Her insanın öncelikleri vardır hayatında önem sırasına göre dizdiği. Kiminin işi, kiminin ailesi, kiminin de hayatının merkezine koyduğu davası etrafında geçer ömrü. O davası uğruna yaşar onun uğruna savaşır. Sadıktır davasına ve geçici ömründe yalnız onunla dertlenir. O yüce davası diğer her şeyi malayâni kılar gözünde. O yüce hakikat karşısında ne önemi vardır ki diğer şeylerin?
Böyle dava yürekli insanlar tanıdım ben. Abdullah b. Zeyd gibi meselâ. Hani Resûlullah ümmeti nasıl namaza çağıracağız deyince yüreğine dert etmişti de bunu, yemeden içmeden kesilmişti. Aklını ve kalbini yalnız onunla meşgul etmiş, yalnız İslâm'ın bu derdiyle dertlenmişti. Allah her daim kendi davasıyla dertleneni müşerref kılar. Bu sayede ezanın öğretildiği yedi sahabeden biri kıldı onu da. Hatta ilkiydi. İsmini ''sahibü'l-ezan'' seçti Allah. Ne kutsal bir isim, iki cihanda da unutulmayacak kadar...
Abdullah b. Zeyd'in şahsiyetinden ve hayatından öğreneceğimiz çok şey var belki ama hayatının en çok bu yönünden dersler çıkardım nefsime. Sahi en son ne zaman böylesine kutsal bir davayı dert edindim, ne zaman kendi telaşlarımın önüne geçirdim? Kendi meselelerimle öyle çok meşguldüm ki çoğu zaman düşünmedim bile. Belki de o kadar yürek vermedim, ondan sebep Abdullah gibi olamadım ben. Olamadık!
Şu geçici hayat ağacımızda bir meyve yeşertemedik İslam adına. Belki de en lezzetli ve asla çürümeyecek bir meyve olacağını bile bile... Hâlbuki o meyve hatrına tüm meyveleri bereketli kılacaktı Allah. Tıpkı O'nun derdiyle dertlenenin bütün dertlerini satın aldığı gibi.
Bizler Abdullah değiliz. Çünkü Onun sahiplendiği gibi sahiplenemiyoruz biz. İşimizin, ailemizin ve bütün mâsivânın önüne geçiremiyoruz bu davayı. Ondandır böyle bereketsiz hayatlar yaşamamız, hayattan lezzet alamamamız.
Sanki hiç eşref-i mahlûkat olarak yaratılmamış gibi kendi değerimizi aşağıların en aşağısına çekiyoruz. Birer hayvan gibi hiçbir gayemiz olmadan bize verilen hayatı yaşıyor ve ölüyoruz. Bize ebedilik kazandıracak adımlar atmadığımızdan fani oluyor adımız. Yoksa kim dava yürekli Abdullahlara fani demeye cürret edebilir ki? İsimlerini silinmemecesine arşa kazdırmışken hem de!
Her ne kadar bizim açımızdan durum böyleyse de büsbütün karamsar değilim asla. Hâlâ içimizde Abdullahların olduğuna dair umudum var. Onlar da Kudüs davasıyla gülmeyi kendine yasak eden Selahaddin'in torunları. Selahaddin'in bıraktığı kutlu davayı omuzlamış ve tüm varlıklarıyla savunuyorlar. Zaten bir canları var onu da Allah'ın davası uğruna feda etmekten bir an olsun çekinmiyorlar. İnanıyorum ki Selahaddin'i muzaffer kıldığı gibi onları da muzaffer kılacak Allah. Abdullah b. Zeyd’i şereflendirdiği gibi şereflendirecek onları da. İslâm'ın sancağını onların omuzlarında göklere çekecek. Ve İnanıyorum ki içimizde Abdullahlar var oldukça bu dava hiç bitmeyecek...
Yeni yorum ekle