Nebevî Bir Davet İçin

Allah’ın dinine çağıran kimselerin hayatında hiçbir leke olmamalıdır. İslam davetçisi neyi temsil ettiğinin şuuru içinde yaşamalı, sözleri ve fiilleriyle emin bir hayat sürmelidir.

Temiz bir mazi

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Safâ tepesinden davetini ilan ettiğinde kendisini merakla izleyenlere şöyle sormuştu:

“Şu dağın ardında size saldırmak üzere olan bir düşman ordusu var desem, bana inanır mısınız?

Bu ömrü boyunca kimseyi aldatmamış, şakayla bile olsa hiç yalan söylememiş yüce bir zatın sorusuydu. O, yirmi yaşlarında Hılfu’l-Fudûl teşkilatına katılmış, çevresine güven ve huzur aşılamış, Kâbe’nin tamiri sırasında yaşanan anlaşmazlığı tüm tarafların takdir ettiği bir şekilde çözmüş, Mekke’nin Emîn’i olmuştu.

Zeyd b. Hârise kendisini hürriyetine kavuşturup memleketine götürmek isteyen ailesinin değil Muhammed Aleyhisselâm’ın yanında kalmayı tercih ettiğinde şöyle diyordu:

“Ben bu zatta öyle güzellikler gördüm ki hiç kimseyi ona tercih edemem. Ondan hiçbir zaman ayrılmayacağım.”

İlk vahyi alıp korku ve endişe içinde evine vardığında hanımı Hz. Hatice’den duyduğu sözler Efendimizin kırk yıllık hayatını ne güzel özetliyordu:

“Allah hiçbir zaman seni utandırıp üzmez. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, doğru konuşursun, işini görmekten âciz kimselerin elinden tutarsın, yoksulları kayırırsın, misafirleri ağırlarsın, haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin.” (Buhârî, “Bedʾü’l-vaḥy” 3; Müslim, “Îmân”, 252)

Güzel ahlakın ve bütün faziletlerin sahibi Sevgili Efendimiz davetinin doğruluğuna mübarek hayatını delil göstermiş, Allah’ın üzerine yemin ettiği güzel ömrünü kavminin önüne sermiştir.

“Ben peygamber olmadan önceki bütün hayatımı sizin aranızda geçirdim, hiç düşünmüyor musunuz?” (Yûnus Sûresi 10/16)

Allah’ın dinine çağıran kimselerin hayatında hiçbir leke olmamalıdır. İslam davetçisi neyi temsil ettiğinin şuuru içinde yaşamalı, sözleri ve fiilleriyle emin bir hayat sürmelidir. Davetçinin hayatındaki yanlışlar, şahsiyetindeki zaaflar, mesajına, davetine zarar vermemeli, insanları âlemlerin Rabbine çağıran kimselerin Rabbanî bir duruşları olmalıdır. Aksi halde salih amellerle desteklenmeyen kuru sözler hiçbir fayda vermeyecektir.

İman ve ihlas sahibi

Davetçi insanları çağırdığı şeye ilk önce kendisi tüm kalbiyle inanmalı, davasına sarsılmaz bir imanla bağlanmalıdır. Şüpheler içinde boğulan, inancından emin olmayan, kendi yüreğine bile ferahlık koyamayan bir kimse muhatabına ne yarar sağlayabilir? Tüm kalbiyle Rabbine bağlanmış bir davetçinin tek hedefi Allah’ın rızasını kazanmaktır. “Ben sizden hiçbir ücret istemiyorum, benim mükâfatım alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” (Şuarâ Sûresi 26/127) diyen peygamberler davetçinin örneği olmalı, dava geçici dünyevî heveslere, makam ve mevkilere feda edilmemelidir.

Sevgi ve şefkat dolu yürekler

Sevgili Peygamberimiz alemlere rahmet olarak gönderilmiş, İslam yeryüzüne sevgi ve merhamet getirmiştir. Öyleyse davetimizin dili sevgi ve merhamet yüklü olmalıdır.

Yeryüzü Firavun ve Nemrud gibi nice zalimler görmüş, onlar insanlara her türlü baskı ve şiddeti uygulamış, kendilerine karşı çıkanlara  acımasızca işkence etmişlerdir. Zulmün ve küfrün gaddarlık ve vahşeti karşısında müminlerin sevgi ve merhameti vardır. Onlar tüm yaratılanlara rahmet nazarıyla bakarlar. İnsanları cehennemden kurtarıp cennete ulaştırmaya çalışan kimselerin bunu katı bir kalp ve sert söylemlerle gerçekleştirmeleri mümkün değildir.

“Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile ve yapılacak işler hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân Sûresi 2/159)

Nebî aleyhisselâm Uhud günü yerlerini terk eden ve savaşın kaybedilmesine sebep olan sahâbîlerini bağışlamış, amcasını şehit ettikten sonra vücudunu parçalayanları, kızı Zeyneb’i yaralayan ve torununun ölümüne sebep olanları affetmiştir. O, bütün gücüyle insanların iki cihan saadetine erişmeleri için mücadele vermiş, Tâif’te kendisini taşlayanlar için dahi dua etmiştir.

“Benim ve sizin durumunuz, ateş yakıp da ateşine cırcır böcekleri ve pervaneler düşmeye başlayınca, onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kurtulmaya, ateşe girmeye çalışıyorsunuz.” (Müslim, Fezâil 19; Buhârî, Rikâk 26)

Ömrünü insanları cehennem ateşinden korumak için harcayan ve kavminin hidayeti için gözyaşlarıyla dualar eden Sevgili Peygamberimizin yoluna davet edenlerin sevgi ve şefkatle yüklü tertemiz kalpleri vardır. Onlar öfkelerini yutan, insanları bağışlayan, cahilce kendilerine saldıranlara güzel sözlerle mukabele edenlerdir.

Tatlı dilli, güler yüzlü

“Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!” (Nahl Sûresi 16/125)

İslam davetçisi muhatabının tüm şüphelerini gidermeli, kesin delillerle onu ikna etmeli ve bunu son derece tatlı ve güzel bir üslûpla gerçekleştirmelidir. Nitekim Hz. Mûsa ve Hz. Hârûn, Firavuna gittiklerinde onunla yumuşak, tatlı bir dille konuşmaları emredilmiştir:

“Firavuna gidin, çünkü o, gerçekten de sınırı aştı. Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslûpla söyleyin, ola ki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer.” (Tâhâ Sûresi 43-44)

Kendisini en büyük rab olarak ilan eden zalim Firavuna bile tatlı bir dille hitap edilmesi emredilmişken, babası Âzer’in öfke dolu, kaba sözlerine Hz. İbrâhim’in ‘babacığım’ diye başlayan sevgi dolu ifadeleri, Hz. Lokmân’ın nasihatlerine ‘oğulcuğum’ diyerek başlaması önümüzdeyken dini temsil eden kimselerin kaba saba tavırları, nezaket ve zarafetten uzak, zevksiz ifadeleri anlaşılır gibi değildir. Oysa ki Rabbimiz müminlere sözün en güzelini söylemelerini emretmiştir. (bk. İsrâ Sûresi 17/53)

Bugün karşımızda Ebû Cehil, Ebû Leheb gibi inatçı zalimlerden çok dinimiz hakkında yeterli ve doğru bilgiye sahip olmayan geniş bir kitle bulunmaktadır. Bu insanlara sözlerin en güzeli olan Allah’ın kitabını, yolların en doğrusu olan Efendimizin yolunu sevgi dolu tatlı bir dille anlatmak İslam davetçisinin en temel görevidir. Dinimize karşı mesafeli ve soğuk duran, dinden ve dindardan rahatsız olan belli bir kesimin bu durumundan söylemlerine dikkat etmeyen, itici ve kaba bir tavır takınarak insanları kendilerinden uzaklaştıran bir kısım din adamının sorumlu olduğunu maalesef kabul etmek zorundayız.

Allah sizin için kolaylık ister

Sevgili Peygamberimiz insanlara hoşgörü ve müsamaha ile davranmış, kendisinden zina etmek için izin isteyen delikanlıya bile kızmayarak onu tatlı bir dille yanlışından vazgeçirmiş, mescitte nasıl davranılacağını bilmeyen insanlara tepki gösterilmesini engelleyerek onlara daha uygun ve güzel olan davranışları nazik bir şekilde öğretmiştir. Onun muhataplarına sevdirme, kolaylaştırma ve hoşgörü metotlarıyla yaklaşımı neticesinde insanlar kısa bir süre içinde akın akın İslam’a koşmuşlardır.

Efendimiz Aleyhisselâm’ın Yemen’e gönderdiği Muâz b. Cebel ve Ebû Mûsâ el-Eş’arî’ye verdiği şu nasihatler her daim aklımızda olmalıdır.

“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” (Buhârî, İlim 11; Müslim, Cihâd 6-7)

Mütevazı olmalı

İslam davetçisi son derece nazik, mütevazı ve alçak gönüllüdür. O, yüreğinde zerre miktar kibir bulunan kimsenin ebedi saadete nail olamayacağını bilir. Huzuruna çıkan bir adamın heyecandan titremesi üzerine “Sakin ol kardeşim! Ben bir kral ya da hükümdar değilim. Kureyş’ten güneşte kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.” (İbni Mâce, Et’ime 30) buyuran Efendimiz tüm insanlara karşı mütevazı olmamızı emretmiştir. Davetçi alçak gönüllü ve mütevazı tavırlarıyla insanların gönlünde yer bulacak, nicelerinin hidayetine vesile olacaktır.  Muhataplarına tepeden bakan bir kimsenin sözleri ne kadar edebi ve süslü olsa da yüreklere sirayet etmesi mümkün değildir.

Sabreden kazanır

İslam’ı anlatacak bir kimsenin her türlü tepkiye hazırlıklı, tüm zorluk ve olumsuzluklara karşı sabırlı olması gerekir. İnsanların yanlış dahi olsa inanç veya alışkanlıklarından vazgeçmeleri kolay değildir. Yapılması gereken bu durumu sabır ve anlayışla karşılamaktır.

Allah Rasûlü bir savaş sonrası esir edilen Hakem b. Keysân’a defalarca İslam’ı anlatmış, Müslüman olmasını istemiştir. Peygamberimizin boşuna yorulduğunu düşünen bazı sahabiler, Hakem için uğraşmaya değmeyeceğini söylediklerinde Efendimiz onları dikkate almayarak tebliğine devam etmiş, nihayet Hakem b. Keysân’ın Müslüman olmasına çok sevinmiştir. Ne kadar ve nasıl sabredilmesi gerektiği konusunda kavmine 950 sene hakkı haykıran ve pek çok sıkıntıya maruz kalan Nûh Aleyhisselâm’ın daveti en güzel cevap olsa gerektir.

Emin ve müstakim olmalı

İslam davetçisi sözleri ve eylemleri birbirine ters düşmeyen, emrolunduğu gibi dosdoğru olan istikâmet sahibi bir kimsedir. Anlattıkları ile yaşadıkları arasında koca bir uçurum olan bazı din adamları ‘hocanın dediğini yap ama gittiği yoldan gitme’ gibi oldukça çirkin ifadelere sebep olmuş ve dini hayata büyük zarar vermişlerdir.

Davetçi; insanlara güven vermeli, çevresindeki herkes onun doğruluk ve dürüstlüğüne, ahlakının güzelliğine şehadet ederek onu bölgenin en emin kimsesi olarak görmelidir. Din görevlisi de görev bölgesindeki insanları ve hatta tüm canlıları Rabbinin emaneti kabul etmelidir.

Hakkı tebliğin metot ve vasıtaları

İslam Davetçisi muhataplarını tanımalı, onların hem fikirlerini hem de psikolojik durumlarını dikkate alarak, anlayabilecekleri bir tarzda mesajını aktarmalıdır.

Efendimiz Aleyhisselâm’a en faziletli amel hangisidir, diye soran sahabilerin ihtiyaçlarına uygun farklı cevaplar vermiş, bakışları, jest ve mimikleriyle onlara güven aşılamıştır.

Kendisiyle derdini paylaşan kim olursa olsun onu mutlaka dinlemiş, sözünü kesmemiş, elini tutan bir kimse bırakmadıkça kendisi elini çekmemiştir.

O, ashabının sözlerini ezberleyebilmesi için tane tane konuşmuş, yeri geldiğinde kıssalar anlatmış, bazen benzetmeler yapmış, bazen yere çizgiler çizmiş, dikkatleri toplamak için gerektiğinde sözlerini üç defa tekrarlamıştır.

Sevgili Peygamberimiz konuşmalarında kısa ve özlü ifadeler kullanmış, insanlara tavsiyelerde bulunurken zaman ve mekânı dikkate almış, olumsuz durumlarda asla isim vermeden filanca şöyle yapsın ya da yapmasın tarzında ifadeler kullanarak kişilere değil eylemlere dikkat çekmiştir.

İslam’ı anlatan kimselerin Efendimiz Aleyhisselâm’ın tüm bu uygulamalarını dikkate almaları, nerede ve nasıl konuşacaklarına dikkat etmeleri, mekâna ve zamana dikkat etmeleri, kısa sohbet ve muhabbetlerle, bıktırıp usandırmadan muhataplarıyla iletişim kurmaları gerekmektedir. Özellikle radyo, televizyon ve sosyal medya gibi muhatapların durumlarının kontrol edilemediği ortamlarda anlaşılması güç, ihtilaflı konulardan uzak durulması hayati önem taşımaktadır. Hz. Ali Radıyallahu anh’ın “İnsanlara anlayacakları bir dille İslam’ı anlatınız, Allah ve Resulünün yalanlanmasını ister misiniz” (Buhari, İlim, 4) sözleri son derece kritik bir uyarıdır. 

Nebî Aleyhisselâm hak dini yalnızca diliyle tebliğ etmemiş, elçiler göndermiş, davet mektupları yollamış, ziyafetler tertip etmiş, yardımlarda bulunmuş, İslam nimetini imkanları ölçüsünde her noktaya ulaştırmaya çalışmıştır. İletişim imkanlarının neredeyse sınırsız bir hale geldiği günümüzde çok değişik platformlarda İslam’ın anlatılması, sevgi ve kardeşlik mesajının yeryüzünün her köşesine ulaştırılması ve bunun için ciddi projeler geliştirilmesi ümmetin en mühim vazifesidir.

Mutlu Binici

www.insicam.net

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.