem Müslümanlara hicret için yeni bir hedef gösterdi. “Medine’ye gidin!” buyurdu. Bunun üzerine o da Medine’ye gitmeye karar verdi. Artık hem Rasûlullah’tan hem de güzelim Kâbe’den ayrılmayı göze alacak kadar bunalmıştı. Fakat Peygamberler Sultanı onun tek başına hicret etmesine izin vermedi. “Hele bekle! Bana da hicret için izin verileceğini umuyorum, beraber gideriz.” dedi.
Rasûl-i Ekrem’le birlikte hicret etmenin hayali bile güzeldi. Yol boyunca ona hizmet etme şerefine nâil olacaktı. O sevinçle hemen develerin yaylım yerine gitti. En değerlisinden iki deve seçti. Onları evde ağaç yapraklarıyla özel surette beslemeye başladı.
Aradan tam dört ay geçti. Bir öğle vakti, ortalık sıcaktan kavrulurken Allah’ın Rasûlü çıkageldi. Mübarek başını bir örtüyle örtmüştü. Ebû Bekir onun bu saatte geldiğini hiç görmemişti. Çok meraklandı. Rasûl-i Ekrem hemen konuya girdi:
“Odadakileri dışarı çıkar; önemli bir mesele konuşacağız.” dedi.
Hz. Ebû Bekir boyun büktü:
“Yâ Rasûlallah! Sana can kurban, bunlar senin aile fertlerin değil mi?” dedi. Hicrete izin çıktığını öğrenince “Yanında ben de var mıyım?” diye heyecanla sordu. Rasûl-i Ekrem:
“Evet, varsın. Haydi, hazırlan!” deyince dünyalar onun oldu:
“Canım sana kurban olsun, ey Allah’ın Rasûlü! İki deve hazırladım; beğendiğini al.” dedi.
Rasûl-i Ekrem:
“Parasını ödeyerek kabul edebilirim.” buyurdu ve Kasvâ adlı deveyi aldı.
Medine Yolunda
Önce iyi bir kılavuz buldular. Kılavuz Müslüman değildi ama güvenilir biriydi. “Üç gün sonra falan yere gel!” diyerek develeri ona teslim ettiler ve kimseye görünmeden evin arka penceresinden çıkıp Sevr dağındaki bir mağaraya sığındılar. Orada üç gün kaldılar. Hz. Ebû Bekir’in oğlu Abdullah karanlık basınca geliyor, Mekke’den haber getiriyordu; genç kölesi Âmir İbni Füheyre de mağara civarında koyun otlatıyor, sağdığı sütün içine kızgın taş koyarak onu birazcık pişirip efendilerine ikram ediyordu.
Hz. Ebû Bekir dışarıda etrafı gözetlerken bir grup Mekkelinin kendilerine doğru geldiğini gördü. Büyük bir telâşa kapıldı. Kâfirler Rasûlullah’ı yakalayıp ona bir fenalık yaparlar diye korkuyordu. Adamlar gelip mağaranın önünde durunca yüreği ağzına geldi. Bir onların ayaklarına, bir Rasûlullah’ın yüzüne bakıyor, şimdi onu görecekler diye ter döküyordu. Rasûl-i Ekrem:
“Üzülme, Ebû Bekir! Allah bizimle beraberdir.” buyurdu. Ama onun heyecanı yatışmamıştı:
“Ayaklarının ucuna bir baksalar bizi görecekler.” dedi.
Peygamber aleyhisselâm onun kulağına fısıldadı:
“Bizim yardımcımız Allah’tır, endişelenme!” O sırada adamın biri mağaranın önünde abdest bozmaya başladı. Rasûl-i Ekrem onu göstererek “Eğer bizi fark etselerdi, bu adam gözümüzün önünde bu işi yapmazdı.” dedi.
Artık Hz. Ebû Bekir rahatlamıştı.
Dördüncü gün kılavuz develeri getirdi. Koyun çobanı Âmir İbni Füheyre’yi de yanlarına alarak sahil yolundan Medine’ye doğru yola çıktılar.
Hz. Ebû Bekir, yolda Rasûlullah’ın rahat etmesi için elinden geleni yapıyordu. Uygun yerlerde onun bir süre dinlenmesini istiyor, eliyle düzeltip temizlediği yere yanındaki kürkü seriyor, Rasûlullah’ın onun üzerinde birazcık yatıp dinlenmesini sağlıyor, ona kimseler zarar vermesin diye gözcülük yapıyordu. Kâinâtın Efendisi’nin susadığını gördükçe yolda rastladıkları çobanlardan süt alıp Rasûlullah’a taze süt ikram ediyordu.
Yol boyunca Hz. Ebû Bekir’i derin endişelere sevk eden bazı olayları geride bırakıp Medine’ye vardılar ve Kuba semtinde yaşayan Amr İbni Avf ailesine misafir oldular. Günlerdir yollarını bekleyen Medineliler, başlarına konan o devlet kuşunu görmeye koştular.
Ticaret seferleri dolayısıyla tanıdıkları Hz. Ebû Bekir’i selâmlıyorlar, ama misafirlerden hangisinin Rasûlullah olduğunu bilmiyorlardı. İşte o sırada Hz. Ebû Bekir, Rasûl-i Ekrem’in üzerine güneş geldiğini görünce, onun Kâinatın Efendisi’ni incitmesine meydan vermemek için hemen kalktı, ridasını çıkarıp güneşin geldiği yeri kapadı. İşte o zaman Medineliler kimin Rasûlullah olduğunu anladılar.
Hz. Ebû Bekir yol boyunca gözü gibi koruduğu Rasûl-i Ekrem’i, onun hasretiyle yanan Medinelilere sağ sâlim emanet edince derin bir nefes aldı. Geri kalan hayatı boyunca ondan bir daha ayrılmadı.
Allah kendisinden razı olsun, bizi de şefaatiyle şereflendirsin (Âmin).
Yeni yorum ekle