Süfyân İbn Abdullah es-Sekafî(ra) anlatıyor:
“Ya Rasûlallah! Bana İslâm hakkında öyle bir söz söyle ki senden sonra bu konuda hiç kimseye bir şey sorma ihtiyacı duymayayım.” dedim.
Şöyle buyurdu: “Allah’a iman ettim, de, sonra da dosdoğru ol!”1
Birkaç kelimeden meydana gelen bu kısacık cümle çok şey anlatan bir cümledir. Dev bir ağacı içinde taşıyan küçücük çekirdek gibidir. Gönülden iman, sonra dosdoğru bir hayat. Konuşurken, ticarette, adâlette, dostlar arasındaki münasebette, ilimle amelde, edeb ve terbiyede, ibadette, aile yuvasında… Kısaca hayatın bütününde dosdoğru olmak…
Bu bir hayat düsturu, Rabbimizin bizden istediklerinin özü.
Doğruluk, imanın söz ve amellerle dış dünyaya aksedişi.
Rabbimiz bu aksedişi bizden istiyor. Bunu ifade eden nice ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler vardır:
Zikr-i Hakim’de mü’minlere verilen şu müjdeye dikkat ediniz:
“İman eden ve salih amel işleyenleri altlarından ırmaklar akan cennet bahçeleri ile müjdele! Cennet meyvelerinden her biri kendilerine rızık olarak verildikçe ‘Daha önce de dünyada bununla rızıklanmıştık.’ derler. Kendilerine bahşedilen bu rızıklar dünyadaki meyvelere benzer olarak kendilerine sunulur.” (Bakara 2/25)
Bu ayet-i kerimede dikkat çekmek istediğimiz Cennet bahçeleri ve meyvelerinden ziyade bu nimetleri hak edenlerin imanlarını salih amellerinin takip edişidir.
Zikr-i Hakîm’de ne zaman iman zikredilse arkasından bu imanı dışarıya aksettiren güzel, salih amellere vurgu yapılır. Bunun misallerinden biri de zikredilen ayet-i kerimedir. Bunun daha nice örnekleri vardır.
Kur’an-ı Kerim’de mü’min tarif edilirken; “O, Allah’a iman edendir.” diye tarif edilmiyor. Allah’a imanının dış dünyaya aksedişine vurgular yapıyor, misaller sergiliyor. Enfâl Sûresi’nin 3. ayetinde mü’min şöyle tarif ediliyor:
“Mü’minler o kimselerdir ki; Allah’ın ism-i celâli anılınca kalpleri sevgi ve haşyetle ürperir, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda onu kabul edip, emir ve yasaklarını yerine getirerek hayatlarına yansıtır, imanlarına iman katarlar. Onlar Rabblerine gerçekten güvenip dayanan, tevekkül eden kimselerdir.”
Mü’minûn Sûresi’nin ilk ayet-i kerimelerinde mü’minlerin vasıfları sayılıyor. Namazlarını huşû içinde kılışları, lüzumsuz, manasız, boş sözlerden uzak duruşları, zekatı hakkıyla verişleri, iffetlerini koruyuşları, kendilerine verilen emanetlere ve ahidlerine sadakatleri, namazlarını vakitlerinde ve erkanına uygun olarak eda edişleri dile getirildikten sonra Firdevs Bahçeleri’ne varis olacak ve orada ebedî kalacak insanların böyle mü’minler oldukları vurgulanır.2
Bir başka ifadeyle imanın meyvelerinden örnekler sunulur.
Kehf Sûresi’nin 107 ve 108. ayetlerinde de şöyle buyruluyor:
“İman edip salih amel işleyenler için makam olarak Firdevs Bahçeleri vardır. Orada ebedî olarak kalıcıdırlar. Oradan hiç ayrılmak istemeyeceklerdir.”
İmanın peşinden salih amellerin zikredilişi, Kur’ân-ı Kerim’de daha birçok yerde önümüze çıkar ve bizlere ibret levhaları sunar. Bunların en dikkat çekicilerinden biri de şüphesiz Asr Sûresi’nde yer alandır:
“Asra yemin olsun ki! İnsan gerçekten ziyan içindedir. Ancak iman edip hayırlı, güzel, salih amel işleyenler; birbirlerine hakkı tavsiye edenler; sabır ve sebatı tavsiye edenler bundan müstesnadır.”
İmanla salih ameli yanyana getiren bu ayet-i kerimeler, içlerinde taşıdıkları emirler ve irşadlar yanında için için bize bir şey daha emrediyor. İmanımız meyve vermeli, dış dünyaya güzel ameller olarak aksetmelidir. İman yolcusu böyle olur. Mü’min gönüllerden dışarı akseden ameller, bir araya gelince hayat daha güzel, dünya daha huzurlu ve emniyetli olacaktır.
Dışarıya aksetmeyen iman nasıl bir iman olabilir? Varsa neden varlığını belli etmiyor? Veya dış dünyaya kötü davranışlar aksediyor, dillerden kötü kelimeler dökülüyorsa bu nasıl bir imandır? Varlığı ve canlılığı ne kadar korunur?!.
Bir iman meyve vermiyor, güzel amellere dökülmüyorsa kime ne faydası var? İnsanlığa, cemiyete, aileye, çocuklara, bugüne ve gelecek nesillere ne katkısı olur? Güzel ameller olmadan ebedî saadet kazanılır mı?
Bunlar ve daha nice sorular zihinde birbirlerini takip eder. Hepsi üzerinde düşünmeye ve değerlendirilmeye muhtaç sorulardır. Üzerinde münakaşalar, münazaralar da yapılmıştır. Onlara girmeden özetle şunları söylüyoruz:
Amel imandan ayrıdır, ancak amel imanın meyvesi olduğunda, ondan kaynaklandığında değer kazanır. Ebedî saadet yoluna imanla girilir, o yolda amelle yürünür. İman amellerle çiçek açar, meyveler verir. Çiçekler ve meyveler hayatı güzelleştirir, besler, canlandırır. Hayat mânâ kazanır, ölüm mânâ kazanır, geçmiş mânâ kazanır, gelecek mânâ kazanır…
Aile yuvalarımız, iman nurunun dışa aksedişine, güzelliklere güzellik katışına en çok ihtiyaç duyulan ve en layık yerlerdendir. Bunda ihmalkâr olmayınız. Böylece yuvalarınız iman
meyvelerinizle gıdalanır, saadetle dolar. Hak-hukuk onunla yerli yerini bulur, emniyet ve huzur gönüllerde taht kurar. Ve güzel ameller hiçbir zaman zayi olmaz. Çünkü din gününün sahibi, herşeye kadir olan Rabbimiz öyle buyuruyor:
“İman edip salih amel işleyenler bilmelidirler ki, biz güzel ameller işleyenlerin ecrini zayi etmeyiz.” (Kehf 18/ 30)
***
1 Sahih-i Müslim, İman (1/ 65)
2 Bak: Mü’minûn Sûresi (23) Âyet : 1-11.
Yeni yorum ekle