Oruç Tutmalı
Oruç; İslâm’ın dördüncü emridir.
İnsanın mânevî yönden gelişmesini sağlar.
Oruç tutan kimseyi kötü davranışlardan ve iffetsizlikten alıkor;
ve cehenneme girmesine engel olur.[1]
Allah Teâlâ, işte bu gibi özellikleri sebebiyle orucu hem Muhammed ümmetine hem ondan önceki ümmetlere farz kıldı.[2]
Orucun "sayılı günlerde" yani yılda bir defa ramazan ayında tutulmasını emretti. [3]
Oruç tutmanın sevabı
Namaz kılan, zekât veren ve haccedeni herkes görür. Fakat bir kimsenin oruç tuttuğunu sadece Allah bilir. Oruca riyâ ve gösteriş bulaşmadığı için, oruç tutan kimsenin Allah katında farklı bir yeri vardır.
Peygamber Efendimiz’in bildirdiğine göre Allah Teâlâ bu özel durumu şöyle açıklamıştır:
Oruç tutan kimse; yemesini, içmesini ve her türlü bedenî zevkini sadece benim rızâmı kazanmak için bırakır; bu sebeple onun ödülünü bizzat ben vereceğim.
Oruç tutan kimsenin çok sevindiği iki zaman vardır. Biri akşam iftar ettiği zaman, öteki de Rabbine kavuştuğu zaman.[4]
Orucun ve oruçlunun değerini şimdi de Resûl-i Ekrem Efendimizden dinleyelim:
Oruçlu bir ağzın kokusu, Allah yanında en güzel kokudan daha değerlidir.
Sevap olduğuna inanarak ve karşılığını Allah'tan bekleyerek ramazan orucunu tutan kimsenin geçmiş günahları bağışlanır.[5]
Allah Teâlâ, kendi rızâsı için oruç tutanı, cehennem ateşinden yetmiş yıl uzaklaştırır.[6]
Cennetin sekiz kapısı vardır. Namaz kılanlar, kıyamet gününde cennete namaz kapısından; cihad edenler cihad kapısından, sadaka verenler sadaka kapısından gireceklerdir.
Bu sekiz kapıdan birinin adı Reyyân’dır. O kapıdan sadece oruç tutanlar girecektir.
Mahşer yerinde bir ara “Oruç tutanlar nerede?” diye seslenilecek. Oruç tutanlar yerlerinden doğrulacak. Onlar cennete girince bu kapı kapanacak; artık oradan kimse girmeyecek. Reyyân kapısından girenler bir daha susuzluk çekmeyecek.[7]
Sahâbîlerden biri, Peygamber Efendimizden, kendisine fayda verecek bir ibadet tavsiye etmesini istedi. Resûl-i Ekrem ona “Oruç tutmanı tavsiye ederim. Onun gibisi yoktur” buyurdu.[8]
Böylece orucun gösterişten uzak, ihlâs ve samimiyetle yapılan müstesnâ bir ibadet olduğuna işaret buyurdu.
Ramazan ayının değeri
Şimdi yine Sevgili Efendimizi dinleyelim:
Ramazan ayının daha ilk gecesinde cennetin bütün kapıları ardına kadar açılır; cehennemin kapıları birer birer kapanır; azgın şeytanlar bağlanıp tesirsiz hale getirilir.[9]
Oruç tutan kimse, büyük günahlardan sakınırsa, iki ramazan arasında yaptığı günahları affedilir.[10]
“Bin aydan daha hayırlı olan kadir gecesi" bu aydadır.[11]
Ramazan ayını oruçla geçiren, bir de her ay üç gün oruç tutan kimseye bütün yıl oruç tutmuş gibi sevap verilir.[12] Çünkü iyiliklere on katı sevap verilecektir.
Bir İbadete ve iyiliğe on katı sevap verileceğini Allah Teâlâ da belirtmiştir.[13]
Ramazan ayı Kur’an ayıdır. Peygamber Efendimiz ramazanın her gecesinde Cebrâil aleyhisselâm ile buluşur ve o güne kadar inen Kur’an âyetlerini karşılıklı olarak birbirlerine okurlardı.[14]
Allah’ın Resûlü her zaman cömertti; ama Cebrâil aleyhisselâm ile çokça buluştuğu bu ayda, esen rüzgârdan daha cömert olurdu.[15]
Oruçlu nasıl olmalı
Oruçlunun sadece midesi değil, dili de oruç tutmalıdır.
Bunu Peygamber Efendimiz şöyle anlatmıştır:
Oruçlunun ağzından kesinlikle kötü söz çıkmamalı,
kimseyle kavga etmemeli,
yalan söylemekten, boş ve mânasız konuşmaktan kaçınmalıdır.
Eğer biri ona hakaret etmeye kalkarsa, “Ben oruçluyum” deyip geçmelidir.[16]
Hem oruç tutup hem yalan söyleyenin, yalan dolanla iş yapanın, yemeyi içmeyi bırakmasına Allah Teâlâ hiç değer vermeyecektir.[17]
Orucu oruç gibi tutmayanların eline, aç susuz kalmaktan başka bir şey geçmeyecektedir.[18]
Sahur ve iftar vakitleri
Ramazan ayının her ânı değerli olmakla beraber bu ayda özel zamanlar vardır.
Bu zamanlardan biri sahur, diğeri iftar vaktidir.
Sahur vakti hakkında Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Sahur yapınız, çünkü sahurda bolluk bereket vardır.”[19]
Bizim orucumuzla Ehl-i kitab’ın orucunu birbirinden ayıran en önemli fark sahur yemeğidir.[20]
Peygamber Efendimiz iftar vaktine de önem verilmesini istemiş; iftar saati girdiği anda oruç açmayı tembih ederek şöyle buyurmuştur:
“Müslümanlar, oruç açmakta acele ettikleri sürece hayır içinde yaşarlar.”[21]
Kadir gecesi
Ramazan ayı içinde en değerli zaman dilimi Kadir gecesidir.
Allah Teâlâ, “kutlu bir gece” olduğunu haber verdiği[22] Kadir gecesinin önemini özel bir sûre ile, Kadir Sûresi ile belirtmiş, ve:
Kur'ân-ı Kerîm’i Kadir gecesinde indirdiğini,
Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı olduğunu,
o gecede sabaha kadar Allah’ın izniyle meleklerin ve Cebrâil’in yeryüzüne indiğini,
o gece yeryüzüne barış ve esenliğin hâkim olduğunu haber vermiştir.[23]
Resûl-i Ekrem Efendimiz de şu gerçekleri bize bildirmiştir:
Bu mübarek geceyi, “faziletine inanarak,
karşılığını Allah’tan bekleyerek değerlendiren kişinin geçmiş günahları bağışlanır.[24]
Kadir gecesini ramazan ayının son on günündeki tekli gecelerde,[25]
hatta ramazanın yirmi yedinci gecesinde aramalıdır.[26]
Kadir gecesinin sabahında güneşin, iyice yükselinceye kadar, ziyâı ay gibi sönük olur.[27]
Bir adam Resûl-i Ekrem’e gelerek yaşlı ve hasta olduğunu, geceleyin namaz kılamadığını, fakat kadir gecesinde ibadet etmeyi arzu ettiğini belirterek o geceyi kendisine söylemesini istedi; Peygamber Efendimiz de ona, ramazanın yirmi yedinci gecesinde ibadet etmesini tavsiye etti.[28]
Bununla beraber Efendimiz, ashâbına, kadir gecesini ramazanın yirmi dokuzuncu, yirmi yedinci, yirmi beşinci gecelerinde aramalarını da söyledi.[29]
Kadir gecesi nasıl dua etmeli
Bir gün Hz. Âişe, Allah’ın elçisine Kadir gecesine rastlarsa nasıl dua etmesi gerektiğini sordu.
Peygamber Efendimiz de ona şöyle dua etmesini söyledi:
“Allahım!
Sen affedicisin,
affetmeyi seversin,
İ’tikâfa çekilmek
Sevgili Peygamberimiz ramazan ayının son on gününde dünya işlerini bırakır, Mescid-i Nebevî’ye çekilir, sadece ibadetle meşgul olurdu.
Ailesini de bu gecelerde ibadet etmeleri için uyandırırdı.
itikâf denen bu ibadet sırasında Peygamber Efendimiz namaz kılar, Kur’an okur ve tefekkürle meşgul olurdu.
Vefâtından sonra da eşleri itikâfa çekilmeye devam etti.[31]
Terâvih Namazı
Ramazan ayının oruçtan sonra en belirgin ibadeti terâvih namazıdır.
Sahâbîler, Peygamber Efendimizin kendi başına teravih namazı kıldığını öğrenince, bu namazı kendilerine de kıldırmasını istediler. Hz. Peygamber onlara sadece üç defa terâvih namazı kıldırdı.
Bu olay şöyle oldu.
O yıl ramazan ayının çıkmasına yedi gün kalmıştı.
Her gece yatsı namazını kıldırdıktan sonra evine çekilen Peygamber Efendimiz, o gece mescitte kaldı ve ashâbına ilk defa terâvih namazı kıldırdı. Terâvih, gecenin üçte birine kadar devam etti.
Ertesi gün ağızdan ağıza Peygamber efendimizin terâvih namazı kıldırdığı haberi yayıldı. Sahâbîler mescitte toplandılar; fakat Efendimiz o akşam terâvih namazı kıldırmadı.
Ertesi gün yine terâvih namazı kıldırdı ve namaz gece yarısına kadar devam etti.
Bir sonraki gün yine kıldırmadı.
Nihayet ramazanın çıkmasına üç gün kala, eşlerine ve kızlarına da haber göndererek bütün gece devam eden bir terâvih daha kıldırdı. O gün Müslümanlar sahurlarını zor yapabildiler.
Sevgili Peygamberimiz terâvih namazının farz olabileceğini, bunun da Müslümanları zora sokacağını düşünerek bir daha terâvih kıldırmadı.[32]
Herkesin teravih namazını kendi evinde kılmasını tavsiye etti.
O günden sonra sahâbîler, hem Peygamber Efendimiz zamanında hem Hz. Ebû Bekir devrinde hem de Hz. Ömer’in hilâfetinin ilk yıllarında teravih namazını evlerinde kıldılar
Terâvih namazlarının câmide cemaatle kılınması âdeti, Hz. Ömer devrinde başladı.
Şevvâl Orucu
Resûl-i Ekrem Efendimiz, ramazan orucunu tutanların, ramazanın hemen ardından gelen şevvâl ayında altı gün daha oruç tutmalarını tavsiye etti. Böylece otuz beş veya otuz altı gün oruç tutmuş olacaklarını, her iyiliğe on misli karşılık verileceğine göre, bir yıl boyunca oruç tutmuş gibi sevap kazanacaklarını söyledi.[33]
[1] Buhârî, Savm, 2, 10; Nikâh 2, Tevhîd 35; Müslim, Sıyâm 162; Tirmizî, Savm 55, Îmân 8; Nesâî, Sıyâm 43; İbni Mâce, Fiten 12; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 257, 313, 402, 465, .
[4] Buhârî, Savm 2, 9, Libâs 78, Tevhîd 35, 50; Müslim, Sıyâm 161, 163-165; Tirmizî, Savm 55; Nesâî, Sıyâm 41, 42; İbni Mâce, Sıyâm 1.
[6] Buhârî, Cihâd 36; Müslim, Sıyâm 167, 168; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 3; Nesâî, Sıyâm 44, 45; Müslim, Sıyâm 34.
[8] Nesâî, Sıyâm 43; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 248, 249, 255, 257, 264; Elbânî, Sahîhu’t-Tergîb ve’t-terhîb, I, 580.
[12] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 263, 384, 513, V, 154, 363; İbn Hibbân, es-Sahîh (Arnaût), XIV, 498; Elbânî, Sahîhu’t-Tergîb ve’t-terhîb, I, 599
[16] Buhârî, Savm 2, 9; Müslim, Sıyâm 163-165; Ebû Dâvûd, Sıyâm 25; Tirmizî, Savm 55; Nesâî, Sıyâm 41, 42; İbni Mâce, Sıyâm 1.
[18] İbni Mâce, Sıyâm 21; Dârimî, Rikak 12; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 373; Elbânî, Sahîhu’t-Tergîb ve’t-terhîb, I, 625-626
[20] Müslim, Sıyâm 46; Ebû Dâvûd, Sıyâm 15; Tirmizî, Savm 17; Nesâî, Sıyâm 27; Dârimî, Savm 9; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 197, 202
[27] Müslim, Müsâfirîn 179; Ebû Dâvûd, Şehru ramazân 2; Tirmizî, Savm 72; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 406, 457, V, 130, 131, 324.