İmam Gazali (1058-1111) Selçuklular devrinde yaşamış, İslam kültür ve düşünce mimarlarından biridir. Düzenli eğitimin ilk kurumlarından olan Nizamiye Medreseleri’nde eğitici olarak görev yapmış, hem buradaki tecrübelerini hem de kendi talebeliğinden edindiği izlenimlerini eserlerine aktarmıştır. “Ey Oğul” adlı eseri de eğitim-öğretim alanındaki nadide çalışmalardan biridir.
Eski bir talebesinin kendisine yazdığı bir mektupta hakiki ilimle ilgili nasihat istemesi üzerine, “Ey oğul” diye hitap ettiği talebesine cevap olarak bu küçük çaplı eseri kaleme almıştır. İçeriğinde ilim, ahlâk ve ibadete dair bilgiler verilmiş; tahsil etmesi gereken ilimler, takip etmesi gereken yollar ve uzak durması gereken ameller açıklanmıştır.
Talebesinden hocasına mektup
İmam Gazali’nin yıllarca yanında kalan, ağzından çıkan her sözü içselleştiren, yazdığı her satırı takip eden ve kendisine daima hizmet eden bir talebesi vardı. Bu genç öyle iyi yetişmişti ki artık ilimde söz sahibi olmuştu. Fakat bir gün kendi kendisine birkaç soru sordu: “Ben yıllarımı ilmin her çeşidini öğrenmek için harcadım. Şimdi bu ilimlerden hangisi mezarımda bana fayda verecek? Hangisi ahiretimi kurtaracak? Resulullah Sallallahü Aleyhivesellem fayda vermeyen ilimden Allah’a sığınmışken ben ömrümü faydasız ilimlerle mi zayi edeceğim?”
Bu sorularla uzun müddet cebelleşip işin içinden çıkamayınca hocası İmam Gazali’ye danışmaya karar verdi. Bir mektup yazarak faydasız ilim hakkındaki sorularını sordu ve nasihat istediğini belirtti. Ayrıca hocasından dua da talep etti. Talebe, İmam Gazali’nin İhya-u Ulumi’d-Din adlı eserini okumuştu ve o eserde hem ilim yolcularına nasihatler, hem faydalı, faydasız ilimler hem de nefis terbiyesi üzerine teferruatlı bilgiler vardı, bunu biliyordu. Fakat o, tüm bu bilgilerin özel olarak bir özetini rica etmişti. İmam Gazali ise mektup eline ulaşınca cevap niteliğinde bir risale kaleme aldı.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Ey Kıymetli Oğul!
Bir kimseye en faydalı nasihat ve tavsiyeleri sadece peygamberler verir. Eğer bunu onlardan aldıysan bana ihtiyacın yoktur, fakat almadıysan o zaman da ben sana, “Bunca yıldır ilim ile uğraşıyorsun. Peki, ne elde ettin?” diye sorarım.
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Allah’ın bir kuldan yüz çevirdiğine dair kanıt, o kulun boş şeylerle uğraşıyor olmasıdır. Bir kimsenin ömrünün herhangi bir zamanını yaratılış gayesi dışında geçirmiş olması, onun kıyamet gününe kadar pişman olmasını gerektirir.” Anlayabilen için bu hadis kâfidir.
İlk söylenmesi gereken şey şudur ki bir kimseye tavsiyede bulunmak zor olmayan bir iştir. Asıl zor olan karşıdakinin bunu kabul etmesidir. Çünkü nasihat alıp bunu kabul etmek nefse zor gelir. “Ben duygusu” güçlü olan, dünya zevklerine dalmış kimseler bir şeyler öğrenir ama bunu uygulamaya koyamazlar. Üstüne bir de bu bilgilerin onları kurtaracağını zannederler. Hâlbuki amel edilmeyen ilim hakkında büyük uyarılar vardır. Hadislerde, sahip olduğu ilmin kendisine fayda sağlamadığı âlimin çok şiddetli bir azap göreceği söylenmiştir. Unutulmamalıdır ki kişiye ölümünden sonra dünyada söylenen süslü sözler, etkili nutuklar değil; ancak salih ibadetler ve amel ettiği ilim yardımcı olacaktır.
Ey Oğul!
Uygulanmayan hiçbir bilginin sana bir yardımı olamaz. Şunu düşün: Düşmana karşı yanında taşıdığın keskin, sağlam ve büyük kılıçların eğer onları kullanmazsan sana bir faydası olur mu? İlim de böyledir. Öğrendiğin binlerce meseleyi başkalarına öğretmiş olsan da kendin kullanmadığın sürece bir faydasını göremezsin. Yani gerçek ilim, amel etmektir. Burada şairin şu deyişi güzel bir örnektir: “Binlerce litre şarabı tartsan da içmediğin sürece sarhoş olamazsın.”
Ey Oğul!
İman dil ile söylenir, kalp ile onaylanır ve farz ibadetlerle amele dökülür. Bunlarla birlikte denir ki hayırlı işleri çokça yapmak da imandandır. Kişi cenneti Allah’ın ikramıyla kazanır, fakat kendisi Allah’ın ikramını celp edecek ameller işlemek durumundadır. Hayırlı işler cennetteki dereceleri arttırır.
Hadis-i şerifte, “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin, yaptığınız işler tartılmadan önce onları bir de siz tartın.” buyurulmuştur. Akıllı kişi, ölüm öncesi sürekli hayırlı işler yaparak çalışandır, ahmak kişi de bir şey yapmadan Allah’tan affedilmeyi ümit edendir.
Sana sormak isterim: Geceleri seni sabahlara kadar uykusuz bırakıp kitaplar ile uğraştıran, ilmi meseleler üzerine düşündüren şey nedir? Bunca fedakârlığı, öğrendiklerinle dünyevi kazanç elde etmek için yaptıysan kendine yazık etmişsin demektir. Tam tersine niyetin nefsini kötü huylardan arındırmak, Peygamberimizin emrettiği dini hakkıyla yaşamak ise kendine en hayırlı iyiliği etmişsin demektir.
İlim elde etmekte niyet ne kadar önemliyse uğraştığın ilim dalları da o kadar önemlidir. Kelam, astronomi, münazara yöntemleri, şiir, nahiv ve sarf yani cümle ve kelime bilgisi gibi ilimler öğreniyorsan zamanının çoğunu boşa harcamışsın demektir. Bunun yerine Allah Teâlâ’ya ibadetle O’nun emirlerini yerine getirmekle iştigal edersen zamanına bir değer katmış olursun.
İnsanlar dıştan görünen yüzlerini temizliyor da Allah’ın baktığı iç yüzlerini, kalplerini temizlemiyor. Uğraştığın ilimlere bak ve seni günah işlemekten alıkoyuyor mu, ahirette cennete yaklaştırıyor mu iyice araştır. Böyle değilse öğrendiğin bilgilerin hiçbir anlamı yoktur. Hemen bugünden seni ahirette kurtaracak ilme yaklaşmaya ve öğrendiklerinle amel etmeye, zayi ettiğin geçmişini telafi etmeye bak.
Kuş kafesi veya hayvan ahırı
Ey Oğul!
Ruhunla çabala, nefsinle yenil, bedeninle öl. Kurtuluş için vereceğin ilmi ve ameli gayret ruhunda gerçekleşecek, yenilgiyi tadacak olan ise sadece azgın nefsin olacaktır. Dünyevi yolculuğunun sonunda ise ölüm sadece bedenini bulacaktır. Ölüm sonrası gireceğin mezarda seni bekleyen melekler var, onlarla buluşmak için hazırlıklı olmalısın.
Hz. Ebubekir’in şu sözünü hatırla: “Bu bedenler ya bir kuş kafesi ya da bir hayvan ahırı gibidir.” Şimdi sor kendine, benim bedenim hangisi gibidir diye. Bedenin kafes ise yükseklere uçacak bir kuş barındırıyorsundur içinde. Ecelinin gelip Rabbine döneceğin gün cennetin ulu makamlarına kanatlanacaksın demektir.
Şayet bir ahırsa bedenin, azgın hayvanların barınağı olduğun anlamına gelir. Vaktin tükendiğinde ise dünyanın neresinde geziniyor olursan ol, cehennem çukurlarından bir çukura yuvalanacaksın demektir. Öyle bir cehennem ki içine düşenler cennetliklere, “Ne olur, sudan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da bizim üzerimize akıtın.” diyecekler. Bu hazin akıbetten Allah’a sığınmalı!
Teheccüd namazının önemi
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Abdullah bin Ömer hakkında ne demişti? “O ne iyi adamdır keşke gece namazlarını da kılsa!” İşte bu, kişi sahabenin büyüklerinden de olsa birçok iyi ameli de bulunsa gecelerin ihyasının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
Allah Teâlâ, Peygamber Efendimize İsra Suresi 79. ayet-i kerimede “Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus bir ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl…” diye buyurmuştur. Yani teheccüd namazı Efendimize farz iken biz müminlere ise en faziletli nafile bir ibadet olarak bahşedilmiştir. Uykunun en tatlı yerinde sırf Allah’a ibadet etmek için yatağından kalkan kimsenin fazileti büyük olur. Bütün geceyi uykuda geçiren gafiller ise yataklarından sersemlemiş olarak kalkarlar. Hem dua etme, hem zikretme, hem de affedilme fırsatını kaçırmış olarak gündüzlerini geçirirler.
Lokman Hekim oğluna şöyle bir öğüt veriyor: “Ey oğulcağızım, seher vakitlerinde uyuyarak, öten horozu kendinden akıllı kılmayasın.” Akıl sahiplerine bu nasihat kâfi gelir.
İlimlerin özü
Ey Oğul!
İlimlerin özü Allah’a itaat edip ibadet etmenin ve O’nun tüm emirlerini yerine getirmenin manasını hakkıyla bilmektir. İbadet etmek sadece farzları yerine getirmek demek değil; söylemlerinde ve fiillerinde tamamen Allah’ın ve Peygamberinin hukukunu gözetmek demektir. Bu halde yapacağın her işte söyleyeceğin her sözde koyulan yasaklara uymakla yükümlüsün. Örneğin; Kurban Bayramı’nın birinci günü oruç tutarak ibadet ettiğini zannedersin ama aslında o gün oruç tutmak caiz olmadığı için günah işlemiş olursun.
Allah ve Resulünün emirlerine uymayan bir işi her yaptığında doğru yoldan bir adım daha saparsın. Nefsin sınırı olmayan arzularına uymak kalbin ölmesine yol açar. O halde yapman gereken, dinin kurallarını bilip ona göre yaşamak ve bir söz söylemeden veya bir iş yapmadan evvel bu, Allah’ın rızasına uygun mu acaba diye düşünmektir. Aksi takdirde diline geleni söyleyen ağız, şehvetle kaynamış bir kalp sahibinin kötü bir sona sürüklendiğinin göstergesidir.
Bu seviye, tasavvuftaki marifet seviyesidir ve bunları sana kelimelerle, cümlelerle anlatmam olanaksızdır. Çünkü bunlar sadece tecrübe edinerek öğrenilebilir. Hiç şeker yememiş biri onun tadını bilebilir mi? Şekeri tatman lazım ki ne olduğunu bilesin. İşte mektubunda bana sorduğun nefsin dizginlendiği, kalbin nurlandığı makamlar ancak tecrübe edilerek anlaşılabilir.
Sorduğun sorulardan cevap verilebilecek olanları ise açıklamaya gayret edeceğim.
Hakikat yolcusuna söylenecekler
Hakikate doğru yol alma gayretinde olanlara şu dört şeyi tavsiye ederiz:
- Dinin emirleri dışında herhangi bir bidatin karışmadığı, sarsılmaz bir imana sahip olmak
- Tekrarını bir daha asla yapmamaya söz verip tüm günahlara içten bir tövbe etmek
- Az veya çok hakkına girdiğin kim varsa helallik almak ve onları razı etmek. Kul hakkı hakikat yolculuğuna çıkacak olanlar için büyük bir yüktür.
- Allah Teâlâ’nın emrettiklerini yapabilecek kadar fıkıh öğrenmek ve ahirette cehennemden kurtaracak ilimleri yeter miktarda bilmek
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir hadis-i şerifi var ki işin özünü ortaya koymaktadır: “Kendisinde ikamet edeceğin kadar dünya ve kendisinde baki kalacağın kadar ahiret için çalış. Kendisine olan ihtiyacın kadar Allah’a ibadet et, cehennem ateşine dayanabileceğin kadar günah işle.”
Bu hadisi iyice öğrenir, mahiyetine vakıf olursan çeşit çeşit kitapları, değişik konuları, karmaşık mevzuları öğrenmeye lüzum kalmaz.
Şakik el-Belhi, talebesi Hatem el-Esamm’a, “Otuz senedir benden ders alıyorsun. Bunca yıldır ne öğrendin?” diye sordu. Allah ikisinden de razı olsun, Hatem, hocasına öyle bir cevap verdi ki durup üzerinde düşünmeye değer. O, sekiz mesele öğrendiğini ve bu sekiz meselenin ona hayli yeteceğini söyledi. Bu sekiz mesele şöyledir:
Birincisi; Hatem insanlara bakıp herkesin bir sevgilisi olduğunu görmüş. Fakat bu sevgililerin hiçbiri mezarda onlara eşlik etmiyor, diye düşünmüş. Hatem de hayırlı amelleri sevgilisi olarak belirlemiş ve böylece mezarda ona yardımcı olacak şeyi bulmuş.
İkincisi; insanlar nefislerinin hoşuna giden her şeyi yaparken Hatem bunun tam zıddını yapmış, nefsinin istediği hiçbir şeyi ona vermemiş. Neticede nefsi körelmiş ve Allah’ın emirlerine karşı istekli bir hale gelmiş.
Üçüncüsü; insanlar dünyevi kazançlar peşinde koşuyor, mal üzerine mal biriktiriyor ve başkalarına vermede cimri davranıyormuş. O ise kazandığını Allah’ı memnun etmek için sadaka olarak dağıtmış. Böyle yaparak terazinin kurulacağı o günde kendisine bir azık edinmiş.
Dördüncüsü; bazı insanlar çocuklarının sayılarıyla, kabilelerinin şerefleriyle gururlanıyorlarmış. Hatem ise bu boş şeylerin gururlanmaya değer olmadığını görmüş ve takva elbisesi giymenin izzet ve şerefe daha layık olduğunu anlamış.
Beşincisi; fark etmiş ki insanların çoğu başkalarındaki mal ve mevkii kıskanıyor ve arkalarından dedikodu yapıyor. O ise rızkın Allah tarafından pay edildiğini öğrenmiş ve böylece kimseyi fazla malından ya da yüksek mevkisinden dolayı kıskanmamış, dedikodusunu yapmamış.
Altıncısı; insanların farklı meselelerde birbirlerine düşmanlık ettiğini görmüş. Hatem de düşmanlık edilecek bir tek şeytanı bilmiş, onun dışında kimseye düşman gözüyle bakmamış.
Yedincisi; insanlar geçimlerini sağlamak için sınırsız bir hırsla çabalıyor, haram ve helal düşünmeden sadece para kazanmaya çalışıyor. Rızka Allah kefildir diyen Hatem, Allah’a ibadetle meşgul olup helal kazanç için sadece O’na yalvarmış. Böylece hırslarının kurbanı olmamış.
Sekizinci ve sonuncusu da her insan kendisi gibi yaratılmış olan başka bir şeye umut bağlamış; paraya, sanata, mesleğe veya başka bir insana... Hatem ise “Allah bana yeter, O ne güzel vekildir.” deyip tevekkül etmiş ve her işinde sadece Allah’a güvenmiş.
Şakik, talebesi olan Hatem’e Allah’ın indirdiği dört kitabı da okuduğunu ve bu sekiz meselenin dördünde de bulunduğunu söylemiş. Kim bunları yaparsa Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’an-ı Kerim’e uygun davranır, demiş.
Hakikat yolcusunun rehberi
Ey Oğul!
Sana hakikat yolcusunun ihtiyacı olanları anlatacağım. Bu yolda sana lazım olan en önemli şey sana rehberlik edecek, eğitim verip nefsini kötü huylardan arındıracak bir mürşittir. Allah Teâlâ da insanları uyarmaları için peygamberler göndermiş, Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem de kendisinden sonra insanlara rehberlik edecek halifelere işaret etmişti. Halife olmak için âlim olmak şarttır ama bu yeter sebep değildir.
Herkes hak yolunun rehberi olamaz. Bir rehberde aranan özellikler şunlardır; dünyadan yüz çevirmek, basiretli bir zattan eğitim almış olmak, nefsini dizginlemek, ibadeti çokça yapmak ve sadaka vermek. Aynı zamanda karakterinde alçak gönüllülük, sabır, yumuşak huyluluk, sözünde durma, doğru sözlülük ve ağırbaşlılık gibi erdemler olmalıdır. İşte böyle bir zatı bulduğunda hemen onun talebesi ol, seni eğitmesine izin ver. Maalesef ki böyle rehberler çok nadir bulunur öyle ki az bulunan değerli madenlere benzerler. Allah nasip eder de bulursan, ona saygıda kusur etme... Sana verdiği görevleri layıkıyla yerine getir, yorulsan da bıksan da içinden dahi olsa onun taleplerini asla reddetme.
Hakikat yolunda bir diğer ihtiyacın da kötü arkadaştan uzak durmaktır. Kötü arkadaş, gittiği yanlış yola seni de sürükler. En iyisi böylelerinden uzak durmaktır.
Son olarak her daim zenginlikten yüz çevirip fakirliğe meyletmen gerekir. Dünyanın aldatıcı zenginliklerinin seni oyalamasına izin verme ve seni ne kadar yıpratsa da nefsine ne kadar ağır gelse de fakirliği tercih et. Bu, gönlünün sadece Allah’a yönelmesindeki en önemli adımlardandır.
Nefis terbiyesi
Hakikat yolu, tasavvuf yoludur ve tasavvufun da kendine ait erkânları vardır. En temel olan iki şartı bilmen gerekir. Bunlar; Allah’a karşı dürüst olmak ve insanlara iyi davranmaktır.
Allah’a karşı dürüst olmak, O’nun emir ve isteklerini kendi arzularına tercih etmektir. Allah’ın konuştuğu her alanda nefsinin sesini kısmaktır. İnsanlara iyi davranmak ise Allah ve Resulünün bildirdiklerine aykırı olmadığı sürece onların taleplerini yerine getirmek, senden bir şey isteyene her zaman yardımcı olmaktır. Bu, nefse ağır gelen bir şeydir ama yapıldığı takdirde hakiki tasavvuf yolcusu olmuş olursun.
Kulluk, tevekkül ve ihlasa dair
Mektubunda benden cevabını istediğin sorulara da değinmek isterim. Bunlardan biri kulluğun mahiyeti ile ilgiliydi. Kulluğun ne olduğunun değil de nasıl kul olunur, onun cevabını verelim. İnsan şu üç şey ile Rahman’ın has kullarından olabilir:
- Birincisi, İslam kaidelerini korumak,
- İkincisi, kader ve kazaya inanarak Allah’ın takdirine razı olmak,
- Üçüncüsü, ömrünün sonuna kadar kendi istek ve arzularını tatmine değil; sadece Allah’ı razı etmek için çabalamak.
Sorduğun diğer soru tevekküldü. Tevekkül, Allah’ın sana en başta tayin ettiği ne varsa onun mutlaka başına geleceğine inanmandır. Tüm insanlar toplansa sana yazılanı değiştiremezler, ne öne ne de geriye alabilirler. Yine tüm insanlar birleşse istediğin ama sana yazılmayan bir şeyi gerçekleştiremezler. İşte tevekkülün manası bundan ibarettir.
İhlası da sormuştun. İhlas, her ne yapıyorsan onu Allah’ı razı etmek için yapmandır. Ne övgüler, ne de yergiler ihlaslı kulu etkileyemez, bu nedenle riya yani gösterişe asla kapılmaz. Riyanın temel sebebi, insanlara sahip oldukları değerden fazlasını vermektir. Bil ki onlar da Allah’ın kaderinden başkasını yapamayan varlıklardır. Eğer onları layık oldukları değerde görürsen yaptıklarınla insanları değil sadece Allah’ı memnun etmeye çalışırsın. İşte gerçek ihlas da budur.
Ey Oğul!
Bildiklerini uygularsan bilmediklerin de senin için bilinir olmaya başlar. Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Kim ki bildiklerini uygularsa Allah ona bilmediklerini de öğretir.” buyurmuştur.
Hak yolunda yürürken asla acele etme, her şeyi öğreneceğim diye inat da etme. Bir şey vakti geldiğinde bilinir olur, bunu asla unutma. “Size ayetlerimi göstereceğim. Acele etmeyin.” ayetini düşün. Hakikate yürünerek varılır ama bu yol kolay bir yol değildir. Öyle ki her durakta farklı şeylerle karşılaşır; uzun, dar ve yokuşlu patikalardan geçersin. Bu işte muvaffak olmak da en önce kendini feda etmekten geçer. Çünkü kendini vermeden asla hakikate varamazsın.
Sekiz nasihat
Ey Oğul!
Sana verebileceğim sekiz nasihatim var. İnşallah bunları dikkate alırsın, böylece öğrendiğin ilim ahirette senin lehine şahitlik eder. Bunlardan dört tanesi kaçınman gereken, dört tanesi de uygulaman gereken konularla ilgilidir.
Kaçınman gerekenler şöyledir:
- Ne olursa olsun kimseyle tartışmamaya çalış. Bir konuda doğrunun ortaya çıkması için tartışılması gerekebilir ama bunun kuralları vardır. En önemlisi eğer muhatabın hakkı söylüyorsa kabul etmek ve halkın önünde tartışmamaktır. Sırf yenilmemek için doğruyu gördüğün halde inkâr edersen bu sana büyük zarar verir. Ayrıca halkın önünde tartışmak haklı çıkma isteğini körükler, seni kabalaştırır ve aynı zamanda bilgisi zayıf olan insanların aklı bulanabilir.
Sana soru sorup münazaraya davet edenlerin asıl niyetlerini anlamaya çalışmalısın. En kolay yolu problemli soruları sorup sormadığına bakmaktır. Dinde gereği olmayan ve cevabını alan kimseye faydası olmayacak soruları sormak, o kişinin kalbinin hasta olduğunun, cehalet hastalığına yakalandığının göstergesidir. Kalbi hasta olanlar ise eğer tedaviyi kabul ederlerse ehil bir âlimin elinde iyileştirilebilir. Kabul etmiyorsa ondan uzak durmak, cevap vermemek gerekir.
Cehalet hastalığı dört çeşittir ve bunlardan sadece biri iyileştirilebilir. Birincisi; dine, âlimlere olan kıskançlığından ve kininden dolayı yerinde olmayan sorular sormaktır. Bu gibiler cevap vermeye layık değillerdir. İkincisi; ahmaklıktan kaynaklanan cehalettir. Bu gibiler kendi zorlandıkları soruların büyük âlimleri de zorlayacağını düşünür ve sürekli soru sorarlar. Bil ki evlat, ahmak olana verilecek en güzel cevap, cevap vermemektir. Üçüncüsü; bir şeyler öğrenmek isteyen ama var olan zekâsı fazlasına el vermeyen insandır. Bu insanlara seviyelerine göre yaklaşılır ve ancak alabileceği kadar bilgi verilir. Dördüncü ve tedavisi olan tek cehalet hastalığı ise kıskanç ve ahmak olmayan; zekâsı yeterli düzeyde olup sadece hakkı arayan cahildir. Bu insanlara cevap vermek gerekir hatta ilim tahsil eden kişiye bu gibi insanları eğitmek farzdır.
- Kaçınman gereken işlerden bir diğeri öğüt ve vaaz vermektir. Bildiklerini uygulamadan, okuduğunla amel etmeden asla kimseye öğüt vermemelisin. Şayet okuduğunu hayatına geçirirsen işte o zaman öğüt ve vaaz vermek senin hakkın olur. Öğüt verirken süslü ve abartılı sözler kullanma, kendinde olmayan yapmacık hareketlerde bulunma, vaazım beğenilsin gibi bir amaç asla taşıma. Kişilere ihtiyacı oldukları şeyleri söyle, ahireti, cezayı, ödülü, tövbeyi, mezara girince yapılacak sorgu, suali hatırlat. Hatırlat dedik çünkü vaazın asıl amacı hatırlatmaktır. Böylece kişi aslında bildiği ama dünya meşgalesinde unuttuğu gerçekleri gözünün önüne getirip kendine çeki düzen verebilir.
- Devlet idaresinde bulunan en küçüğünden en büyüğüne ne kadar amir, yönetici, memur varsa uzak durup içli dışlı olmamalısın. Onların sana yakınlığı, istedikleri işlerde sana fetva verdirmelerine zemin hazırlar. Oldu ki birlikte olmak zorunda kaldın o zaman da onları asla övme.
- Helal de olsa devlet yöneticilerinden hediye kabul etme. Eğer kabul edersen minnet altına girmiş olur, hatalarına dur diyemezsin. Ayrıca onların sana hürmetli davranması senin onları sevmene neden olur. İnsan sevdiğinin uzun ömürlü olmasını ister, hal böyle olunca sen de onlara dua edersin. Bu durumda da şayet zalimseler zalimin zulmünün uzun olmasına neden oluş olursun. Bir insanın dini ve ahireti için böyle bir durumdan daha kötü ne olabilir?
Buraya kadar kaçınman gereken işleri anlattık. Yapman gerekenler ise şöyle:
- Emrin altında bulunanların sana karşı nasıl muamele etmelerini istiyorsan sen de Allah’a karşı öyle muamele et. Hizmetçilerinin sözde efendisiyken hürmet, ikram bekliyorsun da asıl efendin olan Allah Teâlâ’ya layıkıyla hürmet ediyor musun?
- Kendine yapılmasını istediğin ne varsa başkalarına da aynısını yapmalısın. Kişi kendisi için istediğini, başkası için istemedikçe hakiki iman etmiş sayılmaz.
- Nefsini terbiye edeceğin, kalbini temizleyeceğin ahirette işine yarayacak ilimleri tahsil et. Bir haftalık ömrün kaldığını ve o bir haftada ahirete nasıl hazırlanacağını düşün. İşte tüm hayatını o bir hafta gibi yaşamalısın.
- Bir yıl tüketeceğin rızkından fazlasını depolama. Allah Resulü de bu kadar saklamıştır. Sen de rızkının yeterli olması, fazlasıyla seni oyalamaması için Allah’a dua et.
Ey Oğul!
Mektubun da benden talep ettiklerini açıklamaya çalıştım. Bundan sonra sen de yazılanları uygulamaya, elinden geldiğince ahiret öncelikli ilim ve amelle ömrünü sürdürmeye gayret et. Bana da dualarında yer vermeyi unutma.
Sonuç
900 yıl önce kaleme alınan bu küçük çaplı eser, halen güncelliğini korumakta ve ilim yolcularına rehberlik etmektedir. Bunun sebebi ise tarihin hangi devrinde ya da dünyanın hangi bölgesinde yaşanırsa yaşansın insan tabiatındaki bazı şeylerin hiç değişmediği gerçeğidir. Ayrıca bu metnin ömrünü ilime ve öğretmeye adamış bir isim tarafından kaleme alınması da onu kalıcı yapan başka bir etkendir.
Talebesinin ahirette kurtuluşu sağlayacak ilimle ilgili sorduğu sorulara İmam Gazali, sade ve anlaşılır bir üslupla hazırlanan, ayet ve hadislerle desteklenen bir metin kaleme almıştır. Hem yapmasını tavsiye ettiği şeyleri hem de yapmaması gerekenleri belirterek onu karşılaşabileceği her duruma hazırlamak istemiştir.
Ey Oğul, günümüz talebe ve gençlerinin de kesinlikle okuması ve hayatında uygulamaya koyması gereken çok kıymetli bir eserdir. İlim öğrenmenin amacından saptırıldığı, ilmin edebinin kalmadığı ve okumuş olmanın amel etmeyi gerektirmediği inancının yaygınlaştırıldığı bu çağda “Ey Oğul!” hitabına muhatap olunması gerekiyor.
S.N. Elif Alsaran
Yeni yorum ekle