“İslâm, sevgi dinidir. Sevgiye çağırır, sevgiyle yaşanır. Gözleri görmeyen bir kimse gül bahçesinde de olsa, nasıl ki rengârenk güllerin güzelliğini fark edemezse, yüreğinde sevgi olmayanlar da İslâm’ın güzelliklerini göremez. Bunlar gönül gözleri kör olmuş, yürek özürlü kimselerdir. İslâm’ın güzelliklerini görebilmek için gözlerimizi açmalı; Kur’an ve sünnet bahçesindeki eşsiz güzellikleri; ön yargısız bir aklın, iyi, doğru ve güzel olanı takdir etmesini bilen sevgiye açık bir gönül penceresinden seyretmeliyiz.”
عَنْ جَابِرٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلّىٰ اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:مَثَلِي وَمَثَلُكُمْ كَمَثَلِ رَجُلٍ أَوْقَدَ نَاراً
فَجَعَلَ الْجَنَادِبُ وَالْفَرَاشُ يَقَعْنَ فِيهَا وَهُوَ يَذُبُّهُنَّ عَنْهَاوَأَنَا اٰخِذٌ بِحُجَزِكُمْ عَنِ النَّارِ، وَأَنْتُمْ تَفَلَّتُونَ مِنْ يَدِي.
Câbir ibni Abdullah radıyallahuanh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullahsallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Benim ve sizin durumunuz; ateş yakıp da, ateşine cırcır böcekleri ve kelebekler düşmeye başlayınca, onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kurtulmaya, ateşe girmeye çalışıyorsunuz.”(Müslim, Fezâil 19; Rikâk 26; Tirmizî)
Yalnızlığımızı Gideren Sahibimiz
İnsanoğlu şu dünya gurbetindeyapayalnızdır. Aslında onun hayatında birçok insan vardır. Fakat nasıl ki süs tabağındaki yapma meyveler insanın karnını doyuramazsa samimiyetten uzak, yapmacık ve bencil insanlar da onun yalnızlığını gideremezler. Ne yazık ki insanoğlunun etrafı genellikle böyle kimselerle doludur. Bu yüzden insanların çoğu, kalabalıklar içinde yalnızlığı yaşar ve bir türlü huzuru bulamaz. İnsan yaşadıkça, güvenebileceği, karşılıksız ilgi ve sevgisini hissedeceği hemcinslerini arar durur. Çünkü Yüce Allah onun dünyadaki huzur ve rahatını; ünsiyet etmekte, hemcinsleriyle kaynaşmakta takdir buyurmuştur.[1]Mü’min için korku ve hüznün olmadığı, sonsuz saadet yurdu cennet özlemi de olmasa dünya çekilir yer değildir. İnsanın, onu ondan çok düşünen, onun hem dünya hem de âhiret saadeti için âdeta çırpınan Peygamberi’ni tanıyana kadarki durumu böyledir. Ne zaman ki O’nu (sas) tanımaya başlar, karamsarlıktan, güvensizlikten ve yalnızlıktan kurtulur. Artık O’nun (sas) gösterdiği yoldan giderek kurtuluşa ereceğini bilir.
İnsanlığın Kurtarıcısı
Bir an için hadisimizde çizilen ilk manzarayı, benzetme yönünü dikkate almadan olduğu gibi seyredelim: Bir adam karanlıkta ateş yakıyor. Ateş çevresini aydınlatınca da uçan böcekler ve kelebekler tabiatlarının gereği olarak aydınlığa doğru uçuyor ve yanacaklarını bilmeden kendilerini ateşe atıyorlar. O adam ise son derece merhametli olduğundan acıyor ve onları kurtarmak için elleriyle uzaklaştırmaya çalışıyor. Tabi ki başarılı olamıyor; ama öyle merhametli ki yılmadan çabasını sürdürüyor. Bu manzarayı seyrettiğinizde ne düşünürdünüz? Eğer olayın iç yüzünü bilmiyorsanız o adamı deli sanabilirdiniz. Ama adamı, kelebeklerin bile bu şekilde ölmesine razı olmayan merhametiyle tanıdığınızda herhalde duygulanır ve onu takdir ederdiniz. İşte Peygamber Efendimiz, insanlar tehlikenin büyüklüğünü anlasın, davetindeki içtenliğin farkına varsınlar diye kendisini o ateş yakan adama benzetmiştir.
Ateşe doğru uçuşan kelebekleri eliyle kovalayıp kurtarmak isteyen adam gibi Efendimiz aleyhisselâm da ateşe doğru koşan insanları elbiselerinden çekerek kurtarmaya çalışmaktadır. Bilmeden, şuursuzca, nefs ve şeytanın süslü gösterdiği yola saparak ateş çukurunun kıyısına gelen insanları… Hem bu insanların felâketi kelebeklerinki gibi bir anda olup bitecek bir felâket değil, ebediyen sürecek en büyük felâket; yani cehennemdir. Kelebeklerin kurtuluşunu düşünen bir insan bile takdiri hak ederse, ya bütün insanların ebedî kurtuluşu için çırpınan böyle bir İnsan (sas) en büyük sevgiyi ve saygıyı hak etmez mi? Şimdi biz insanlara düşen, bu en büyük kurtarıcımızın izince yürümek, O’nunla(sas)beraber sonsuz mutluluğa ermektir.
Merhamet Sultanı
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de,En Sevgili Kulu’nun (as) biz ümmetine duyduğu derin sevgive eşsiz ilgiyi şöyle anlatır: “Size içinizden; sıkıntı çekmeniz kendisine çok ağır gelen, size çok düşkün, mü’minlere karşı son derece şefkatli ve merhametli bir Elçi gelmiştir…”[2]
Peygamber Efendimiz de, mü’minlere olan sevgisini şöyle ifade etmiştir: “Her mü’mine dünya ve ahirette (sevgide ve görüp gözetmede) en yakın olan Benim. İsterseniz, ‘Peygamber mü’minlere kendi canlarından daha yakındır…’ (Ahzab 33/6) ayetini okuyunuz. Bu nedenle herhangi bir mü’min ölüp mal bırakırsa kim olursa olsun mala akrabası mirasçı olur. Fakat kim bir borç veya bakıma muhtaç kimseler bırakırsa o bana getirilsin. Ben onun velîsiyim. (Onun borcuyla ve bakıma muhtaç yakınlarıyla ben ilgilenirim.)”[3]Birisini seven ve ona düşkünlük gösterenin onun iyiliği için hiç bir şey yapmaması düşünülemez. Sevgili Peygamberimiz de biz ümmetine duyduğu engin sevgi ve esirgemenin gereğini yapmış, bizleri Kur’an ve hikmetle (sünnetle) eğiterek tertemiz kılmıştır. Yüce Rabbimiz bu durumu şöyle anlatır: “Andolsun, Allah, mü’minlere kendi içlerinden; onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara Kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.”[4]
Efendimiz(sas)mü’minlere karşı konumunu şöyle bildirir: “Ben sizin için (sevgi ve şefkatte) bir baba gibiyim. Bu yüzden (faydanıza ve zararınıza olan her şeyi) size öğretiyorum.”[5]İşte böylece O Merhamet Sultanı (as), tuvalet adabından devlet yönetimine kadar iki cihandabizi saadete ve kurtuluşa götürecek her şeyi bizlere öğretmiş; elçiliğini hakkıyla yerine getirmiştir.Biz kullarına böyle bir peygamber bahşeden Yüce Rabbimize ne kadar şükretsek azdır.
Rahmet Peygamberi
Sevgili Peygamberimiz özel olarak mü’minlere ve genel olarak bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir:“O (Peygamber) inananlar için bir rahmettir.”[6]“Biz seni ancak âlemlere rahmet olasın diye gönderdik.”[7]Efendimiz aleyhisselâm’ın rahmet oluşu yağmura benzer. Bilindiği gibi yağmur, yağdığı bölgenin her yerini sular. Fakat onun asıl faydası, yağmuru almaya elverişli bereketli topraklaradır.
Efendimiz (sas) doğumundan itibaren âlemlere rahmet olacak şekilde yetiştirilmiştir. O’nu (sas) yetiştiren bizzat Yüce Allah’tır. Efendimiz aleyhisselâm: “Beni Rabbim eğitti. Hem de ne güzel eğitti.”[8]buyurmuştur. O Yüce İnsan (sas),özellikle Peygamber oluncaya kadarki hayatında çok yoğun bir duygu eğitimine tabi tutulmuştur:
Sevgili Efendimiz (sas) hayata gözlerini yetim olarak açmış, çocukluğu boyunca kimseye baba diyememenin ezikliğini yaşamıştır. Altı yaşına gelince, sevgili annesini gözlerinin önünde kaybetmenin verdiği büyük acı âdeta ruhuna kazınmıştır. Küçücük yüreğinde yetim ve öksüzlüğün açtığı büyük yaralarla büyüyen O kutlu insan, sekiz yaşlarındayken de gölgesine sığındığı ulu çınardan; yani dedesi Aldülmuttalip’ten de ayrılmak zorunda kalmıştır. Hayatının bundan sonraki safhasında Yüce Allah, amcası EbûTâlib ve yengesi Fâtıma Hâtun’un sımsıcak ilgi ve sevgisiyle onun yüreğine serinlik vermiştir. O Büyük İnsan (sas),EbûTâlib ailesinde yoksulluğu da yaşamış; ailesine maddî katkıda bulunmak için ilk gençlik çağında ücret karşılığı çobanlık yapmıştır. Daha sonraları ticarete atılan Efendimiz (sas), böylece insanları daha yakından tanıma fırsatı elde etmiştir.
Yirmibeş yaşlarında Mekke’nin faziletli hanımefendisi Hz.Hatice (r.anha) ile evlenen Efendimiz aleyhisselam, yüreğini ısıtan büyük sevgiyi, vefayı ve fedakârlığı Hz.Hatice (r.anha) annemizle yaşamıştır. Bu dönemde henüz bebekken vefat eden erkek evlatlarının acısıyla sarsılan Peygamberimiz, Mekke döneminin sonlarında hak davada insanlardan en büyük destekçileri olan sevgili eşi Hz.Hatice (r.anha) ile amcası EbûTâlib’invefatlarıyla hüzne boğulmuştur. Yaşadığı her acıda Rabbine sığınarak teselli bulanRasûlullahMedine döneminde deHz.Fâtıma (r.anha) hariç diğer evlatlarının ölümlerine şahit olacaktır. Ondan başkasının kolay kolay katlanamayacağı bütün bu acılar, zorluklar ve yaşadığı diğer olaylarla duygusal yönden kemâle erenSevgili Peygamberimiz, son derece merhametli bir kişiliğe sahip olmuştur. Yaşadığı acılarla isyana yönelmeyip iyiliği tercih eden Efendimiz, çevresinde gördüğü kötülüklerle mücadele edecek bir kıvama gelmiştir. Daha Peygamber olmadan önce zalimlere karşı mazlumlara sahip çıkmak için “Hılfu’l-Fudûl”; yani “Erdemliler Birliği”ne katılan O Yüce İnsan (sas), artık peygamber olarak insanlığın kurtuluşu için çalışmaya hazırdır.
Peygamberimiz Kurtarıcımız
Merhametlilerin En Merhametlisi olan Yüce Allah, kullarına olan nimetini tamamlamak istedi ve Hz.Muhammed aleyhissalâtüvesselâm’ıpeygamber olarak görevlendirdi. O’nun peygamberliği insanlık için bir kurtuluş müjdesi ve en büyük rahmetti. Yüce Allah Peygamberi’ne emretti:“Ey örtüsüne bürünen (Habîbim)! Kalk ve uyar.”[9]Emre uydu Peygamber. Kalktı ve uyardı insanları. Önce en yakınlarından başlaması istenmişti davete.[10] O da öyle yaptı. İnsanlar, işin ciddiyetini anlasınlar diye diller döküyor; âdeta yalvarıyordu. Akrabalarını tevhid dinine çağırdığı ilk konuşmasında Allah’a hamdedip O’nu (cc) övdükten sonra şöyle haykırmıştı: “Bir önder, kendi halkına yalan söylemez. Ben bütün insanlara yalan söylesem bile size söylemem.Herkesi aldatsam bile sizi aldatmam. Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki ben özel olarak size ve genel olarak da bütün insanlara (gönderilmiş) Allah’ın Elçisiyim. Vallahi, uyuduğunuz gibi ölecek, uyandığınız gibi dirilecek, yaptıklarınızdan hesaba çekilecek, iyiliğe karşı iyilikle ve kötülüğe karşı kötülükle karşılık göreceksiniz. Şüphesiz ki o (âhiret) ya ebedî bir cennet, yada ebedî bir ateştir.”[11]
Rasûlullah(sas), insanlığın görüp göreceği en büyük kurtarıcıdır. Çünkü onları sonsuz azaptan kurtarmak için canını dişine takıp çalışmış; bu uğurda çektiği sıkıntılara, işkencelere aldırmamıştır. İnsanlar tehlikenin iyice farkına varsın ve boş kuruntuları bir tarafa bırakarak İslâm’a dört elle sarılsın diye onları en çarpıcı sözlerle uyarmıştır. Açık davetin ilk zamanlarında yaptığı bir konuşmasında insanlara şöyle seslenmiştir: “Ey Kureyş topluluğu! (İmana gelerek) canlarınızı (cehennem azabından kurtarıp) satın alınız. (Ben ne kadar istesem de,imansızlığınıza ve işlediğiniz kötülüklere karşı hak ettiğiniz), Allah’ın azabından hiçbir şeyi sizden uzaklaştıramam. Ey Abdumenâfoğulları! Allah’tan gelen hiçbir şeyden sizi kurtaramam. Ey Abdülmuttalib oğlu Abbas! Allah’tan gelen hiçbir şeyden seni kurtaramam. Ey Muhammed kızı Fâtıma! Malımdan dilediğin kadarını iste, (veririm). Ama seni de Allah’tan gelen hiç bir şeyden kurtaramam.”[12]
Hayatı boyunca çok büyük acılar çekmiş olan Merhamet Sultanı Efendimiz (sas), insanlık sonsuz acılardan kurtulsun diye kendisini hiçe saymış, şahsına karşı yapılan cahillikleri daima afla karşılamıştır. Belki Müslüman olurlar ve İslam nuru onların vasıtasıyla gönüllere girer ümidiyle gittiği Tâif’te maddî ve manevî ağır hakarete uğradığında da affedici olmuştu. Şöyle ki, Tâif’ten son derece üzgün bir şekilde Mekke’ye dönmekte olan Peygamberimiz aleyhisselâm’a Yüce Rabbimiz,Cebrâil’i ve dağlar meleğini göndermişti. Onlar, eğer isterse, kendisine eziyet edenleri, üzerlerine iki dağı kapatıp yok edebileceklerini söylediler. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Rasûl(sas) ise onlara şöyle karşılık verdi:“Hayır! Ben (onların yok edilip sonsuza kadar cehenneme gitmelerini değil), Allah’ın onların nesillerinden hiç bir şeyi O’na (cc) ortak koşmadan Allah’a ibadet edecek kimseler çıkarmasını diliyorum.”[13]Sahâbîler, ağır işkencelerine ve türlü eziyetlerine uğradıkları müşriklere lânet etmesi için Efendimiz aleyhisselâm’a başvurduklarında da, “Ben lânetçi olarak gönderilmedim. Ben ancak ve ancak rahmet olarak gönderildim.” buyurmuşlardı.[14]
Gönüllerin Tabibi
Sevgili Peygamberimiz (sas), insanların Müslüman olup kurtuluşa ermeleri için şiddetli arzu duymaktaydı. Bunun için gereken her vasıtayı kullandı. Allah’ın emrine uyarak, insanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet edip onlarla en güzel metotlarla mücadele etti.[15]O(sas), Allah’ın rahmeti sayesinde insanlara yumuşak davranıyordu. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydı etrafından dağılır giderlerdi. Rahmet Peygamberi’ne düşen, insanların cahilliklerini ve saygısızlıklarını affetmek; onlar için Allah’tan bağışlanma dilemekti.[16] O (sas)âdeta, devesini ürkütüp kaçırmamak için yavaş ve dikkatlice yaklaşan kervancı gibiydi. İnsanlar davetini kabul edip O’na (sas) geldikleri zaman da onları şefkat kanatları altına alıyor; merhametlice eğitmeye devam ediyordu. Bunu O’na (sas), Allah (cc) emretmişti.[17]
Efendimiz aleyhisselâm, insanları cennete doğru çekip götürürken elinden kurtulup kaçmamaları için onları yüreklerinden yakalaması gerektiğini çok iyi biliyordu.Rasûl-i Ekrem (sas),insanlar İslâm’a girsin ve böylece ebedî kurtuluşa ve saadete ersin diye bütün imkânları seferber edip âdeta çırpınıyordu. Buna rağmen insanların davetinden yüzçevirmeleri ise O’nu (sas) çok üzüyordu. Öyle ki neredeyse üzüntüden kendisini helâk edecekti.[18] O’nu (sas) yalanlayan hatta hakaret ve işkence eden kimselerin kurtuluşu için bu derece endişe duyan bir insan, ancak âlemlere rahmet olarak gönderilenRasûlullah(sas) olabilirdi.
Cennetin Tutkulu Davetçisi
Peygamber Efendimizin (sas) yüreği sevgi ve merhametle dopdoluydu. Bu yüzden ilan ettiği kurtuluş çağrısının bir an evvel kabul görmesi için sabırsızlanıyordu. Çünkü O (sas), zaman geçtikçe ecel rüzgârının hızla esip birçok insanı hidayete ermeden sürükleyip cehenneme götürmesinden endişeleniyordu. Davetinin süratle gönüllere girmesi için, toplumun peşinden gidebileceğiitibarlı bazı kişilerin Müslüman olmasını çok istiyordu. Bu sebeple, “Allah’ım, İslam’ı şu iki adamdan; yani Ebû Cehil ve Ömer b. Hattâb’dan Sana daha sevimli olanla güçlendir.” diye dua etmişti. Onların Allah’a sevimli olanı Hz. Ömer (ra)’di ve o dagelip Müslüman oldu.[19]
Sevgili Peygamberimiz insanların kurtuluşa ermelerini o kadar çok istiyordu ki bu yolda istemeden hatalar da yapıyordu. “Zelle” adı verilen ve Yüce Allah tarafından derhal düzeltilen bu hatalarından birisi sahâbeden Hz. Abdullah b. ÜmmüMektum (ra) ile ilgiliydi. Efendimiz aleyhisselam’ın müşrik liderleriyle görüşüp onları İslam’a davet ettiği bir gün, gözleri görmeyen Hz. Abdullah (ra) çıkagelmiş; Sevgili Rasûl’ün (sas) sesini duyunca da O’na doğru ilerleyip kendisinden nasihat istemiş ve bunu birkaç kez tekrarlamıştı. Rahmet Peygamberi (sas) sözünün kesilip davetinin bu şekilde bölünmesinden hoşlanmadı. Çünkü bu görüşmeden çok umutluydu. Belki de görüştüğü bu müşrik liderler Müslüman olacak ve onların peşinden de insanlar akın akın İslâm’a girecekti. Yüzünü ekşitti ve yönünü başka tarafa çevirdi.[20] Fakat bu davranışı Yüce Allah tarafından beğenilmedi. Çünkü ne kadar iyi niyetle ve ulvî gayeyle olursa olsun arınmak ve öğüt almak için koşarak kendisine gelen ve üstelik âmâ olduğu için mazur sayılması gereken bir mü’min, kendilerini ihtiyaçsız gören kibirli kâfirler yüzünden ihmal edilemezdi.[21]
Sevgili Efendimiz(sas) için bir insanın hidayete ermesi dünyalara bedeldi. O (sas): “Senin vasıtanla bir tek kişinin hidayete ermesi senin için dünyadan ve içindeki herşeyden daha hayırlıdır.”buyurmuştu.[22]Peygamberimizin(sas) hizmetinde bulunan Yahudi bir çocuk vardı. Bir gün ağır bir hastalığa tutuldu. Efendimiz aleyhisselâm hemen ziyaretine gitti ve başucuna oturarak, “Müslüman ol.” buyurdu. Babasına bakan çocuk, onun izin vermesi üzerine Müslüman oldu. Bunun üzerine Rasûlullahaleyhisselam, “Onu cehennemden kurtaran Allah’a hamdolsun.” diyerek sevincini belli etti.[23]
Sevgili Peygamberimiz (sas), bir yandan bütün insanlığın kurtuluşu için çabalarken, diğer yandan ümmetinin akıbeti hakkında da derin bir endişe duyuyordu. O (sas)’nun endişesi, ümmetinin basit görülen işlerde bile olsa şeytana uyması; nefsânîhevâ ve heveslerin peşine takılıp dünyanın çekiciliğine kapılmasıydı. Bu yüzden Merhamet Sultânı(sas), yakınlarının bir hastayı zararlı yiyecek ve içeceklerden koruması gibi bizi dünyaya bağlanmaktan sakındırmış ve ahirete yöneltmişti.Efendimiz aleyhisselam bir hadisinde,ahiret nimetleri karşısında dünyanın bütün nimet ve zevklerinin denizde damla kadar az ve değersiz olduğunu haber vermiş[24]; başka bir hadisinde ise cennette yay kadar bir yerin bütün dünyadan üstün olduğunu bildirmişti.[25]
Allah’ın Habîbi (sas), ümmetine o derece düşkündü ki zaman zaman onların kurtuluşu için gözyaşı dökmekteydi. Bir defasında Hz. İbrahim (as) ve Hz. İsa (as)‘nın ümmetlerinin affı için yaptığı içli duaları[26]okuyan Efendimiz (sas) duygulanmış ve ellerini kaldırarak, “Yâ Rabbi! Ümmetim! Ümmetim!..” diyerek ağlamıştı. Bunun üzerine, -Kendisi (cc) her şeyi bilmesine rağmen- Cebrail aleyhisselam’ı En Sevgili Kulu’nun (sas) ağlama sebebini öğrenmesi için gönderen Yüce Allah, bunu sorup öğrendikten sonra huzuruna çıkan Cebrâilaleyhisselâm’a:“Ey Cebrâil! Muhammed (sas)‘e git ve de ki: Muhakkak ki Biz, ümmetin hakkında seni razı edecek ve üzmeyeceğiz.” buyurmuştur.[27]
Sevgili Peygamberimiz (sas), başka hadislerinde de kendisinin kurtarıcı vasfını çok çarpıcı bir şekilde ifade buyurmuşlardır. Bunlardan birisinde kendisini, milletine ve yakınlarına gelerek onlara düşman baskınını haber veren apaçık bir uyarıcıya benzetmiştir.[28]Diğer bir hadis-i şerifte de, insanlığı en büyük hayra ulaştırıcı oluşunu, meleklerin ağzından naklettiği sözlerle açıklamıştır. Bu hadise göre Efendimiz aleyhisselâm, bina ettiği evde ziyafet sofrası kuran bir hükümdarın insanları ziyafete çağırmakla görevlendirdiği elçiye benzer. Burada hükümdar Allah, ev ve evde kurulan sofra, cennet ve nimetleridir. İşte Hz. Peygamber de (sas), Hükümdarlar Hükümdarı Allah’ın (cc) cennete çağırmakla görevlendirdiği elçisidir. O’nun (sas) çağrısını kabul edenler, İslâm’a ve dolayısıyla cennet ve nimetlerine kavuşanlardır. Kabul etmeyenler ise bu en büyük hayırdan mahrum olanlardır.[29]
Rabbim, bizleri Allah ve Rasûlü’nün hayat bahşeden çağrısına koşarak icabet eden, O’nu örnek alarak insanlığın kurtuluşu için vargücüyle çalışan ve böylece sonsuz kurtuluş ve mutluluğa kavuşan kullarından eylesin. Âmin.
[1]RûmSûresi 30/21; HucurâtSûresi 49/13
[2]Tevbe 9/128.
[3]Buhârî,İstikrâz11; Tefsir, Ahzâb 33/1.
[4]Âl-i İmrânSûresi 3/164
[5]EbûDâvûd, Tahâret4 No:8.
[6]TevbeSûresi 9/61.
[7]EnbiyâSûresi21/107.
[8]Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, Hadis no:310.
[9]MüddessirSûresi74/1-2.
[10]ŞuârâSûresi26/214.
[11]İbnü’l-Esîr, İzzüddinEbu’l-Hasen Ali b. Ebi’l-Kerem (630/1232) el-Kâmil fi’t-Tarih (I-XIII), Beyrut 1965-66, II,61.
[12]Buhârî, Vasâyâ11; Müslim, Îmân348-350.
[13]Buhârî, Bed’ul-Halk 6
[14]Müslim, Birr87.
[15]Nahl 16/125.
[16]Bkz. Âl-i İmrânSûresi3/159.
[17]HicrSûresi15/88.
[18]KehfSûresi18/6;ŞuârâSûresi26/3;FâtırSûresi35/8.
[19]Tirmizî, Menâkıb18
[20]Abese Sûresi 80/1
[21]Bkz. Abese Sûresi 80/1-10 Olayın tafsîlâtı için bkz. Mâlik, Kur’ân8;Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân73.
[22]Abdullah b. Mübârek, Kitabü’z-Zühdve’r-Rekâik, No:1375.
[23]Buhârî, Cenâiz79;Merdâ11.
[24]İbnMâce, Zühd2;Tirmizî, Zühd15 .
[25]Buhârî, Bed’ül-Halk 8, Tefsir, Vakı’a56/1; Tirmizî, Cennet 1.
[26]İbrâhimSûresi 14/36. ve MâideSûresi 5/118.
[27]Müslim,İman346
[28]Bkz. Buhârî,Rikâk 26, İ’tisam 2; Müslim, Fezâil 16
[29]Bkz. Tirmizî, Emsâl1; No: 2860-2861;Buhârî, İ’tisam 2
Yeni yorum ekle