Ashâb-ı Suffe
Suffe, Mescid-i Nebevi'nin giriş kısmındaki duvarına bitişik, evleri ve kalabilecek yakınları olmayanlar için yapılan üstü hurma dallarıyla örtülmüş gölgeliğe denilmektedir.[1] Bugünkü Mescid-i Nebevi'de Cibril kapısından girildiğinde koridorun sağında yer alır ve mescid zemininden yarım metre kadar yükseklikte bir mahfil şeklinde korunmaktadır. Burada kalan ve çoğunluğu muhacirlerden oluşan topluluk “Ashâb-ı Suffe, Ehli Suffe veya Edyâfu’l-İslâm (İslam’ın misafirleri) diye isimlendirilmiştir.[2]
Suffe’nin Mescid-i Nebevi’nin inşası ile birlikte mi yoksa daha sonra ihtiyaç olunca mı yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Muhammed Hamidullah, Mescid-i Nebevi’nin planında kıblenin değişmesiyle ortaya çıkan yeni duruma uygun olarak birinci ve ikinci diye iki suffe düşünmektedir.[3] Semhûdi’nin,[4]Zehebi’den (748/1347)’den naklettiğine göre kıblenin değişmesi ile ortaya çıkmıştır.[5] Kıble Kudüs’den Mekke’ye döndürülünce Kudüs yönünde bulunan üstü kapalı alan suffe ehline tahsis edilmiştir.
Mescid-i Nebevi’nin inşası Hicri 2. Yılın Safer ayında bitmişti. Kıblenin Kâbe’ye çevrilmesi de hicretten on yedi ay sonra olmuştu. Buna göre aralarında 4-5 ay vardır. Mescidin başlangıçta etrafı duvarlarla çevrili bir avlu olarak inşa edildiğini, sıcaklardan müteessir olununca bilahare hurma dal ve yapraklarından bir çatı yapıldığını, Semhûdi’nin Medine’de Mescid-i Nebevi üzerine yaptığı çalışmaları ve hicretle birlikte Ensar-Muhacir kardeşliğini de gözönünde bulundurursak üstü hurma dalları ile kapalı ilk kıble tarafının kıblenin çevrilmesinden sonra Suffe ehline tahsis edilmiş olduğunu düşünmekteyiz.
Bu gölgelikte Medine'de akrabası, evi bulunmayan, bekâr, ticaret, sanat, tarım veya başka bir meslekle uğraşmayan ve genelde genç insanlar kalmakta idi. Suffe'de toplanan öğrencilere Kur'ân-ı Kerîm, yazı, hadis-i şerifler ve çeşitli dinî bilgiler öğretilirdi. Bu öğrenciler kendilerine ayrılan bölümü, dinlenme ve ders çalışma yeri olarak kullanırken sınıf olarak da mescidden yararlanıyorlardı. Hocaları başta Hz. Peygamber (s.a.s.) olmak üzere Abdullah b. Mesud (r.a.), Ubey b. Ka‘b (r.a.), Muaz b. Cebel (r.a.) ve Ebu'd-Derdâ (r.a.) gibi ilim sahibi sahabelerden oluşuyordu. Suffe’de toplanan öğrenciler esas itibariyle kendilerini Kur’ân öğrenimine vakfetmişlerdi. Kur’ân ayetlerini aralarında müzakere eder ve geceleri ilim tahsili ile geçirirlerdi. Bu sebeple bunlardan yetmiş kişiye “kurrâ” adı verilmişti.[6] Muharebe zamanları aralarından kabiliyetli olanlar savaşa çıkarlardı. Hanzala (r.a.) Uhud’da, Ebu Sureyha (r.a.) Hudeybiye’de, Zül-Bicâdeyn (r.a.) Tebük’te, Ebu Huzeyfe’nin azatlısı Salim (r.a.), Zeyd b. Hattâb (r.a.) Yemame’de şehit oldular. Suffe aynı zamanda dışarıdan Medine’ye gelen ve kalacak yeri bulunmayanlar için de misafirhane olarak kullanılmakta idi. Bir defasında Temim kabilesinden seksen kişi burada ağırlanmıştı.[7]
Ebu Hureyre (r.a.) der ki: Suffe'de benimle beraber üç yüzü aşkın kişinin kaldığını gördüm. Sonra her biri vali veya emir oldular. Zaman zaman Hz. Peygamber'i görmek ve İslam'ın temel esaslarını öğrenmek için gelen ve kalacak yeri olmayan misafirler de Suffe'de kaldığından, ayrıca evlenip ev-bark sahibi olanlar Suffe'den ayrıldığından Ehl-i Suffe'nin sayısı daima aynı kalmamıştır. Suffe'de yatılı olmayanlarla birlikte öğrenci sayısı zaman zaman 400'e kadar çıkmıştır.
Peygamber (s.a.s) bir defasında yanlarından geçerken;
اَبْشِرُوا يَااَصْحَبُ الصُّفَّةِ فَمَنْ بَقِىَ مِنْ اُمَّت۪ي عَلَى النَّعْتِ الَّذ۪ى اَنْتُمْ عَلَيْهِ رَاضِيًا بِمَا هُوَ ف۪يهِ فَاِنَّهُ مِنْ رُفَقٰۤائِ يَوْمَ الْقِيَمَةِ
“Ey Ashâb-ı Suffe! Size müjdeler olsun ki her kim şu sizin bulunduğunuz hal ve sıfatta, bulunduğu durumdan râzı olarak bana ulaşırsa, o, benim refiklerimdendir!”[8] buyurarak kalplerini hoş etmişti.
Ehl-i Suffe, nâzil olan ayetleri ve Peygamberimiz'in hadislerini ezberleme hususunda ön sıralarda yer alıyordu. İşleri sebebiyle yeteri kadar Rasûlullah (s.a.s) ile bir arada bulunamayan Müslümanlar yeni gelişmelerin çoğundan Ehl-i Suffe vasıtasıyla haberdar oluyor, yeni bilgilerin çoğunu onlardan öğreniyorlardı.
Hz. Peygamber onların geçimleriyle bizzat ilgileniyor, beytülmale ve kendisine gelen malların büyük bir kısmını onlara ayırıyordu. Sahabiler de Hz. Peygamber'in teşvikiyle bu ilim ve irfan yuvasını destekliyor; bazen onlardan birkaçını evlerinde misafir ediyor bazen de üzeri hurma dolu dalları getirip burada yüksekçe bir yere asmak suretiyle onların geçimlerine yardımda bulunuyorlardı.
Suffe, İslam'ın ilk sistemli eğitim kurumudur. İlk Medresedir. Suffeliler de hayatlarını Peygamber medresesinden ilim ve irfan tahsil etmeye adamış seçkin kimselerdir. En çok hadis rivayet eden yedi sahabiden üçünün; Ebû Hureyre (r.a.), Abdullah b. Ömer (r.a.) ve Ebû Said el-Hudrî'nin (r.a.) Suffe Ashabı'ndan çıkmış olması elbette Hz. Peygamber'le sürekli birlikteliğin ve ilme düşkünlüğün bir neticesi olmalıdır.
Suffe ehli, İslam'ın yayılmasında ve İslami ilimlerin öğretiminde önemli hizmetler vermiştir. Medine dışında yeni Müslüman olan kabileler, Kur'ân ve diğer dinî bilgileri öğrenmek üzere muallimler istedikçe onlara Suffe Ehli'nden görevliler gönderilmiştir. Bunlar Bi'r-i Maûne ve Racî olaylarında olduğu gibi bu görevlerini hayatları pahasına yerine getirmişlerdir. Diğer taraftan Medine'ye Hz. Peygamber'i görmek üzere gelen kabile temsilcilerinden Müslüman olanlar devletin misafirhane olarak kullandığı evlerde kalmış ve bu dönemde kendilerine yönelik yoğun eğitim faaliyetinde daha ziyade Suffe Ehli vazife görmüştür.
Rasûl-i Kibriya Efendimize herhangi bir şey getirilince, “Sadaka mı, yoksa hediye mi?” diye sorardı. Getirenler “Sadakadır” cevabını verirlerse, onu el sürmeden Ashâb-ı Suffe’ye ulaştırırdı. Bir gün, adamın biri, tabakla hurma getirmişti. Adama, “Sadaka mıdır, hediye midir? diye sordu. Adam, “Sadakadır” diye cevap verince, Efendimiz onu doğruca Suffe Ehli’ne gönderdi.
Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor:
Bir ilim müessesesi olan Suffenin has bir talebesi olan Ebû Hureyre, kendileriyle ilgili bir hadiseyi şöyle anlatır:
“Açlıktan yüzükoyun yatıyordum. Bazen de karnıma taş bağlıyordum. Bir gün, halkın gelip geçtiği bir yol üzerinde oturdum. O sırada oradan Rasûlullah geçiyordu. Vaziyetimi anladı ve
‘Yâ Ebâ Hüreyre!’ diye seslendi. ‘Buyur, yâ Rasûlallah!’ dedim. ‘Haydi, gel!’ buyurdu.
Beraber gittik. Eve girdi. Ben de girmek için izin istedim. Müsaade ettiler. Ben de girdim. Bir kapta süt buldu. ‘Bu süt nereden geldi?’ diye sordu. ‘Falancalar hediye olarak getirdiler’ diye cevap verdiler. Sonra da, ‘Yâ Ebâ Hureyre! Ehl-i Suffe’ye git, onları bana çağır’ diye emretti.
Ehl-i Suffe, İslam’ın misafirleriydi. Ne aileleri ne de mal mülkleri vardı. Rasûlullah’a bir hediye geldiği zaman hem kendisine ayırır hem de onlara gönderirdi. Kendisine, ehline verilmesi için gönderilen sadakaların tamamını onlara gönderir, kat’iyyen kendisine bir pay ayırmazdı!
Rasûlullah’ın Ehl-i Suffe’yi davet etmesi beni üzdü. Ben, ‘Bu kaptaki sütü tek başıma içer de bununla epeyce bir müddet idare ederim’ diye umuyordum! Kendi kendime, ‘Ben elçiyim. Suffe ehli gelince onlara sütü ben taksim ederim’ dedim. Bu durumda sütten bana hiçbir şey kalmayacağını biliyordum. Fakat Allah Rasûlünün emrini yerine getirmekten başka çare de yoktu.
Gidip, onları çağırdım. Geldiler, müsaade isteyip oturdular. Peygamber (s.a.s), ‘Ebû Hureyre, kabı al ve onlara süt ikram et’ buyurdu. Süt kabını alıp dağıtmaya başladım. Her biri kabı alıyor, doyuncaya kadar içiyor, sonra arkadaşına veriyordu. Suffe Ehlinin sonuncusu da içtikten sonra kabı Rasûlullah’a verdim. İçinde azıcık süt kalmıştı. Başını kaldırarak bana bakıp gülümsedi ve ‘Ebû Hüreyre!’ dedi. ‘Buyur yâ Rasûlallah!’ dedim. ‘Süt içmeyen ikimiz kaldık!’ buyurdu. ‘Evet, yâ Rasûlallah!’ dedim. ‘Otur, sen de iç’ buyurdu. Oturup içtim. ‘Biraz daha iç’ dedi. İçtim. Yine içmem için ısrar etti. ‘Daha, daha!’ diyordu. Nihayet, ‘Seni hak dinle gönderen Allah’a yemin olsun ki içecek yerim kalmadı!’ dedim. ‘O halde bardağı bana ver’ buyurdu. Verdim. Allah’a hamd ve senâ etti. Sonra ‘besmele’ çekerek geri kalanını da kendisi içti.”[9]
Kendileri Aç Yatıp Bir Suffeliyi Doyuran Aile:
Medineli Müslümanların Ehl-i Suffe'ye karşı olan davranışları da akıllara durgunluk verecek derecede idi.
Açlıktan dermanı kesilen Suffe ashâbından birisi bir gün Peygamberimize gelip hâlini arzetti. Peygamberimiz de onu zevcelerine gönderdi. Zevceleri: Yanımızda sudan başka bir şey yok, dediler. Bunun üzerine, Peygamberimiz, yanındakilere : Kim, şu açı yemeğine ortak yapar, yahut misafir eder?, dedi. Ensâr'dan Ebu Talha (r.a.) ayağa kalkıp : Ben!, dedi. Misafirle birlikte zevcesinin yanına gitti ve zevcesine : Haydi, Rasûlullâh'ın misafirini ağırla!, dedi. Kadın: Çocukların yiyeceğinden başka evimizde bir şey yok!, dedi. Kocası: O yemeği getir, kandilini yak, çocuklarını da uyut!, dedi. Kadın akşam yemeği vaktinde yemeğini hazırladı, ışığını yaktı, çocuklarını da uyuttu. Sonra kalktı, kandili düzeltir gibi yapıp söndürdü. Bu suretle karı koca, misafirlerine sanki kendileri de yemek yiyormuş gibi görünmek istediler. İkisi de aç olarak gecelediler. Ertesi gün ev sahibi Peygamberimizin yanına gitti. Peygamberimiz onu görünce: Allah dün gece, yaptıklarınızdan memnun oldu!, dedi.
Bunun üzerine yüce Allah «...Onlar (Ensâr), kendilerinde yoksulluk ve muhtaçlık olsa bile (Muhacirleri) canlarından üstün tutarlar...[10]» âyetini indirdi.
Hz. Ömer döneminde fetihlerle Müslümanlar zenginleşip herkese beytülmalden maaş bağlanınca, Suffe ashabı da normal hayat şartlarına kavuşmuş ve zamanla Suffe’ye duyulan ihtiyaç ortadan kalkmıştır. Suffe’den sonra öğretim için Medine’de “Dâru’l-Kurrâ” denilen okullar açılması yoluna gidilmiştir.[11]Dâru’l-Kurrâ ismi mescidler dışında Kur’ân okunan ve öğretilen yerler için Hz. Peygamber devrinde kullanılmaya başlanmıştı.[12]
[2]TDV İslam Ansiklopedisi, Suffe Maddesi, 37/469-470; Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Suffe Ashabı Maddesi, III/261
[4]Ebu’l-Hasen Nûruddîn Alî b. Abdillâh b. Ahmed b. Alî el-Hasenî es-Semhûdî (ö. 911/1506)
Medine tarihi hakkındaki eserleriyle tanınan hadis ve fıkıh âlimi. Semhûdî’nin eserleri, hicretten sonra Hz. Peygamber’in Medine’deki faaliyetleri ve Medine toplumu hakkındaki orijinal bilgileri kayıt altına alması bakımından önemlidir. Vefâü’l-vefâ bi-aħbâri dâri’l-Mustafâ’yı yazmıştır. Bir mukaddime ile sekiz bölümden oluşan eserin birinci bölümünde Medine’nin isimleri, ikinci bölümde Medine’nin fazileti ve Hz. Peygamber’in Medine’yle ilgili hadisleri, üçüncü bölümde Medine’nin ilk kuruluşu ve buraya yerleşen kavimler anlatılmaktadır. Dördüncü bölümde Mescid-i Nebevî ile birlikte hücre-i saâdet ve Ravzâ-i Mutahhara ele alınmış, hicretten sonra Mescid-i Nebevî’nin inşasına bağlı olarak Medine şehir planındaki değişim ortaya konulmuştur. Beşinci bölümde Resûl-i Ekrem’in namaz kıldığı ev ve mescidler, Mescid-i Nebevî dışındaki diğer mescidler, müellifin zamanından önce inşa edilip ortadan kalkan mescidler, Cennetü’l-bakī‘ ve buraya defnedilen meşhur şahsiyetlerin kabirleri, burada ve Medine’nin çeşitli yerlerindeki meşhed ve türbelerle Uhud Şehitliği’ni anlatır. Altıncı bölümde Medine’nin meşhur kuyuları, bunların etrafında oluşan kültür, Rasûl-i Ekrem’e ait hurmalıklar, onun seferlerinde uğradığı mescidler ele alınır. Yedinci bölümde Medine’deki vadiler, dağlar, korular, meşhur bahçe ve çiftliklerle diğer önemli mekânlar alfabetik olarak sıralanır. Sekizinci bölümde Rasûlullah’ın kabrini ziyaret etmenin önemi ve âdâbı, Hz. Peygamber’in sözleri ve ilk dönem uygulamalarından örneklerle anlatılır. Eserin tamamı Türkçe’ye çevrildiği gibi (TSMK, Revan Köşkü, nr. 1524) Türkçe yazılan Medine tarihlerine de esas olmuştur. (TDV İslam Ansiklopedisi, Semhudi Maddesi, 36/491)