Ebu'l Hasen en-Nedvi ile yapılan son röportaj

Müceddid âlim, İslâm ve Müslümanların iftiharı: Ebu’l-Hasen Ali el-Hasenî en-Nedvî (1)

Nesebi Efendimiz Hasen bin Alî’ye (r.a) ulaşır. Bu Ümmet’in mühim şahsiyetleriyle bir araya geldi, onlardan faydalandı ve faydalı oldu. H.1381’de tayîn olunduğu Nedvetu’l-`Ulemâ’nın2 Genel Sekreterliği’ne hayâtının sonuna kadar devâm etti. Çeşitli cem`iyyet ve merkezlerin, mahallî ve uluslararası hey´etlerin kuruluşuna iştirâk etti. Râbitatu’l-Edebi’l- İslâmî’yi3 (İslâmî Edebiyât Birliği) kurdu ve başkanı seçildi. Hayâtı da`vet ve İslâm’a hizmet ile doludur. Hâtıralarının bir kısmını “Fî Mesîrati’l-Hayât” : Hayâtın Seyrinde” kitâbında anlattı. Onunla ilgili pek çok şey yazıldı. Onun hakkında Şeyh `Alî et-Tantâvî’nin4 – rahimehu’llâh- sözü yeterlidir herhâlde: “Ümmet’in sâlih `âlimleri ve ihlâslı da`vetçilerinden bir ferddir.” Çeşitli te´lîfleri vardır. Çokça tasnîf yapanlardandır. En bârizi: Mâzâ Hasira’l-`Âlem bi İnhitâti’l-Müslimîn? (Müslümânların Çöküşüyle Dünyâ Neler Kaybetti?”5 Pek çok eseri diğer dünyâ dillerine terceme edildi.

23 Ramazan 1420 H. senesi Cuma Günü vefât etti. Allâh O’na rahmet etsin ve en hayırlı mükâfâtıyla mükâfâtlandırsın.

Bu mülâkat

Bu mülâkatı, Üstâz Hasen `Alî Dibâ, Şeyh’in Devha’ya son ziyâretinde gerçekleştirdi. 1419 H. senesinde Uluslararası Kur’ân-ı Kerîm Yarışması çerçevesinde verilen İslâmî  Şahsiyet ödülünü almak için Dubai’ye gelmişti. (Bu mülâkat) iki bölüm halinde “el- Muctema` Dergisi”nde yayınlandı: Sayı: 1338, 30.10.1419 H., sh: 50-51 ve Sayı: 1339, 7.11.1419 H., sh: 54-55.

Şeyh, bundan yaklaşık bir sene sonra vefât etti. Ben bunun onunla yapılmış son mülâkat olduğunu te´kîd edemedim. Fakat bu târîhten sonra onunla yapılmış başka bir mülâkata da vâkıf olamadım. Vallâhu a`lem.

`Allâme en-Nedvî –rahimehu’llâh- bu mülâkatta: Da`vet çalışması yöntemlerinin beyânı yanında, onları en fazla etkileyen şeyler, Nedvetu’l-`Ulemâ, İslâmi cemâ`atler, İslâmî çalışmanın vahdeti, İslâm ve yönetim mes´elesi ve Dünyâ barışından.. bahsetti.

Şübhesiz bu derin bir `ilmin, uzun deneyimlerin, çeşitli tecrübelerin olgunlaştırdığı evrensel İslâmî bir şahsiyetle yapılmış bir mülâkattır.

O’nunla yapılan mülâkatın takdîminde konuşmacı diyor ki: Ebu’l-Hasen en-Nedvî şimdiki `asrın en büyük İslâm mütefekkirlerinden biridir. Onun eğitimi nesillere büyük bir rûh aşıladı. Bu rûh, geçmişin hâdiselerini okuyarak, şimdiki zamânın fikirlerini şekillendirmekte, doğruya götüren bir şu`urla yenileyerek doldurmakta, bu Ümmet’i uyandırıp, önderliğe geçirmekte ve vâkı`aya meylettirmemektedir.

Ebu’l-Hasen’in bütün te´lîflerinde nesilleri terbiye edici fikirler mevcûddur. Arabça, Urduca ve ayrıca Batı dillerinde yazmıştır.. Bütün halkı Allâh’ın rızâsına teslîm olmaya çağırmıştır: “Sen öndersin. Senin gidişinle dünyâ kaybetti. Haydi dünyânın önderliğine hazırlan..” O’nun “Müslümânların Çöküşüyle Dünyâ Neler Kaybetti?” kitâbı târîhin mü´min gözüyle okunması yoluyla İslâmî şahsiyetin yeniden inşâsı için yazılmıştır.

Bu dünyâya hükmedenler, da`vet ve fikirde yöntem, ´asrımızda İslâmî terbiye mes´eleleri, fikir sorunları, insânın vazîfesi ve hikâyesi, değişim mes´eleleri, İslâmcılar ve yönetim, Sirhindî’ye göre Hind tecrübesi, barış mes´eleleri, İsrâîl’in sapkın dini ve diğerleri (konuşmanın mevzularıdır).

*Mülâkatın metni

İlk Hocaları

Soru: Her ilmî yolculuğun durakları vardır, meselâ zât-ı âlinizin yolculuğu, çağdaş nesli harekete geçirmektedir . Şahsiyetinizde kuvvetli izler bırakan en önemli hocalarınız kimlerdir?

Cevap: İlk hocam, Arab dili ve edebiyâtını kendisinden öğrendiğim Şeyh Halîl bin Muhammed el-Huseyn el-Yemânî’dir.6 Köklü ve derin bir meleke ve zevk sâhibiydi. Öyle ki onun yanında Arab edebiyâtının zevkine varılırdı. Zevk çoğaldıkça, insân Arab edebiyatının tadına doyamaz hâle gelirdi. Tıpkı iştâh açıcı bir yemekten duyulan zevk gibi. Mu`allimlerin en ustalarındandı: Arab edebiyâtının canlı, verimli ve öndegelen bir temsilcisidir.. Üstadların en başarılılarındandı. Arapça kültürümü ona borçluyum.

Sonra, Allâme Dr. Seyyid Takiyyu’d-Dîn Hilâlî el-Merâkeşî’den7 faydalandım. Ülkemize gelmişti. Nedvetu’l-`Ulemâ’ya hoca olarak tayîn olundu. Senelerce kaldı. Önceden bilmediğimiz kitâbların mütâlaasını bize gösterdi. Hemzesiz okunan kelimelerde huccet kabul edilen bir adamdı. Beyân (ilminin) emîriydi. Emîr Şekîb Arslan ve Allâme es-Seyyid Raşîd Rizâ, bir araya geldiklerinde, bir kelimede, o Arabî asıllı bir kelime midir yoksa (dışarıdan) mı girmiştir, diye ihtilâf ettikleri zaman, Şeyh Takî Hilâlî’nin hakemliğine başvururlardı.. Bu Emîr Şekîb Arslan’ın “es-Seyyid Raşîd Ridâ ev İhâun Erbâ`ine Sene” (Seyyid Raşîd Ridâ Veya Kırk Senelik Kardeşlik” kitâbında tasrîh edilmiştir. Kitabın  notunda: Bu kelimede Dr. Takî Hilâlî’ye mürâca`at ederdik.. O böylece hükmederdi, (deniyor).

Su´âl: Davet ve fikir sahasında (konuşalım): Gidişâtınızda ve da`vet fikrinizde etkileri olan en mühim hocalar kimlerdi?

Cevâb: En çok etkilendiğim (kişi), Allâh’a da`vetin imâmı Şeyh Muhammed İlyâs el- Kandehlevî’nin8 oğlu Muhammed Yûsuf el-Kandehlevî’dir.9 Hayâtu’s-Sahâbe kitâbının sâhibidir. Bu adam sanki Allâh tarafından vazîfelendirilmişti. Risâlet yoluyla veya vahy ile olduğunu söylemiyorum. Fakat bu işi Allâh ona nasîb etmişti. Bu fikir ona güzel  gösterilmişti, öyle ki bu fikirle bütünleşti. Halkla doğrudan temâs yoluyla ilişki kurmaya da`vet etti. Da`vetini halka yönelterek dikkatini ona çevirdi. Eksenini Allâh Tebâreke ve Te`âlâ’nın risâletine, İslâm için, Şerî`atı ve ahkâmı için çalışmaya döndürdü. Bu da’vet sadece Hindistân’da değil Asya şehirlerinde de yayıldı. Sonra Avrupa ve Amerika’ya intikal etti. Bu da`vet hâlâ devâm etmektedir. Bu (da`vet) çoğu da’vetten te´sîr ve netîce verme i`tibâriyle daha üstündür.

Dâru’l-`Ulûm ve Nedvetu’l-`Ulemâ’nın yöntemi

Su´âl: Şimdi Dâru’l-`Ulûm ve Nedvetu’l-`Ulemâ’nın yöntemine geçebiliriz. Ya`nî, fazîletli Şeyh Ebu’l-Hasen en-Nedvî’nin da`vet ve fikirdeki yöntemi. Onun felsefesini ve yapısını soruyoruz.

Cevâb: Nedvetu’l-`Ulemâ’nın yöntemi, sâlih kadîm ile fâydalı yeninin birleştirilmesidir. Nedvetu’l-Ulema, Öğretim-eğitim yöntemlerinin taşlaşmış, donuklaşmış bir sınırda durmadığı  inancındadır.  Aksine  yöntem  `asrın  te´sîrlerine  ve  ihtiyâclarına  boyun  eğer.

`Asrın ihtiyâcına icâbet eder. İslâm’ın risâletini teblîğ eder. Bu ilke üzere dîni yeni nesiller arasında neşreder. Efendimiz İmâm `Alî bin Ebî Tâlib’in –radıya’llâhu `anhu- izindedir: “رسوله و اهلل يُكذب ان اتريدون .عقوهلم قدر على الناس كلموا”:  İnsânlara,  akıllarınca  konuşunuz.  Yoksa  Allâh  ve Rasûlü’nün yalanlanmasını ister misiniz?”10  Nedvetu’l-`Ulemâ, yeni nesillerin; delilleri ve `ilmî ‘unsûrlarıyla anlayacakları, kaldırabilecekleri bir dille iknâ ilkesi üzerine kurulmuştur. Ki yeni nesil, İslâm’ın ebedî ve her `asırda önderliğe elverişli bir dîn olduğuna yakîni güçlenip, iknâ` olsun.

Husûsan Arab dînî medreseleri, Hindistân yarımadasındaki benzerleri gibi donuklaşmıştır. Eski çalışma yöntemlerine şiddetle ve hırsla sarılmak sanki Şer`î bir ilke olmuştur! Bu yüzden Nedvetu’l-`Ulemâ’nın kurucuları Hıristiyân misyonerleriyle, çağdaş üniversitelerden mezûn olanlarla karşı karşıya gelmişlerdir. Onların kişilik, fikir ve (bir fikri) kabûl yöntemlerinin; modern eğitimin, modern edebiyatın ve müsteşriklerin kitâblarının te´sîriyle değiştiğini farketmişlerdi. O hâlde eski ile yeniyi birleştirmek  gerekiyordu. Asıl  olan eskiydi, fakat onu yeni neslin `aklınca ve seviyesince ifâde etmek, yeniden anlaşılır kılmak ve ona iknâ` etmek gerekiyordu.

Davet çalışması yöntemleri

Soru: Hayırlı işlere rağmen, burada bu yöntemler arasında, da`vet çalışması ve İslâmî fikir yönteminden kaynaklanan ihtilâf var. Sizin Nedvetu’l-`Ulemâ’daki yönteminiz ile Üstâz Ebi’l-A’lâ el-Mevdûdî’nin değişim hareketi ve da`vet fıkhı konusundaki yöntemi farklılık gösteriyor. Bize bunu açıklamanız mümkün mü?

Cevâb: Burada ilkesel bir ihtilâf yok, ancak uslûbta, takdîm ve te´hîrde ve tercîhte ihtilâf var.. Zirâ Üstâz Mevdûdî’nin da`vet uslûbunda siyâsî yön baskındır. O İslâm’ı siyâsî olarak yorumluyordu. Bu tabî`î bir şeydir, onu kınamıyoruz. Fakat İslâm’ın bütün nesiller için, bütün zamân dilimleri için elverişli, her toplum için, her asır için ebedi bir dîn olduğunun anlaşılması gerekmektedir.. Bunda usûlü’d-dînin hükmünün cârî olması gerekmektedir: Allâh’a îmân etmek, âhirete îmân etmek, Allâh Tebâreke ve Te`âlâ’nın rızâsı uğrunda ictihâd etmek, Rasûlü’nün –salla’llâhu `aleyhi ve sellem- Sünneti ile `amel etmek, esâsın bu olması gerekir... İktidarı kurmanın önünde. Oysa İslâmî yönetimin ikâmesi, ikinci aşamadır. “et- Tefsîru’s-Siyâsî li’l-İslâm: İslâm’ın Siyâsî Yorumu”11 başlıklı kitâbım bütünüyle bunu şerh etmek içindir. Aslen `Arab diliyle yazılmıştır. Bu bakışı oradan ödünç aldım. İslâm’ın yorumunun siyâsî ıstılâhlara, sadece siyâsî hedeflere boyun eğdirilmesi uygun değildir.

Çünki Kitâb muhkemdir, sâbittir, ebedîdir, bütün insanlık için `ûmûmîdir. Burada esâs, Allâh Tebâreke ve Te`âlâ’nın rızâsıdır, ahkâmını icrâ etmek, onunla `amel etmek ve Rasûlü’nün –salla’llâhu `aleyhi ve sellem- ahkâmıyla amel etmektir. Yönetim ve  siyâsî kuvvet bunun netîcesi olarak gelir. Yönetim ve siyâsî kuvvet ilk ve esâs hedef değildir.

`Aksine ilk ve esâs hedef: Allâh Tebâreke ve Te`âlâ’ya ve Rasûlü’ne itâattır.

Su´âl: Fakat İslâm Ümmeti’nin vazîfesi ve hedefi var, o da Allâh’ın dînini yeryüzünde hâkim kılmak ve İslâmî yönetimi ikâme etmek. Bu hedef, terbiyevi anlayışa uyulduğunda gecikmez mi?

Cevâb: Biraz gecikir, zarârı yok. Ancak daha sâbit ve derin olur. Şübhesiz ki herşey vaktinde gelirse, derin ve sâbit olur. “Allâh’ın dînini hâkim kılmak” emri  için,  Allâh  Tebâreke ve Te`âlâ’ya boyun eğmek, emirlerine sarılmak, emirlerini üstün tutmak, Kitâb ve Sünnet’in sâbiteleri aslî ilkesi üzere olmak vb. gerekir.

Su´âl: Bu yönteme en yakın yöntem olarak, İhvânu’l-Muslimin Cemâ`ati’nin Ümmet’in İslami terbiyesini değişim yöntemi olarak aldıkları yöntem, kabul edilebilir mi?

Cevâb: Evet.. Biz onları eskiden beri takdîr ediyoruz. Biz yüzde yüz müttefikiz, demiyorum. Fakat ben İhvânu’l-Müslimîn’i tanıdığımdan, çok takdîr ediyorum. İmâm Hasen el-Bennâ’nın “Müzekkirâtu’d-Da`ve ve’d-Dâ`iyye: Da`vâ ve Da`vetçi’nin Hâtıraları”13 kitâbının mukaddimesini ben yazdım. Cemâ`at’ın kurucusu Şeyh Hasen el- Bennâ ile karşılaşamadım. Ancak ben Mısır’da arkadaşları ve talebeleriyle karşılaştım, onlarla bir müddet yaşadım. Buradaki çalışmalarım ve öğrendiklerim ışığında, “Urîdu en Etehaddese ile’l-İhvân: İhvân’a Konuşmak İstiyorum” kitâbımı yazdım.14 Bu kitâbta saygı, takdîr, tasdîk ve hayranlıkla birlikte, bir takım mülâhazalar var.. Fakat mülâhazalar, bir kardeşin kardeşlerine dair mülâhazaları, bir dostun bir dostuna olan mülâhazaları kabilindendir.

et-Teblîğ ve’d-Da’vet’in yöntemi

Su´âl: Burada Hindistân’dan çıkan et-Teblîğ ve’d-Da’ve Cemâ`ati’nin yöntem ve araçlarını nasıl görüyorsunuz?

Cevâb: Bu gerçekten, teşekkür edilecek bir çalışma. Burada olması gereken bir kısım şeyler, gençlerin ve yeni yetişen eğitimlilerin güçlerini ve kendilerini  tanımaları anlayışlarına, ölçülerine ve fikrî üslublarına önem vermeleridir. Yaptıkları çalışmanın sahih i’tikad ve farzlarla amel etmek ile sınırlı olması ile akılları bilgilendirmek, gençleri ve yeni nesilleri öğrenim görmüş kültürlülerin tesirine karşı ve önderliğe hazırlamak, işte bu onların habersiz olduğu şeydir.

Su´âl: Allâh’a da’vet sâhasında Ümmet cehd ediyor. Cemâ`atler ortaya çıkıyor, her cemâ`atin çizdiği İslâmî değişim yöntemi var.. Size göre, emsal olacak değişim yöntemi nedir?

Cevâb: O, dîni; sahîh, aslî ve geniş bir şekilde, bu asra uygun bir anlayışla fehmedecek yeni bir nesil inşâ etmek, `akli bilgilendirmeyle, akli ve İslami kişiliği inşâ ile başlar. Şu anda tesirli olan, dışarıdan gelen tehlikeli etkenlerden ve Avrupa’nın askerî hareketlerinden habersiz değiliz. Ondan habersiz olmamamız, aksine bu saldırılara dikkat ederek, kendimizi ayarlamamız gerekir. Şu anda bu etkenlerin akılları, gençleri ve önderleri şekillendirdiğine inanıyoruz.

İslâmî terbiyenin şekli

Su´âl: Onlarca senedir, `asrın değişimi ışığında, İslâmî terbiyenin önderliğini yapıyorsunuz: Günümüzdeki İslâmî terbiyenin çehresini nasıl görüyorsunuz? Doğrudan elde ettiği gelişimin seyrini devâm ettirecek mi, yoksa başka bir şekil mi alacak.

Cevâb: Burada, terbiyede çeşitli etkenler var. Meselâ, öğrencinin hocasıyla bağı, sanki onunla birlikte yolculuğa çıkmış ve onunla günlerini geçiriyormuşçasına olmalıdır. Böylece hocasının îmânını ve vazîfelerini nasıl koruduğunu görür.. Öğrenciyle hocası arasındaki bağ sadece kitâb ve eğitim bağı değildir. Aksine eski zamanda olduğu gibi, öğrencilerin hocalarıyla daimî ve doğrudan bir bağ kurması, fâyda ve imkân itîbariyle daha etkilidir. Öğrenciler vakitlerini hocalarıyla geçirip, onlara hizmet için beraber yolculuk yaptıklarında, hocalarının nasıl namaz kıldıklarını, nasıl Kur’ân okuduklarını, kırâ´etin, `ibâdetin ve `ilimlerinin nasıl etkilediğini görürler.

Su´âl: Şimdi bunun nizâmî medreselerde olması mümkün mü?

Cevâb: Burada gayret ve zekâ olduğunda, bunun gerçekleşmesi mümkündür.. Öğrencinin hocasıyla bağının medreseyle sınırlı ve kayıtlı olmaması gerekir.. Bu bağın şimdiki öğrenci-hoca ilişkisinden daha geniş olması gerekir.

Su´âl: Geçmişte anne babalar, çocuklarını Hıristiyanlaştırıyorlardı veya Mecûsîleştiriyorlardı ya da Yahudileştiriyorlardı veyahut Müslümânlaştırıyorlardı. Bugün ise başka etkenler var. Meselâ televizyon ve diğer şeylerin rolü anne-babanın rolüne yaklaşıyor… Yeni neslin bu yeni terbiye ile buluşması nasıl mümkün olacak?

Cevâb: Medreselerdeki hocaların, etkili, irâdeli; gençlerin ve küçüklerin psikolojisini bilmeleri gerekmektedir. Yeni nesillerin yöntemlerine dair ve onları İslâmî bir kalıpla şekillendirmeye hırslı olmaları gerekmektedir. Sadece üniversitelerdeki hocalarından aldıkları diplomalarına güvenmemelidirler. Bilakis gençlerin dîn ile `amelî iletişimleri esnâsında, dinin ilke ve hedefleriyle ne kadar iknâ` oldukları da mülahaza olunmalıdır. Bir  de öğrencilerin çalışmalarının ve ahlâklarının fiilî imtihandan geçirilmesi zorunlu hâle getirilmeli. Selefte olduğu gibi, dünyalık konusunda zâhidliğin de olması gerekir. Çünkü hocalar onların önderidir. Ve onlar sulûk (ahlâkî arınma yolu) ve îmânın, ilmin ve araştırmanın en üstün numûnesidirler. Ama bugün, üniversitedeki bir hocanın öğrenciyle ilişkisi zordur ve ders saatleri ile sınırlıdır.

Su´âl: Dünyâ Müslümânların çöküşüyle çok şey kaybetti. Bu meşhur kitabınızda ileri sürdüğünüz görüşlerle herkesçe ma’lûm birçok kuşak yetişti.. Kitabınızın üzerinden otuz yıldan daha fazla zaman geçtikten sonra durumu nasıl görüyorsunuz: Dünyâ Müslümânların çöküşüyle neleri kaybetti?

Cevâb: Doğrusunu söylemek gerekirse, bütün kültürlü kimselerde hâkim olan fikir, Müslümânların sadece oyuncu olduğudur. Burada Müslümânlarla istişâre  edilmeden, onların görüşleri ve eğilimleri bilinmeden tamamlanan bir tiyatro var, uluslararası bir  tiyatro, Müslümânlar da orada, kendi rollerini oyuncular (aktör) gibi oynuyorlar.

Ancak ben bu fikri değiştirdim. Târîhi değiştirdim. Belki de benim bu konuda, Allâhu Te`âlâ’nın yardımıyla, biraz önceliğim oldu. Müslümanlar aktör değildir, `aksine onlar etkendirler (faktör). Tiyatroyu şekillendirenler onlardır, bütün dünyâ tiyatrosunu şekillendirmeye güç yetirecekler de onlardır. Onlar bu tiyatroda, satrançtaki bir taşı temsil edemezler. `Aksine Müslümânlar hâdiseleri şekillendirdiler. Onlar şekillendiricidir, onlara şekil verilemez.. Müslümânlar işte böyle olmalıdır.. Ne zaman ki Müslümânların elinden önderlik ipi kayboldu, dünyâ başıboş kaldı. Toplumlar ve halklar çobansız bir sürüye dönüştü.

Bu kitâb işlevini başarıyla yerine getirdi. Eksikliği varsa da, Müslümânı taklîdçi, tâbi` olan oyunculuktan, mahkûm ve me´mûr bulunduğu merkezden şekillendiren, etken olan, kalıba döken ve sonuçları değiştiren bir konuma getirdi. Yeni bir nesli müjdeledi. Müslümânlar insânlık dünyâsının önderleri iken, insânlığın yiğitleri iken dünyâ doğru bir yolda yürüyordu. Müslümanlar ne zamân ki dünyâ önderliklerinden `azledildiler, toplumlar çobansız bir sürüye dönüştü. Entrika anlayışına hayır

Su´âl: Bu târîhî bakış mühim: Müslümânlara fesâd tertîbleri (entrikalar) dayatılıyor, diyenlerin anlayışına ne diyorsunuz? Buna göre de şu andaki `âcizliklerini, etrâfını kuşatan entrikalarla açıklıyorlar. Bu durumun başka bir yorumuna da girmiyorlar. Onlar, Ümmet’e hürriyet bahşedilmez, ancak onu tamâmen elde etmek için, onun yolunda bütün çaba ve gayretin sarfedilmesi anlayışındalar?

Cevâb: Doğrusu Müslümânlar çok yönlü bir eksikliğe düçâr olmuşlardır, geri çekilme ve hezîmet neticesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Şimdilerde, elde ettikleri hürriyetten faydalanıp ona merhaba demeye başladılar. Bunu da hayâtın kalıba dökülmesinde ve şekillenmesinde dünyânın bir etkisi olmaksızın elde ettiler. Yine gelecek kaygısının şekillendirmeleri de yoktur.. O hâlde ilk ve en büyük vazîfe, Müslümânların fikirlerinin ve `aklî seviyelerinin, öğrencilikten, tâbilikten ve kaybolmuşluktan önderliğe yükseltilmesidir.

Su´âl: Bu anlayışa ulaşmanın keyfiyeti hakkında konuşalım: Müslümânlar iki fikir arasındadırlar: Bir fikir duruma, burada uluslararası entrikalar var ve bundan kurtulmak imkânsızdır, şeklinde bakıyor. `İlmî yöndeki bütün eksikliklerinin sebebini buna bağlıyorlar. Fakat diğer fikir ise, etrafı kuşatan entrikaları temel almayı/kalkış noktası yapmayı çalışmaya engel olarak görüyor. Müslümanlara düşen vazîfe, önderlikteki haklarını elde etmek ve bunun için olanca güçleriyle çalışmak ve bunu ziyâdeleştirmektir.

Cevâb: Ben bu son anlayışa katılıyorum. Entrika fikrine ise, katılmıyorum.

Su´âl: Hindistân’da yeni bir Endülüs tablosu ortaya çıkıyor. Çünkü bazı İslâmî şehirlerin isimleri değiştirildi, buna bağlı başka tezahürler de bilinmekte.. Size göre, Müslümânların Hindistân’da, gelecekte alacağı şekil nedir? Muhtemelen bu şekil tekrarlanacak mı? Demek istiyorum ki: Müslümânlara saldırı var, başka bölgelerde de, meselâ Bosna-Hersek, Çeçenistan’dan ve çağdaş trajediler olan diğer yerlere kadar. “İnsânlık risaleti”ni taşımalarından dolayı Müslümânlar bunlara karşı direnebilir mi?

Cevâb: Müslümânların şerefli bir hayâta ve onlara lâyık olan bir hayata dönmelerinin tek yolu, rasûllerin halefleri gibi, dünyâyı islâha me´mûr olanlar gibi, onlara düşen ülkelerdeki mevcûd boşlukları doldurmaktır. Bu boşluk, sahîh, ihlâslı ve Allâhu Te`âlâ’ya haşyet duyan, insanlığa saygılı önderliktir. Bunun için ba`zı kardeşlerimiz, ki ben de bu cümledenim, bu insânlık risâletini taşımak üzere ortaya çıktı.. Bu boşluğu doldurmak, insânların kişiliğindeki insânlık saygısını haber vermek ve diriltmek için ayağa kalktık. Şimdi insânlığın küçük düşürülmesinin derecesi o kadar büyümüştür ki, Hindistân’da istenilen mikdârda çeyizi getirmiyorlar diye, gelinleri bile yakabiliyorlar.. “Daily” gibi bazı ulusal gazetelerde, “Dehli”de, istenilen çeyizleri getirmemeleri, kıymetsiz bir çeyiz ve az bir zînet eşyâsıyla gelmeleri sebebiyle her oniki saatte bir gelinlerin yakıldığı yazılıyor.. Şimdi Müslümânların önünde tek bir yol var: O da ayağa kalkmaları ve bu boşluğu doldurmalarıdır, önderlik boşluğunu. Diyânetlerinden, mezheblerinin çokluğundan sarf-ı nazarla insânlığa saygıyı insanlarda diriltmeleridir. Ya`nî: İnsâna insân olduğu için saygı duyulmalı. Eğer bu gerçekleşirse, Müslümânlar önderlik makâmına yerleşirler. Ve onlar sevgi ve saygıyı kazanırlar.

Su´âl: Müslümânların insânlık risâleti bir soykırım planı ile karşı karşıya iken bu mümkün mü? Müslümânlar başka bir Endülüs ile yüzyüze değiller mi?

Cevâb: Evet.. Onlara göre Müslümânları ortadan kaldırma planları vardır.. Ancak bu planlara, bu yolla mukâvemet edilir.. Çünkü insân ne kadar bozulsa, ne kadar alçalsa, ne kadar nefsî ve ahlâkî hastalıklara mübtelâ olsa, yine de onda güzel bir yön vardır. İnsânın iğrendiği, diyânetin menfûr gördüğü hizbî ırkçılığa da varsalar, her hâl û kârda ihlâsın kıymetini, kurbân olmanın kıymetini takdir edip bilecektir. Kimin onun için kurbân  olduğunu takdîr edecektir. Müslümânlar Allâhu Te`âlâ’nın izniyle şahsî maslahâtlarını, hizbî maslahâtlarını kurbân edebilirlerse, insânlığın maslahâtını tercîh etmeyi bu maslahâtların üstüne çıkarırlarsa, şübhesiz Allâh Tebârake ve Te`âlâ halkların gönlündeki bu boş yere onları oturtarak muzaffer edecektir.. Ve onları takdîr edecek ve yüceltecektir.

Su´âl: Değişim hakkındaki görüşünüzde görünen o ki, netîce elde etmek için mukâvemetten uzak durmak. Müslümânların haklarını bu şekilde almaları mümkün mü?

Cevâb: Evet…Ben buna meylediyorum.

İslâm ve şiddet

Su´âl: Çoğu düşmânlar İslâm’la savaşmak için, Müslümânlara tuzak-düzen kurmak için şiddetle savaş adı altında birleşiyorlar. Bu manzarayı nasıl görüyorsunuz?

Cevâb: Şiddetin açıklanması ve sınırlarının olması gerekir.. Şiddet, mutlak bir şekilde ne inkâr edilir, ne de övülür. Şiddet: Bu tabî`i bir şeydir. Ancak onun sınırları olması gerekir. Eğer bu sınırlar olmazsa şiddete dâir hüküm verilemez. Şiddet her alanda, her `akîdede, her medeniyette ve şeyde vardır.

Su`âl: Belki de toplumlarda değişimi ihdâs etmek için silâhlanmayı yol edinen ba`zı İslâmî cemâ`atler için bu sınırların çizilmesi gerekir?

Cevâb: İmkân nisbetinde bundan vazgeçilmeli. Çünkü sayısal nisbet -meselâ Hindistân’da- Müslümânlar ile Hindûlar arasındaki mesâfe çoktur, Müslümânlar şiddete sığınsalar -silâh taşısalar, Hindûlar sayıca çok olduğundan onlara gâlib gelirler. Şu anda ihlâs, insânlığa saygı ve herkes için hayrı istemekten başka yol yoktur.

Su`âl: Batı’da Müslümânın adı şiddetle birlikte anılmaktadır.. Kökten dincilerle savaşmak adı altında İslâm’la savaşıyorlar ve Müslümânlara baskı yapıyorlar.. Bu konuda Müslümânlara nasıl bir tavsiyede bulunursunuz?

Cevâb: Bu Avrupa’nın ve İslâm düşmânlarının propagandasıdır. Ben Müslümânlara İslâm `akîdesinde ve Allâh Tebârake ve Te`âlâ’ya ihlâsda derinleşmelerini, bütün insânlık için hayrı istemelerini tavsiye ediyorum.. İnsânlığın geleceği için gayret etmek, insânî şeref için gayret etmek, işte yolu açacak ve engelleri ortadan kaldıracak budur.. Müslümânlar târîh sürecinde hep bunu yaptılar.

İslâmî cemâatlerin vahdeti

Su`âl: Bu `asırda, bu dîn için çalışan İslâmî cemâ`atler çoğalmıştır.. Bu cemâ`atlere karşı duruşunuz nedir? Zât-ı `âlinizin bunlardan ba`zısı ile ilişkisi olması, onların içinden sahîh bir yönelişi mümkün kılar mı?

Cevâb: Biz onlara sahîh mustakîm yolu gösteriyoruz. Onlara mülâhazalarımızı belirtiyoruz, onlar da değerlendiriyorlar. Hindistân’daki İslâmî cemâ`atler arasında herhangi bir rekabet yoktur. `Arab ülkelerindekine gelince, bana mürâca`ât edilen mes’elelerle nâdiren karşılaşıyorum. O durumda görüşümü belirtiyorum. Ama Hindistân kıt`asına gelince oradaki bütün İslâmî cemâ`atlerle ilişkilerimiz güzeldir.. Bütün bu cemâ`atlerle de yardımlaşma içerisindeyiz.

Su´âl: Size göre bu vahdetin gerçekleşmesi için bir fırsat var mı veya bu İslâmî cemâ`atler arasında yoğun bir çaba ile ve çokça güç sarfetmekle ve onu sahîh bir yönelişe doğru çevirmekle bir intizâm sağlanabilir mi?

Cevâb: Evet… Eğer burada etkili, ihlâslı ve güvenilir kişiler olursa, onların da şahsî ya da cemâ`î hedefleri/talebleri olmazsa, bunda ümîdliyim.

Su´âl: Ba`zı cemâ`atler, ıslâhât ve değişimleri yöneticinin yapmasını istiyorlar. Yöneticiyi beğenmiyorlar. Ve sonu gelmeyen tartışmalar uzayıp gidiyor, iki taraf arasında kavga devâm ediyor. Bu manzara ne zamana kadar sürecek.

Cevâb: Bütün bunlar için düzenlenmiş kâ`ideler yok… Bu `akl-ı selîme, selîm fıtrata ve ihlâsa, kurtuluşu hedeflemeye dayanmaktadır. Bu amacı gerçekleştirecek herhangi bir yol olabilir.

Su`âl: İslâmî ülkelerdeki Müslümân gençlerin siyâsî fa`âliyetlere katılmasının şekli nedir?

Cevâb: Bu gençlerin Kitâb ve Sünnet ışığında, (İslâmî) önderlerin târîhinin ışığında, yine çağdaş tecrübeler ışığında terbiyesine ve onların takip edecekleri yöntemi izah etmeye bağlıdır.

Müslümân gencin siyâsî katılımının İslâmî sınırlar içerisinde olması gerekir. İslâm’ın izin verdiği ve İslâm’ın da’vet ettiği çerçeveler içerisinde olmalıdır.. Siyâsete çalışmalı ve onu icrâ etmeliler, fakat İslâmî sınırları aşmamalılar.

Su`âl: Peki bu İslâmî sınırlar nedir ve onların yöneticilerle olan ilişkileri ne olmalıdır?

Cevâb: Belki bu sınırların çizilmesi mümkündür. Bu alanda çalışan `âlimler tarafından ta`yîn edilmesi mümkündür.

İslâmcılar ve yönetim

Su´âl: Şimdi ba`zı İslâmcılar yönetim hırsıyla (iktidar peşinde) olmakla suçlanmaktadır.. Ba`zı İslâmcıların yönetime tâlib/hırslı olmalarının İslâmî da`vete zarar verdiği görüşünde olanlar var. Siz ne diyorsunuz?

Cevâb: Bu konuda benden yayılmış, çokça nakledilen bir söz vardır. O da: Bana göre, iktidâr sâhiblerine îmânı ulaştırma çabası, doğrudan îmân sâhiblerini iktidâra ulaştırma çabasından daha efdaldir. İslâmî da`vet sâhibleri kendilerini ve bedenlerini iktidâr koltuğuna ulaştırmakla uğraşacaklarına, gayret etsinler, çalışsınlar îmânı, îmânî şu`ûru ve îmânî gayreti iktidâr sâhiblerine ulaştırsınlar.. Onlar İslâm’ı korurlar, İslâm’ı benimserler, İslâm’ı savunurlar.. İslâmî da`vet sâhibleri, iktidâra gelmek, yönetimi ele geçirmek, yönetimi işğal etmek yerine, yöneticileri İslâm’a yardım etmeye ve onu korumaya sevketmek ve hâzır hâle getirmeye çalışmalılar.

Su`âl: Peki bu yol geçmişte ve çağdaş târîh sürecinde fâideli olabildi mi? Ya`nî dikkate alınabilecek canlı bir tecrübe var mı?

Cevab: Evet… Fâideli olmuştur. İkinci binin müceddidi Şeyh Ahmed es-Sirhindî15 muhteşem bir misâldir. Hindistân’ın en büyük imparatoru Sultân Celâle’d-Dîn Ekber16 dönemini yaşamıştır. (Ekber Şah) siyâsî ve şahsî sebeblerle Îrân’dan gelmişti. Bu İmparator, gerçekten zekice hazırladığı entrikalar netîcesinde, Brahmanların kendisine yardım  etmemesi durumunda Moğol iktidârının Hind kıt`asında kalamayacağına kanâ`at getirmişti. Bundan dolayı kendisi tarafsızlığa yöneldi. Hiçbir dînin tarafîrliğini yapmadı, hiçbir dîni de tercîh etmedi. Öte yandan da Brahmanizmi siyâsî, dînî ve kültürel olarak destekleyip yayıyordu. Dînlerin birliği fikrini ortaya attı. Müslümânların bütün ayrıcalıklarını kaldırdı. Hattâ ineğin kesilmesini bile yasakladı. Bir insân ineği keserse kendisi  öldürülüyordu. Domuz etini mübâh kıldı.”İslâm’da Fikir ve Da`vet Erleri”17 kitâbımda (Urduca 4. cildde,`Arabca 3. cilde) açıkladığım diğer şeyler buna eklenebilir. Şeyh Ahmed es-Sirhindî yöneticileri, yönetimi istemediğine, yönetim kendisine sunulsa bile kabul etmeyeceğine, rü´yâsında görse bile ondan korktuğuna iknâ` etmişti. Başlarında İmparator olmak üzere Müslümanların yönetmesini istediğini, ancak İslâm Şerî`atına saygıda kusûr edilmemesini, Müslümânların  Şerî`at  ahkâmıyla  özgürce  `amel  edebilmelerini  ve  dînî  hürriyetlerinin bahşedilmesini istedi. Burada aslâ herhangi bir çatışma yoktu. İmparatorluk erkânına ve vezîrlerine gidiyor ve mektuplaşıyordu. Bunun sonucunda da herhangi bir çatışma ortaya çıkmadı.

Sultân Celâleddin Ekber’in oğlu Cihângîr18 geldiğinde, Şeyh es-Sirhindî’ye saygıda kusûr etmedi. Ba`zı siyâsî gezilerinde Şeyh’in kendisine yoldaşlık etmesini istedi ve onun ba`zı öğretilerinden de etkilendi. Ondan sonra gelen Tâc Mahal’in bânîsi Cancihan (Şâh Cihân)19 dîn bakımından öncekinden daha güzel biriydi. Ondan sonra gelen Âramziye Bâramgîr (Evrengzib Âlemgîr) 20 ki, büyük edebiyâtçı-târîhçilerden biri olan arkadaşımız Üstâz `Ali et-Tantâvî, onun hakkında, Raşîd Halîfeler’den biri olarak kabul edilmelidir, diyor.

İşte bütün bunlar, Şeyh es-Sirhindî’nin çarpışmanın önünü alması ve ondan kaçınması hikmetinin bir netîcesiydi. Sadece, bolca nasîhat ediyor, onlarla mektûblaşıyor ve devlet erkânıyla ilişkide bulunuyordu. Onlarda İslâmî gayreti teşvik ediyor  ve  harekete  geçiriyordu. Tedrîcen bunu başardı.. Bununla beraber tedrîcilikle büyük bir başarı elde etti.

Su´âl: Şeyh es-Sirhindî’nin bu zengin tecrübesinin çağdaş yöneticilerle birlikte gerçekleşmesini mümkün görüyor musunuz? Ayrıca uluslararası baskıların oluşturduğu uluslarası devletler ortamının, yöneten ile yönetilen arasındaki ilişki tarzında yeni bir etkiye tahammül edebileceğini düşünüyor musunuz?

Cevâb: Bu mümkün. Müslümânların bunda başarıya ulaşabilmesi mümkün.

Su´âl: Değişim `ameliyesi `âdetâ İslâmî da`vet sâhibleri arasındaki bir kısım ihtilâflarla bağlantılı. Onlardan bazıları da`vette mu`ayyen bir yöntemi seçerler. En büyük maslahâtı gerçekleştirmek yolunda bazı hurâfe ve bid`atlere göz yumarlar. Ba`zıları ise bunu görmezden gelmez. Size göre bu mes´elenin çehresi ve çözümü nasıl gözüküyor?

Cevâb: Ben, hikmetle ve yumuşaklıkla olması şartıyla bid’atlarden, hurâfelerden ve benzerlerinden nehyetmeyi ehemmiyetli görüyorum.

Su´âl: Ba`zıları Afgan cihâdının semeresinin şimdiki durumda ortadan kalkmış olarak görüyor.. Sizin görüşünüz nedir?

Cevâb: Bana gelince, bunu sarahaten söyleyemesem de, bende öyle görüyorum. Fakat ben yine de bunda mütereddidim.

Barış çağrıları

Su`âl: Dünyâ barışından çokça söz ediliyor. Hâssaten son günlerde.. Bir barış akımı var.. İsrâîl ´Arab devletleriyle beraber barış mes´elesini (gündeme) getiriyor.. İsrâîl düşmânı bu barış çağrısında ciddi mi sizce?

Cevab: Dünyâ barışını hiç kimse inkâr etmiyor. Fakat ona çağıranlar samîmî olurlarsa, herhangi bir topluluğun ve siyâsî gâyenin tarafgîrliğini yapmaksızın tarafsız olurlarsa, şübhesiz güven ve saygı kazanırlar. Ama İsrâîl, bütün İslâm `Âlemi’ne karşı en büyük tehlikedir. Çünkü o, çok ince ve korkunç bir plana sâhib. Elbette İsrâîl, dünyâyı yönetmenin ve dünyâda tasarruf etmenin sadece kendi hakları olduğuna, dünyâyı İsrâîl kalıbıyla şekillendirmeye inanan sapık bir dîne mensûb.. Onlar halkların ahlâkını ifsâd etmek için romanlar yoluyla, edebiyât yoluyla, tiyatro yoluyla, radyo yoluyla ve daha değişik vesîlelerle tahrîkte bulunuyorlar.. Ve bugün Amerika’nın güvenini kazanmış durumdalar. Burada, Amerika ile İsrâîl arasında bir yardımlaşma var. Çünkü ikisinin de hedefleri birdir.

18 Selîm Cihângîr Şâh (1569-1627), 4. Bâbür hükümdârı, Ekber Şâh’ın oğludur. 1605’de tahta geçince babasının Müslümanlara karşı uyguladığı ağır baskıyı kaldırdı. Ancak Şiîlerin ve hasetçilerin iftirâlarına aldanarak, İmâm-ı Rabbânî hapsettirdi. İki yıl sonra hatâsını anlayıp hapisten çıkardı. İmâm Rabbânî’nin Cihangir Şaha yazdığı mektuplar, Mektûbât isimli eserinde mevcûddur. Şâh’ın, Tüzük-i Cihângîrî ismi ile yazdığı hâtırâtı, kıymetli bir eserdir.

Amerika kendi konumunda ve İsrâîl de kendi konumunda, her ikisi de ancak sadece İslâm’dan sakındırıyorlar. Çünkü İslâm evrensel bir da`vetdir. Çünkü ilkesel ve ahlâkî bir mes´eledir.. Komünizmin Rusya’da çökmesinden sonra onların korkabilecekleri bir tehlike  ve İslâm’dan başka büyük bir hesâblaşmaları kalmamıştır.

İşte İsrâîl ve Amerika’nın buluştukları nokta budur.. Ve onlar şimdi Müslümanları ma`nevî, ahlâki ve i`tikâdî yönden ortadan kaldırmak için planlarını uygulamaktadırlar. Çünki onlar İslâm’dan korkuyorlar.

Kaynak: www.dunyabizim.com

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.