SORU: Kur’ân-ı Kerim’de kabir hayatından bahsedilmediği öne sürülüyor. Bu doğru mudur? Eğer bahsediliyorsa neden açıkça değil de işaret edilerek bahsediliyor? Bunun hikmeti nedir?
CEVAP: Kur’ân-ı Kerim’de kabir hayatından bahsedilmediği doğru değildir. Birçok âyet-i kerimede kabir nimet ve azabından bahsedilmiştir. Bu konudaki apaçık hadis-i şeriflerin yanı sıra söz konusu âyetler de kabir hayatına delil olarak gösterilmiştir. Bu delillerin en açığı Firavun ve ailesinin maruz kalacağı kabir azabını bildiren şu âyettir:
“Onlar sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet kopunca da “Atın Firavun ehlini azabın en şiddetlisine!” denir.”[1]
Ehl-i Sünnet'in kabirdeki Berzah azabına en önemli delillerden biri olarak aldığı[2] bu âyette Firavun ve ailesinin, şiddetli (ve sürekli) azaba çarptırılacakları kıyamet gününden önce, sabah akşam ateş azabına sunulacağı ifade ediliyor. İşte bu azap hiç şüphesiz kabir azabıdır. Onlar hakkında caiz ve geçerli olan şey başkaları hakkında da caiz ve geçerlidir.
“Firavun ve ailesi suda boğuldular. Bir kabre gömülmediler ki, nasıl kabir azabına uğrarlar?” denilirse, onlara deriz ki, berzah hayatında görülen nimet ve azabının kabre nispet edilmesi, ekseriyet karinesine göredir. Yani çoğu ölülerin kabre gömülmesi dolayısıyladır. Yoksa her şeye gücü yeten Rabbimizin yanıp kül olanlara da vücudu parça parça olup dünyanın dört bir yanına dağılanlara da berzah hayatı yaşatması elbette mümkündür. Berzah hayatında ruhla beden arasında dünya hayatından farklı ve çok düşük (belki de hücresel) seviyede de olsa bir bağlantı olması düşünülse bile[3], nimet ve azabı tadan esasında ruhtur. Ruhlar ise ölüm şekli her ne olursa olsun yok olmazlar. Nimet ve azabın bedene olmasa da ruha ulaşmasını inkâr mümkün değildir.
BİR İTİRAZ VE CEVABI
Bu arada, Firavun ve taraftarlarının kıyametten önce sabah akşam ateşe sunulacağını; kıyamet kopunca da, Cehennem’de, azabın en şiddetlisine atılacağını bildiren âyetteki[4], “sabah akşam” tabirinin dünyayla ilgili olduğunu, dolayısıyla kabir azabına delil olamayacağını savunanlar vardır. Onlara göre bu ifade mecazidir ve Firavun ve ehlinin dünya hayatındaki ruhsal sıkıntılarına işaret eder. Hiçbir delile dayanmayan bu görüş özellikle iki açıdan isabetsizdir ve peşin hükmü desteklemek için yapılan zorlamadan ibarettir.
İlk olarak belirtmeliyiz ki, Kur’ân-ı Kerim’de “sabah akşam”, “gece gündüz” gibi tabirler, sadece dünya hayatıyla sınırlı olarak kullanılmaz. Özellikle böyle birlikte kullanıldığında herhangi bir eylemdeki sürekliliği ifade ederler. Meselâ Enbiyâ Sûresinin 19. ve 20. âyetlerinde şöyle buyrulur: “Göklerde ve yerde kim varsa O’nun (kulu)dur. O’nun katında bulunan (melek)ler O’na ibâdet etme konusunda kibirlenmezler ve yorulmazlar. Gece gündüz usanmadan (O’nu) tesbîh ederler!” Nasıl ki, bu âyet-i kerimede geçen, “gece gündüz” tabirinden yola çıkarak, Allah katındaki meleklerin sadece dünya hayatının gece ve gündüzünde Allah’ı tesbih ettiklerini söyleyemezsek; Firavun ve ehlinin sabah akşam azaba uğratılmasının da berzah hayatıyla ilgili olmayıp; sadece dünya hayatındaki ruhsal sıkıntıyla ilgili olduğunu iddia edemeyiz.
İkinci olarak, berzah (kabir) hayatının tamamen dünya şartlarından bağımsız bir hayat olduğu iddia edilemez. Berzah hayatı, dünya ile âhiret arasında bir geçiş sürecidir ve kıyâmetin kopmasından önce söz konusu olduğundan dünya hayatına daha yakındır. Dolayısıyla dünya hayatına ait bazı şartların berzahta da geçerli olması mümkündür. Meselâ, zaman kavramı bunlardan biridir. Yine de en doğrusunu Allah bilir.
Mü’min Sûresi’nin 46. âyeti dışında kabir nimet ve azabına işaret eden başka âyetler de vardır: Bunlardan bazıları şunlardır:
“Allah yolunda öldürülenler için "ölüler" demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.”[5]
“Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Aksine onlar diri olup Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar.”[6]
Yukarıdaki iki âyet-i kerime, şehitlerle ilgilidir ve biz her ne kadar anlayamasak da onların diri olup mahşerden önce de nimetlerle dolu bir hayatın içinde bulunduklarını gösterir.
“…(O münafıklara) iki kere azap vereceğiz. Sonra da büyük bir azaba uğrayacaklar.”[7]
Bu âyette münafıklara büyük azaptan önce verileceği bildirilen iki azaptan ilki dünyadaki diğeri ise kabirdeki azap olarak yorumlanmıştır. Büyük azap ise mahşerden sonra uğratılacakları cehennem azabıdır.
“Şüphesiz zulmedenlere bundan (yani kıyamet gününden) önce de bir azap vardır.”[8]
Zulmedenlerin kıyamet gününden önce uğrayacakları azap, dünya hayatında da kabirde de olabilir. Birçok zalim dünyada cezasını çekmeden ölüp gittiğine göre burada özellikle kabirdeki azaptan bahsedildiğini düşünmemiz akla daha yakın görünmektedir. En doğrusunu Allah bilir.
“Günahları yüzünden tûfanda boğuldular, ardından ateşe atıldılar, kendilerini Allah’a karşı koruyacak yardımcılar da bulamadılar.”[9]
Nûh aleyhisselâmın kavminden iman etmeyenlerden bahseden bu âyette, söz konusu kişilerin tufanın ardından hemen ateşe sokuldukları bildiriliyor ki bu ateş cehennem ateşi olabileceği gibi kabir azabının bir parçası olan ateş de olabilir. En doğrusunu Allah bilir.
KUR’ÂN-I KERİM’DE NEDEN KABİR HAYATINDAN AÇIKÇA VE AYRINTILI OLARAK BAHSEDİLMEZ?
Acaba neden Kur’ân-ı Kerim kabir hayatından açıkça ve teferruatlı olarak bahsetmiyor da böyle işaret etmekle yetiniyor? Kanaatimizce burada iki incelik söz konusudur. Birincisi Kur’ân’la, ikincisi kullarla ilgilidir.
Kur’ân-ı Kerim’le ilgili incelik şu olabilir: Nasıl ki aynı suça peş peşe iki ceza verilecekse ve ilk ceza ikincisine göre daha hafif kalıyorsa o suçtan sakındırmak için özellikle büyük cezadan bahsedilmesi uygundur. Meselâ adam öldürmenin cezası olarak uzun bir gözaltı süresi ve idam cezası söz konusu olunca, cinayetten sakındırmak için gözaltı süresi üzerinde uzun uzadıya durmaya gerek yoktur. Burada idamdan bahsetmek en uygunudur. Aynı şekilde küçük ve büyük ödülü olan bir eyleme teşvik ederken de özellikle büyük ödül üzerinde durulması teşvik için daha hikmetli bir yoldur. İşte Kur’ân-ı Kerim’ de de nefisleri arındırmayı hedefleyen iman eğitiminde öncelikle ve yoğun olarak ebedî ahiret hayatından bahsedilmesi, geçici berzah hayatına ise işaretle yetinilip teferruatın Rasûlullaha bırakılması uygun görülmüştür.
İşin kullara bakan yönünde ise, dünya imtihanında önümüze çıkan soruların en önemlilerinden olan Kur’ân’ın yanısıra Rasulullah aleyhisselâmın sünnetine ve hadislerine ittiba edip etmeyeceğimizin denemesi vardır.
Şüphesiz Allah en doğrusunu bilir.
[3] Çünkü bir Hadis-i şerifte, insan bedeninin ölümden sonra tamamen çürüyeceği, sadece “acbü’z-zeneb” denilen kuyruk sokumu kemiğinin (belki de bu bölgedeki kromozom hücresinin) çürümeyeceği, yeniden yaratılmanın da ondan olacağı ifade edilmiştir. (Buhârî, Tefsir 78 ; Müslim, Fiten 141) Bu keyfiyet bize kabir azabının bedenle de bir bağlantısı olacağını düşündürüyor
Yeni yorum ekle