Ayşe KARAKOÇ –
Bir liderde olması gereken özelliklerin, en üstün hâliyle kendisinde toplandığı mükemmel insan Hz. Muhammed (sas), cesaretiyle müminlere önder olmuş, müşriklerin de yüreklerine korku doldurmuştur. Allah’tan başka hiçbir güçten korkmadan, tüm baskı ve kısıtlamalara rağmen hiçbir zorluğa yenilmeden, yine doğru bildiğine doğru diyebilmiş, yine emrolunduğu gibi dosdoğru, cesur bir lider olmuştur.
İçinde bulunduğu sisteme, dinî inançlara, yanlış olan tüm yaşantılara, yok edilmeye mahkûm batıl olan her şeye karşı, dimdik ayakta durabilmek, cesaret değildir de nedir?
O öyle bir liderdir ki, kararlıdır. Elindeki imkânları en üst seviyede kullanmayı bilmiştir. O öyle bir liderdir ki, sabırlıdır. Müminler, Allah’ın da yanlarında olduğunu bilip, o Nebi’nin yanında kendilerini güvende hissetmişlerdir. Savaşın en kızgın olduğu anlarda O’na sığınmışlar, başları dara düşünce O’nunla korunmuşlardır. O, ümmetini maddî manevî tüm kötülüklerden koruyan, bela geçirmez bir kalkandır.
Nasıl ki O’nu yetiştirip terbiye edecek bir anne ve baba kalmadığında, O’nun terbiye edicisi Allah Celle ise, savaş tekniği de O’na öğreten yine o en güzel terbiye edici olan Rabbi’dir. Katıldığı savaşlarda uyguladığı bir taktiği, hiçbir zaman tekrar uygulamamış, düşmanlarını her seferinde bu şekilde şaşırtmayı başarmıştır. Sezdirmeden hareket etmeyi bilmiş, sağlam haber kaynakları edinmeyi ihmal etmemiştir. Başkalarını savaşa sürüp onları geriden kumanda eden kimselere asla benzememiştir.
Çok sayıda tehlikeli durum ve bela ile karşılaşmış, fakat herhangi bir zayıflık ve korkaklık göstermemiştir. Dara düştüğü anda sonsuz bir tevekkül ile Rabbine sığınmış, dua ve ibadetle yalnız O’ndan yardım dilemiştir. Sabır, irade ve imanla, savaştaki maddî imkânsızlıkları aşmayı başarabilmiştir.
Bazen bir insana, hatta herhangi bir canlıya baktığında, dünyanın en sıcak ve en merhametli bakışının o bakış olduğunu bildiğimiz Efendimiz (sas), savaş meydanında ise en ön safta, bir kaya gibi metanetli; ümmetini koruyan, düşmanlarının yüreklerine korku salan bir aslan gibi, bir Bedir Aslanı gibi şecaatlidir. Nitekim yiğitliği ile tanığımız ve Allah’ın kılıcı olarak benimsediğimiz Hz. Ali (ra), “Bedir Savaşı bütün hızı ile devam ederken en cesurumuzun O olduğunu gördüm.” diyerek O’nun savaş meydanındaki cesaretini bize bildirmektedir.
Her şey bitti diye düşünüldüğü anda, O, ümmetini bir arada tutmayı başarabilmiş, ‘Allah için kalkın ve savaşın’ diyerek birlik ve beraberliği sağlamıştır. Uhud savaşında dişi kırılıp, okla yaralandığı halde, birliği sağlamak için elinden geleni yapmaya devam etmiştir. Bu savaşta öyle bir hadise gerçekleşmiştir ki düşmanı O’nun için “ Eğer bütün insanlar O’na saldırsalar yine de O’nu yenemezler.” diyerek O’nun yenilmezliğini ortaya koymuş, fakat bu düşman Ubey b. Halef, Allah’ın elçisini öldürmeye çalışan bir zavallı olarak, hayata veda etmiştir. Hevazin Muhaberebesi’nde, İslâm ordusu, Huneyn geçidine geldiğinde düşman ordularının hücumuna uğramıştı. İslâm askerlerinin saldırıdan korunmak üzere siper aradıkları bir sırada, Peygamber Efendimiz (sas), dimdik ayakta, savunmaya devam etmiş, katırını düşmana doğru yönelterek İslâm askerlerine ‘Nereye kaçıyorsunuz? Ben Allah’ın Resûlü, Abdülmuttalib’in oğlu, Abdullah oğlu Muhammed’im.’ diyerek ordusunu toparlamış ve zafere ulaşmıştır. O’nu görenler şahitlik etmişlerdir ki, savaşın vahşi bir yangın gibi yayıldığı zaman bile O, bir adım gerilememiştir. O’nun yanında en ön safta savaşanlar, yiğit kişilerden sayılmış, düşmana da O’nun kadar yaklaşan bir kimseye rastlanmamıştır.
Efendimiz (sas) ve sahabelerin barış yanlısı oldukları ve istemedikleri halde savaşmak zorunda bırakılmaları söylenmeden geçilemeyecek bir gerçektir. Din tamamıyla Allah’ın oluncaya, kalpler duruluncaya ve fitne ortadan kalkıncaya kadar İslâm Devleti yoluna devam etmek mecburiyetindedir. Onlar, sırf ‘Rabbim Allah’ dedikleri için yurtlarından çıkarılan ve türlü işkencelerle şehit edilen insanlardır. Bu sebeple Allah onlara, kendilerine zulmeden zalimlere karşı savaşma izni vermiştir.
Şüphesiz ki cesaret tevekkülden gelir ve Allah’ın yanında olduğunu bilmek inancı, insana sonsuz bir güven ve rahatlık verir. Ki O; Allah’ın dostu, elçisi, dünyadaki halifesi, insanları kendisine çağıran davetçisidir. O’ndan daha cesur bir insan nasıl düşünülebilir? Ey, O’nun Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik eden ve doğru bildiğini söylemekten çekinen kimse; mevkiinden olma düşüncesinden ya da kaybedeceğin dünyalıkları düşünmekten artık sıyrıl ve bak gör ki dostun Allah ise O’ndan daha güvenilir bir dosta kim sahip olabilir? Ya da yardımcın O ise, sevin ki O ne güzel bir yardım edicidir. O’na güven ve bugün artık cesur olmanın sadece savaşta vuruşmaktan ibaret olmadığının bilinci ile cesur ol!
O’nun gibi,
Emrolunduğun gibi,
Dosdoğru bir cesur!…
Yeni yorum ekle