Rahile YILMAZ
Medine’ye hicret etmiş ve aynı zamanda evsiz, akrabasız olan sahâbîlerin kaldığı Mescid-i Nebevî’nin bitişiğinde yer alan mekâna “Suffe”; bu mekânda kalıp ilimle meşgul olan ve çoğunluğunu muhacirlerin oluşturduğu topluluğa da “Ashâb-ı Suffe” denilir. Kimsesiz ve bekâr sahâbîlerin kalması için tahsis edilen Suffe, sadece bir barınaktan ibaret olmayıp aksine okuma, yazma, Kur’an, sünnet öğrenilen yatılı bir okul mahiyetinde idi.
Ebû Hüreyre, Ashâb-ı Suffe’yi “İslâm’ın misafirleri (edyâfu’l-İslâm)” diye isimlendirmiştir.[1] Çünkü Suffe ehlinin ihtiyaçları, başta Efendimiz (sas) olmak üzere zengin sahâbîler tarafından karşılanmaktaydı. Suffe’de bulunanlar Kur’an’la fazla meşgul olmaları sebebiyle Kurra diye de adlandırılmışlardır.
Ashâbu’z-Zulle de denilen Ashâbu’s-Suffe’nin sayısı; evlenme, ölme, vazife ile Medine’den ayrılma gibi durumlara bağlı olarak değişse de rivâyetlerden anlaşıldığı kadarıyla Suffe’de devamlı kalmak üzere seksen ile yüz civarında sahâbe bulunmaktaydı. Ancak bu sayı, uzak yerlerden Medine’ye gelenlerle dört yüze kadar çıkmaktaydı. Zira Medine’de yakını olmayanlar da Suffe’de kalabiliyorlardı.
Efendimiz (sas) Ashâb-ı Suffe’nin eğitimiyle bir başmuallim gibi ilgilenir, onlara her türlü işlerinde yardımcı olurdu. Diğer Müslümanların, özellikle Hz. Peygamber(sas)’in yardımıyla geçimlerinin sağlandığı Suffe ehli Resûlullah(sas)’a gelen sadakanın tamamının sahipleri, hediyelerin ise ortaklarıydılar.
Resûlullah(sas)’ın Suffe ashâbına olan yakın ilgisini ortaya koyan pek çok rivâyet vardır. Yiyecek ve giyecek itibariyle ciddi sıkıntılar yaşayan Suffe ehlinin bu durumunu belirten şu rivâyet, bize onların yaşadıkları zorluklar hakkında bilgi vermektedir: Bir gün Hz. Fâtıma ve Hz. Ali çalışmaktan ellerinin kabardığını söyleyerek kendilerine yardımcı olacak bir köle talep ederler. Resûlullah (sas) onlara şu cevabı verir: “Allah’a yemin olsun ki size köle veremem. Suffe ehli açlıktan kıvranırken ben onlara infak edecek bir şey bulamıyorum. Köle olsa onu satar bedeliyle Suffe ehline yiyecek alırım.”[2] Suffe ehlinden olan Ebû Hüreyre’nin “Ashâb-ı Suffe’den yetmiş zat gördüm. İçlerinde ridası (belinden yukarısını örten elbise) olan bir tek kimse yoktu. Ya izar (belden aşağıyı örten elbise) bağlar veya boyunlarına bağladıkları bir parça elbise giyerlerdi.” sözü de ilk İslâm talebelerinin yaşadıkları fakirliğin boyutunu çok açık bir şekilde izah etmektedir.
Geçimlerinin Resûlullah (sas) tarafından sağlanmaya çalışıldığı Suffelilerin en önemli görevleri, hiç şüphesiz eğitim ve öğretimle meşgul olmaktı. Kimi zaman Kur’an’ın nüzûlüne şahid olan Ashâb-ı Suffe, Efendimiz’e (sas) bazı sorular sorarak pekçok mesele hakkında malumatımızın olmasına vesile olmuşlardır.[3] Abdullah b. Ömer, Ebû Hüreyre, Ebû Zerr el-Gıfârî gibi meşhur sahâbîler Suffe’de yetişmişlerdir. Ayrıca burada Ebû Saîd el-Hudri, Abdullah b. Amr b. Harâm, Abdurrahman b. Cebr, Uveym b. Sâide gibi Medineli sahâbîlerin bulunması da Suffe’nin “öğretim müessesesi” olma özelliğini ortaya koymaktadır. Abdullah b. Mesud, Selmân-ı Farisî, Ammar b. Yasir gibi pek çok âlim sahâbî Suffe saflarında yetişmiştir. Resûlullah’ın (sas) önde gelen müezzinleri Bilâl-i Habeşî ve Abdullah İbn Ümmi Mektûm da Ashâb-ı Suffe’dendirler.
Hz. Peygamber’in (sas) sünnetinden fiilî örnek olarak gördüğümüz Suffe, aynı zamanda ilk İslâm devletinde eğitim-öğretim kurumlarına, bu kurumlarda eğitim ve öğretimde bulunan hoca ve öğrencilere verilen önemi de ortaya koymaktadır. Zira Müslümanların ilk eğitim ve öğretim kurumu olan Suffe’de bizzat Resûlullah (sas) dersler veriyordu. Efendimiz (sas) burada bazı sahâbîleri hoca olarak görevlendirmiş ve uygulanacak eğitimin esaslarını da bizzat kendisi belirlemiştir. Hz. Peygamber (sas) ashâbına Kur’an’ı Abdullah b. Mesud, Ebû Huzeyfe’nin azadlısı Sâlim, Muaz b. Cebel ve Übey b. Ka‘b’dan öğrenmelerini emretmiş ve bu kıymetli sahâbîleri de hoca olarak görevlendirmiştir. Hatta Übey b. Ka‘b, vefat edinceye kadar Suffe’de Kur’an öğretmeye devam etmiştir.
Rivâyetler, Efendimiz(sas)’in özellikle sabah namazından sonra Suffe’ye geçip orada bulunanların eğitimiyle ilgilendiğini, onlarla sohbet ettiğini[4] ve hatta namaz vakitleri dışında da buraya uğrayıp teftişte bulunduğunu belirtmektedir.[5] Bu özelliklerinden dolayı Suffe’nin, İslâm’da her mescidde uygulanmaya çalışılan eğitimin, Mescid-i Nebevî’de organize ve sistematize edilmiş hatta kurumlaşmış şekli olduğu söylenebilir.
Resûlullah(sas)’ın hiçbir konuşması, hiçbir hutbesi yok ki bunların îrâdı sırasında Ashâb-ı Suffe orada hazır bulunmasın ve hıfzederek orada bulunmayan diğer sahâbîlere nakletmesin. Bundan ötürü İslâm ahkâmının hıfz ve naklinde Ehl-i Suffe’nin çok önemli bir yeri vardır. Eldeki rivâyet malzemesine dikkat edildiğinde görülecektir ki pek çok hadisin isnadının birinci halkasını Suffe ehlinin güzide şahsiyetleri oluşturmaktadır.[6] Muksirûndan olan Ebû Hüreyre, Abdullah b. Ömer, Ebû Saîd el-Hudrî; mukillûndan sayılsa da hadis rivâyeti, tefsir ve fıkıhta büyük bir otorite kabul edilen Abdullah b. Mesûd (848 hadis) Suffe ashâbının önde gelenlerindendir. Ebû Hüreyre, Abdullah b. Mesûd, Ebû Saîd el-Hudrî, Abdullah b. Ömer gibi tefsir ve hadis rivâyetinde temayüz etmiş pek çok sahâbînin Suffe’den olması, burada icra edilen ilmî faaliyetin boyutlarını gayet güzel ifade etmektedir.
Suffe ehli bir taraftan Resûlullah(sas)’ın talim ve terbiyesi altında yetişirken bir taraftan da İslâm’ı tebliğ görevini üstlenmişlerdi. Ashâb-ı Suffe’den ehliyetli olanlar, Resûlullah (sas) tarafından ihtiyaç duyulan yerlere İslâm’ı anlatmak üzere gönderiliyorlardı. Suffe ashâbının bir kısmı Efendimiz (sas) hayatta iken bir kısmı da O’nun vefatından sonra farklı beldelere gidip yerleşmişler ve hayatlarının sonuna kadar tebliğe devam etmişlerdir.
Suffe ashâbının İslâm’ın tebliğ edilmesi noktasında icra ettikleri görevi ve Hz. Peygamber’in onlara verdiği değeri anlamak için Bi’rimaûne hadisesi önemlidir. Hicretin 4. yılında Efendimiz (sas) Medine’ye gelen Necid halkından Ebû Berâ Âmir b. Mâlik’e Müslüman olmasını teklif eder. Ebû Berâ bu teklifi kabul etmemekle birlikte Resûlullah(sas)’tan kabilesine İslâmiyet’i anlatacak birilerini göndermesini ister ve gönderilecek muallimlerin kendi himayesinde olacağını belirtir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas) Suffe’de yetişmiş ve Kur’an’ı çok iyi bilmelerinden ötürü kendilerine “kurrâ” denilen yetmiş sahâbîyi gönderir. Ne var ki bu kıymetli muallimler topluluğu Bi’rimaûne denilen yerde pusuya düşürülerek –biri hariç[7]- hepsi şehid edilir. Efendimiz’in (sas) hayatında yaşadığı en büyük üzüntü olarak bilinen bu hadise üzerine İki Cihan Serveri (sas) kırk gün boyunca sabah namazlarında kabilelerin bizzat adlarını söyleyerek beddua ettirir ve ashâbı da “âmin” der.
Yeni yorum ekle