Siyer-i Nebi Dersleri 40: Bedir Gazvesi - I

Kureyş Savaş İstiyor

Muhammed aleyhisselâm Yesrib'e baharı getirdi. Yıllar boyunca bir hiç uğruna savaşan, kardeş kanı dökmekten başka bir şey bilmeyen insanlara huzur ve mutluluk verdi.  Yeryüzünün her köşesi baskı ve zulme, şiddet ve teröre teslim olmuşken Allah’ın sevgili elçisi adalet ve merhamete dayalı yeni bir medeniyeti, Medine-i Münevvere’yi kurdu.

 Mekkeli müşrikler Müslümanlara on üç yıl boyunca her türlü zulmü uygulamış, hatta bazılarını şehit etmişlerdi. Kureyş’in İslâm düşmanlığı hicretten sonra da devam etti. Ebû Cehil ve arkadaşları müminlerin yalnızca Mekke’de değil dünyanın neresinde olursa olsun yaşamalarına tahammül edemiyor, İslâm’ın ve Müslümanların yok olmasını istiyorlardı. Buna karşın Müslümanların Medine’de bir devlet kurup güç kazanmaları Kureyş yönetimini adeta çılgına çevirdi. Zira Mekke-Şam ticaret yolu üzerinde bulunan Medine İslâm devleti, Kureyş kervanlarına müdahale edebilir ve bu durum Mekke ekonomisinin iflasına sebep olabilirdi. 

Kureyş yönetimi Medine halkına tehditlerle dolu mektuplar gönderiyor, Medine’deki Yahudi ve münafıkları iç savaş çıkarmaları için tahrik ediyor, Müslümanları adeta kuşatma altında tutuyordu. Müslümanların Mekke’de kalan mallarına el konulmuş, İslâm’ı ortadan kaldırmak üzere büyük bir savaşın hazırlıkları başlatılmıştı.

Nebiyy-i Muhterem Efendimiz Mekke hükümetinin saldırgan tavırlarına karşılık Medine'yi düşman saldırılarından korumak, müşriklerin faaliyetleri hakkında bilgi toplamak, Suriye ticaret yolunu kontrol altına almak ve Kureyş kervanlarını takip etmek amacıyla çeşitli askeri faaliyetler düzenledi.

İki taraf arasında yaşanan savaş hali küçük çatışmalarla devam ederken Müslümanlar Nahle seriyyesinde ilk kez bir Kureyş kervanını ele geçirdiler ve kervandakilerden birini öldürerek diğerlerini esir aldılar. Bu durum yakında çıkacak büyük savaşın en önemli sebeplerinden biri oldu.  

Kureyş Kervanı

Uşeyre Gazvesi sırasında Müslümanlar Suriye’ye gitmekte olan bir Kureyş kervanını takip etmiş, ancak yakalayamamışlardı. Ebû Süfyân liderliğindeki bu kervan, işlerini bitirdikten sonra Suriye’nin Gazze pazarından ayrılmış Mekke’ye dönüyordu. 50000 dinar sermayeli ve bin deveden oluşan kervanı 30-40 kişilik bir muhafız grubu koruyordu.

Amr b. Âs ve Mahreme b. Nevfel gibi Kureyş ileri gelenlerinin de yer aldığı bu kervan Mekkeliler için çok önemliydi. Sermayesinin büyük kısmı Ümeyye ve Mahzûmoğullarına ait olan kervanda neredeyse tüm Mekkelilerin hissesi vardı. Müslümanların Mekke’de bıraktığı mallar da bu kervanda bulunuyor ve Kureyşlilerin kervanın gelirini Müslümanlarla savaşmak için kullanacağı biliniyordu.

Allah Rasûlü bu kervanı ele geçirmenin Müslümanlar için hayati bir önem taşıdığını görünce ashabını topladı. Kervandaki malların çokluğunu, buna karşılık muhafız sayısının azlığını anlatarak Müslümanları sefer için hazırlanmaya çağırdı. İslâm ordusu Medine’nin yüz altmış kilometre kadar güney batısında ve Kızıldeniz sahiline otuz kilometre mesafede bulunan Bedir’de Kureyş kervanını ele geçirebilir ve ilk günden beri Müslümanlara zulmeden azgın Kureyş yönetimine büyük bir darbe vurabilirdi.

İslâm Ordusu Yola Çıkıyor

Hicretin ikinci yılı Ramazanın on ikinci günü[1] (9 Mart 624) 74‘ü muhacir, diğerleri Ensârdan olmak üzere toplam 305 kişilik İslâm ordusu Medine’den hareket etti. Daha önceki gazve ve seriyyelere yalnızca muhacirler katılmışken bu sefer sırasında Medineli Müslümanlar da Rasûlullah’ın yanında yer almıştı. Medine’de vekil olarak Abdulah b. Ümmü Mektûm’u bırakan Efendimiz, Talha b. Ubeydullah ve Said b. Zeyd’i kervan hakkında bilgi toplamaları için henüz ordu harekete geçmeden Suriye tarafına göndermişti.

Allah Rasûlü Medine’den ayrılacağı sırada kızı Rukiyye çok hasta idi. Sefere çıkmak zorunda olan Efendimiz, Hz. Osman’a hanımının yanında kalmasını ve savaşa gelmemesini emretti. Mazeretleri ya da görevli olmaları sebebiyle izin verilen sekiz sahâbî savaş sonrasında sefere katılmış olarak kabul edilmiş ve kazanılan ganimetten kendilerine pay verilmişti.[2]

Baba Oğul Kura Çekiyor

İslâm Ordusu yola çıkarken Medine’de unutulmaz hatıralar yaşandı. Ensârdan Sa’d ve babası Hayseme sefere kimin çıkacağı hususunda anlaşamıyordu. Hayseme her ikisinin de savaşa katılmalarının uygun olmayacağını, kadınlara ve çocuklara bakması için birinin Medine’de kalması gerektiğini söylüyordu. Hayseme’ye göre kendisi cihada gitmeli, oğlu Medine’de kalmalıydı. Ancak Sâ’d, babasının bu teklifini kabul etmedi. "Mesele cenneti kazanmak olmasaydı elbette seni kendime tercih ederdim. Ancak ben şehit olmak istiyorum" diyerek kararlılığını ifade etti. Nihayet kimin cihada gideceğini belirlemek üzere kura çekmek zorunda kaldılar. Kura Sa’d’a çıktı ve Sa’d b. Hayseme radıyallahu anh Bedir’de bir okla şehit edilerek Rabbine kavuştu. Babası Hayseme’ye ise şehadet Uhud Gazvesinde nasip oldu.[3]

Umeyr b. Ebî Vakkas Şehit Olmak İstiyor

İslâm ordusu şehre bir mil uzaklıkta bulunan Buyûtu’s-Sukyâ’da mola verdi.  Allah Rasûlü burada Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sâbit, Zeyd b. Erkam gibi savaşamayacak durumda olan çocukları Medine’ye geri gönderdi.

Sa’d b. Ebî Vakkas’ın kardeşi Umeyr’in de yaşının küçük olduğu gören Efendimiz ona da geri dönmesini emredince Umeyr ağlamaya başladı. Umeyr savaşmak ve şehit olmak istiyordu. Allah Rasûlü bu küçük dostunun göz yaşlarına dayanamayıp gelmesine müsaade etti. Umeyr radıyallahu anh savaş meydanında şehit edildiğinde henüz on altı yaşındaydı.[4] 

Allah Rasûlü Bedir’e Yürüyerek Gidiyor

İslâm ordusunda yalnızca iki at ve yetmiş deve vardı. Atlardan biri Mikdâd b. Amr’a diğeri ise Zübeyr b. Avvâm’a aitti. Sahâbîler yetmiş deveye nöbetleşe olarak biniyorlardı. Muhammed aleyhisselâm da Hz. Ali ve Mersed b. Ebî Mersed’le aynı deveye biniyor, ancak Hz. Ali ve Mersed haklarından vazgeçerek sıralarını Efendimize vermek istiyorlardı. Allah Rasûlü bu ısrarlı teklifleri reddederek yürüyor ve şöyle buyuruyordu:

"Siz benden daha kuvvetli değilsiniz. Ayrıca benim de sizin kadar sevap ve mükafata ihtiyacım var."[5]

Bu sözleri söyleyen Efendimiz Bedir’e giden zorlu çöl yolunun yaklaşık yüz kilometresini yürüdüğünde elli beş yaşındaydı.

Müslümanlar sefere çok zor şartlar altında katılmışlardı. Sahâbîlerin ne binecekleri hayvanları, ne üstlerinde kıyafetleri ve ne de savaşabilecekleri silahları vardı. Kılıcı, zırhı, ok ya da mızrağı olmayan pek çok sahâbînin tek silahları ellerindeki taşlarıydı. Onların bu acı halini gören Peygamberimiz çok mahzun olmuş ve Rabbine şöyle dua etmişti:

“Allahım, bu askerler kendilerini taşıyacak bir binekten yoksunlar, onları Sen taşı! Allahım, onlar çıplaklar, onları Sen giydir! Allahım, onlar açlar, onları Sen doyur! Onlar fakirler, Sen onları fazlı kereminle zengin eyle!”[6]

Sevgili Peygamberimiz iki siyah bayraktan birini muhacirlerden Hz. Ali’ye diğerini ise Ensardan Sa’d b. Muâz’a vermişti. İslâm ordusunun beyaz renkli asıl sancağı ise Mus’ab b. Umeyr’in elindeydi.

Allah Rasûlü seferin düşman tarafından öğrenilmemesi için gizliliğe büyük önem veriyor, çok tedbirli hareket ediyordu. Bu maksatla develerin boyunlarındaki çanlar çıkartılmış, çok kullanılmayan yollar tercih edilmiş ve etrafa keşif birlikleri gönderilmişti. Kervan hakkında bilgi almaları için Bedir’e gönderilen Besbes b. Amr ve Adiy b. ez-Zağbâ kervanın henüz bölgeye gelmediğini öğrenerek  durumu Allah Rasûlüne haber vermişlerdi.

Ebû Süfyân Kureyş’i Yardıma Çağırıyor

Kureyş kervanı Şam’dan Mekke’ye doğru yola çıktığında büyük tedirginlik yaşıyordu.  Hicaz’a yaklaşıp Müslümanların, kervanı ele geçirmek üzere Medine’den ayrıldığını öğrendiklerinde bu panik iyice arttı.  Kervanın güvenliğini sağlamak amacıyla tedbirler almaya çalışan Ebû Süfyân, Gıfâr kabilesinden Damdam b. Amr adlı bir adamı yirmi altın ücret karşılığında kiralayarak hemen Mekke’ye gönderdi. Kureyş derhal harekete geçmeli ve kervanlarını Müslümanların elinden kurtarmalıydı. Ebû Süfyân ayrıca kervanın güzergâhını değiştirmiş ve Bedir’i soluna alarak çok kullanılmayan sahil yolunu takip etmeye başlamıştı.

Damdam Mekke’ye geldiğinde felaketin boyutunu göstermek ve dikkatleri üzerine çekebilmek için devesinin burnunu kesmiş, üstündeki elbiseleri parçalamıştı. Avazı çıktığı kadar bağırıyor, kervanı kurtarmaları için Mekke halkına yalvarıyordu.

“Ey Kureyş cemaatı yetişin! Muhammed kervanınıza, Ebû Süfyân’ın yanındaki mallarınıza saldırdı. İmdat, imdat!”[7]

Mekke Savaşa Hazırlanıyor

Damdam’ın feryadı Mekke’de büyük bir panik ve çalkantıya sebep oldu. Şehirde eli silah tutan herkes Müslümanlarla savaşmak üzere harekete geçti. Süheyl b. Amr, Zem’a b. Esved, Huveytıb b. Abdüluzzâ gibi Kureyş’in ileri gelenleri güçlü bir ordu kurmak için hiçbir fedakarlıktan kaçınmıyor, savaşa gitmek isteyenlerin yiyecek ve silah ihtiyaçlarını karşılıyorlardı. Ayrıca Mekke’nin yaşlı ve zengin liderleri sefer sırasında askerleri doyurmak amacıyla her gün on deve kesmeye karar vermişlerdi.[8]  Hakka karşı kör ve sağır olan bu zalimlerin yaptıklarını Rabbimiz kitabında şöyle anlattı:

“Şüphesiz ki inkâr edenler mallarını, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar. Daha da harcayacaklar. Ama sonunda bu, onlara yürek acısı olacak ve en sonunda mağlûp olacaklardır. Kâfirlikte ısrar edenler ise cehenneme toplanacaklardır.” (Enfâl 8/36)

Mekke liderleri tüm şehri Müslümanlara karşı kışkırtıyor, sefere katılmak istemeyenleri alay ve hakaretlerle zorla savaşa sürüklüyorlardı. Cumahoğullarının lideri Ümeyye b. Halef çok yaşlı ve şişman olduğunu söyleyerek savaşa katılmak istememiş, Ukbe b. Ebî Muayt onu kadınlar gibi korkak olmakla suçlayıp alay edince savaşa katılmak zorunda kalmıştı.

Ümmetin firavunu Ebû Cehil ve arkadaşlarının tahrikleri sonucunda Mekke liderlerinin tamamı sefere katıldı. Yalnızca Ebû Leheb çok yaşlı ve hasta olduğu için savaşa gitmemiş, kendisine borcu olan Âsî b. Hişâm’ı alacağından vazgeçmek şartıyla kendisi adına Bedir’e göndermişti.[9]

Mekke’ye Geri Dönün

Kureyş kabilesinin tüm kollarının katıldığı ordunun mevcudu 1000 kişiye ulaşmış ve Ebû Cehil kumandasında yola çıkmıştı. Orduda 700 deve, 100 at olup askerlerin büyük çoğunluğu zırhlıydı. Kureyşliler yanlarına şarkıcı cariyeleri de almışlardı. Bu cariyeler mola yerlerinde müşrikleri eğlendiriyor, Müslümanları hicvediyor ve askerleri savaşa teşvik ediyorlardı.

Mekke ordusu Cuhfe denilen mevkiye ulaştığında kervanın lideri Ebû Süfyân’dan bir haber geldi. Ebû Süfyân, siz kervanınızı, adamlarınızı ve mallarınızı korumak için yola çıkmıştınız. Allah onları kurtardı, geri dönün, diyordu.

Bu haber Mekke ordusunda büyük tartışmalara sebep oldu. Bazı Kureyşliler amaçlarının kervanı korumak olduğunu, kervan kurtulmuş ise savaşmaya gerek kalmadığını söylüyor ve bu savaşın çok büyük felaketlere sebep olacağını düşünüyorlardı. Nihayet Efendimizin annesi Âmine’nin kabilesi olan Zühreoğulları ve Hz. Ömer’in kabilesi Adiyoğulları ordudan ayrılarak Mekke’ye döndüler. Fakat tüm bu yaşananlara karşılık Ebû Cehil inadından vazgeçmiyor, askerlerini savaşmaya teşvik ediyordu:

“Vallahi, Bedir’e varmadıkça geri dönmeyeceğiz. Orada üç gün kalıp develer keseceğiz. Yemekler yiyecek, şarap içeceğiz. Cariyeleri oynatıp şarkılar söyleteceğiz. Bütün Araplar şanımızı işitecek ve bizden korkacaklar.”[10]

Ebû Cehil için önemli olan kervanı kurtarmak değildi. Onun asıl derdi yıllar boyu amansızca düşmanlık ettiği İslâm’ı yok etmek ve tüm Müslümanları kılıçtan geçirmekti. Kureyş ordusu büyük bir ihtişam ve gösterişle Bedir kuyularına doğru yürüyordu.

Biz Müşriklerden Yardım İstemeyiz

İslâm ordusu çölün şiddetli sıcağında cihada giderken oruçluydu. Allah Rasûlü seferin üçüncü gününde sahâbîlerine oruçlarını bozmalarını emretti.[11] Allah’ın askerleri zorlu mücadele sırasında kuvvetli olmalı, düşmanlarına karşı bütün güçleriyle savaşmalıydı.  

Müslümanlar Bedir’e doğru ilerledikleri sırada Hubeyb b. İsâf ve Kays b. Muharris adlı iki kişi Efendimizin huzuruna geldiler ve İslâm ordusuna katılmak üzere kendisinden izin istediler. Allah Rasûlü onların Müslüman olmadığını öğrenince, “Geri dönün, biz müşriklerden yardım istemeyiz” buyurdu.

Hubeyb son derece güçlü, savaşmayı çok iyi bilen cengaver bir kimseydi. Savaşa katılmak için ısrar edince Efendimiz, “Önce Müslüman ol, sonra savaş” diyerek yine izin vermedi. Hubeyb çok şaşırmıştı. Düşmanla savaşa giden ve askere çok ihtiyacı olan İslâm Peygamberi kendisine destek olmak isteyen bir kahramanın yardım teklifini reddediyordu. Defalarca Allah Rasûlünün huzuruna çıkıp reddedilen Hubeyb nihayet Müslüman olduğunu ilan etti. Artık kafirlerle savaşabilir, Bedrin şanlı kahramanları arasında yerini alabilirdi.[12]

Allah’ın himayesinde olan, Allah bize yeter ve O ne güzel bir vekildir, diyerek rabbine tevekkül eden Muhammed aleyhisselâm ve ashâbının müşriklerin yardımına ihtiyacı olamazdı.

İslâm ordusu Ravhâ denilen yere geldiğinde Allah Rasûlü Medine’de İslâm düşmanlarının yapabilecekleri kötülükleri önlemek amacıyla bazı tedbirler aldı. Ensârdan Ebû Lübâbe’yi kendisine vekil olarak Medine’ye, Asım b. Adiy’i Âliye ve Kubâ bölgelerine, Hâris b. Hâtıb’ı ise Amr b. Avfoğularının yurduna gönderdi.[13]

 

Seninleyiz Yâ Rasûlallah

Sevgili Peygamberimiz Zefiran vadisine geldiğinde müşriklerin çok büyük bir orduyla Mekke’den ayrıldıklarını öğrendi.  Beklenmeyen bu durum karşısında ashabını toplayarak onlarla istişare etti. Onlara kervanı takip etme ve düşmanla karşılaşma seçenekleri hakkında fikirlerini sordu. Müslümanlar kervanı ele geçirmek için yola çıkmışlardı. Ancak kervan uzaklaşıyor, hiç hesapta olmayan düşman ordusu hızla yaklaşıyordu. Askerlerin büyük çoğunluğu savaş ihtimalini konuşmak dahi istemiyor, kervanı takip etmek istiyorlardı. “Kureyş ordusuyla savaşacak gücümüz yok, ancak kervanı ele geçirebiliriz”, diyorlardı. Sahâbîlerin sözleri Allah Rasûlünü çok müteessir etti. Kur’ân-ı Kerim ordudaki pek çok askerin durumunu bizlere  şöyle anlatır:

“Rabbin seni hak uğrunda evinden savaş için çıkarmıştı, oysa Müslümanların bir takımı bundan hoşlanmamıştı. Sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi, gerçek ortaya çıktıktan sonra bile seninle tartışıyorlardı. Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve (Kureyş ordusunu yok ederek) kâfirlerin ardını kesmek istiyordu.”(Enfâl 8/5-7)

Muhammed aleyhisselâm Kureyş ordusuyla savaşmak istiyordu. Bunu anlayan Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer ayağa kalkarak düşmanla savaşmaya hazır olduklarını söylediler. Sonra ilk Müslümanlardan Mikdâd b. Esved radıyallahu anh ayağa kalktı ve şöyle konuştu:

“Yâ Rasûlallah! Allah sana neyi emrettiyse onu yerine getir. Biz seninle beraberiz. Biz Müslümanlar sana, Yahudilerin Hz. Mûsâ’ya dediği gibi “Sen ve Rabbin gidin savaşın.  Biz burada oturup bekliyoruz.” demeyiz. Aksine biz, senin sağında, solunda, önünde ve arkanda düşmanla savaşırız.”

Denize Dal Desen Dalarız

Allah Rasûlü Mikdâd’ın sözlerinden çok memnun oldu ve kendisine dualar etti.[14] Ancak Allah Rasûlü özellikle Medinelilerin düşüncesini merak ediyordu. Zira Ensâr, Akabe’de beyat ederken kadınlarını ve çocuklarını korudukları gibi Rasûlullah’ı da Medine’de koruyacaklarına dair söz vermişlerdi. Oysa ki burası Medine’den oldukça uzaktaydı. Ayrıca İslâm ordusunun büyük çoğunluğu Medineli Müslümanlardan oluşuyordu. Ensâr’ın vereceği karar çok önemliydi.   Ensârın önde gelenlerinden Sa’d b. Muâz radıyallahu anh ayağa kalktı ve şunları söyledi:

“Ey Allah’ın Rasûlü! Biz sana iman ettik. Senin getirdiğin her şeyi tasdik ettik. Bize getirdiğin Kur’ân’ın hak olduğuna şahitlik ettik. Bu hususta sözlerini dinlemeye, sana itaat etmeye söz verdik. Ya Rasûlallah! Nasıl dilersen öyle yap. Biz seninle beraberiz. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin olsun ki, sen bize şu denizi gösterip dalacak olsan, biz de seninle birlikte dalarız. Ensârdan bir kişi bile geri kalmaz. Biz yarın düşmanla karşılaşmaktan çekinmiyoruz. Savaşta sebat etmeyi, düşmanla karşılaştığımızda sözümüze sadık kalmayı biliriz. Umulur ki Allah bize senin gözünü gönlünü aydınlatacak kahramanlıklar göstermeyi nasip eder. Allah’ın bereketiyle yürüyelim ya Rasûlallah!”

Sa’d b. Muâz’ın iman ve cesaret dolu konuşması Allah Rasûlünü çok sevindirdi. Muhammed aleyhisselâm ayağa kalktı ve:

“Öyleyse, Allah’ın lütfu ve bereketiyle yürüyün. Müjdeler olsun ki, Allah bize kervanı veya Kureyş ordusunu vadetmiştir. Allah’a yemin ederim ki ben Kureyşlilerin düşüp öleceği yerleri görür gibiyim.”[15]

İslâm ordusu son Peygamberin ardında Bedir’e doğru yürüyordu.



[1] İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 12

[2] Elşad Mahmudov, Hz. Peygamberin Savaşları, 96

[3] Ayhan Tekineş, “Sa’d b. Hayseme”, DİA, XXXV, 374.

 İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 149-150

[5] İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 21; Ahmed b. Hanbel,I,422

[6] Ebû Dâvûd, Cihâd, 145.

[7] İbn Hişâm, es-Sîre,II, 244-247; Vâkıdî, Meğâzî, I, 28

[8] Vakıdî, Meğâzî, 97; İbn Habib , el-Muhabber, 161

[9] Vakıdî, Meğâzî, 22

[10] İbn Hişâm, es-Sîre,II, 258; Vâkıdî, Meğâzî, I, 43-45

[11] Vakıdî, Meğâzî, I, 33

[12] Müslim, Cihâd 150; Tirmizî, Siyer 10.

[13] İbn Sa’d, et-Tabakât,II, 12

[14] Buhârî, Meğâzî 4; İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 162

[15] Müslim, Cihâd 83; Vâkıdî, Meğâzî, I, 48

Yazar: