İhsan Süreyya Sırma: Şimdiki Müslümanların Aşkı, Derdi Yok

''Şimdiki Müslümanların derdi, aşkı yok. Derdi olan Müslüman okur. Okuduğunu da yazmak ister. Sorunumuz cahillik... Cahiller duyarsız olur. 200 yıldır Müslümanlar ne okuyor ne de yazıyor. Üniversitelerde verilen eğitimler de yeterli değil.'' İhsan Süreyya Sırma, Viyana yılları ve günümüz Müslümanlarının problemleri üzerine Büşra Sönmezışık'ın sorularını cevapladı.

Bizler, onu İslâm Tarihi Profesörü İhsan Süreyya Sırma olarak biliyoruz. Oysa onda bu üst kimliğin ötesinde başka bir İhsan var. Dünyaya karşı tükenmeyen merakı, kendi deyimiyle “ilme duyduğu aşk”...

Bu aşk, yıllarını tüketse, zamanla gözlükleriyle daha barışık hale getirse de “genç” tutan belki de yegâne şey. “Keşke bir dil daha öğrenebilseydim, daha çok kitap yazabilseydim” diye hayıflanıyor. Sadece yazdıkları veya söyledikleri değil hali de çok şey anlatıyor.

Hoca, genellikle kendine özgü sivri çıkışlarıyla bilinir. Hatta bu özelliğinden ötürü hayatında çeşitli bedeller ödemesi gerekmiştir. Bir dönem zorunlu hicrete maruz bırakılmıştır. İzlenimlerime göre o, yaşadığı coğrafyayı evladı gibi görüyor, çocuğuna kızar gibi babacan bir tavırla eleştiriyor. Yüksek bir tansiyonla tenkid ediyor ama tekfir etmiyor. Günümüzde artık pek çoğumuzun yapmadığını yapıyor: Yiğidi öldürüyor ama hakkını yemiyor.

Sırma,“Türkiye’de bazı dokunulmazlar var.Onlar durduğu müddetçe bu memleket değişmez.” diyor. 2000 yılı öncesiakademisyenlerin yerleşimindeuygulanan çifte standartlara karşıçıkarak ‘esas olan sınavdır’ dediğiiçin görevine son verildiğini ifade eden Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma ile Viyana yıllarını ve günümüz Müslümanlarının problemlerini konuştuk.

28 Şubat’tan sonra Viyana’ya gittiniz. Sebebi neydi?

Sakarya Üniversitesi’nde hocalık yaptığım dönemde, orayı sadece Fetullah Gülen’in talebelerinin bir kampı haline getirmek isteyen dekan Suat Yıldırım vardı. O, sadece Fetullah’ın emrinde olan nurcuları asistan olarak almak istedi. Ben de dedim ki “Böyle bir şey yapmaya hakkımız yok. Sınavaçıyoruz, onlar da olur ama başkaları daolur.” Karşı çıktığım için görevime son verdiler. İstanbul’a döndükten sonra Viyana’ya bir konferansa davet ettiler. O dönemde başörtüsü mağduru kızlarımız vardı. Konferans sırasında oradaki Milli Görüş Teşkilatı, rahmetli Necmettin Erbakan’ın açtığı enstitüyü hayata geçirmemi istedi. Kabul ettim. Öğrenciler gelmeye başladı. Gelen öğrencilerle ilgilenmek ve onlara ders vermek için Viyana’da kaldık. Bir haftalığına gitmiştim ama 10 sene kaldım.

Dersler ne üzerineydi?

Öğrenciler STK’lar vasıtasıyla geliyordu. Maksadım şuydu: Öğrenciler farklı bölümlerde okuyacak olsalar da İslâm kültürünü unutmasınlar. O yüzden özellikle İslâm tarihini öğrettim. Hakikaten şuurlu öğrenciler oldular. Başörtüsü sorunu kalktığı dönemde öğrencilerimiz mezun oldular. Yapılacak bir şey kalmayınca geri döndüm. Kitap yazmaya başladım. Derken Siirt’te ilahiyat fakültesi açıldı. Siirtli olduğum için ısrarla beni çağırdılar. Emekli olduğumu söylememe rağmen ısrarlara dayanamadım gittim.

Öğrencilerime “İyi Değil, Çok İyi Olun” Diyorum

Yazdığınız kitaplarla bir nesil yetişti. Onesil şu anda Türkiye’yi idare ediyor. Yeterinceetkili olduğunuza inanıyor musunuz?

Evet, inanıyorum. Orada bulunan öğrencileriminhemen hepsi bugün devletin önemlikademelerindeler. Sadece Viyana’daki değil,devlet idaresinde bulunan öğrencileriminde kitaplarımdan cümleler aktardıklarınıduyuyorum ve seviniyorum. Bugün halenkitaplarımı okuduğunu söyleyen milletvekillerivar.

Bugün de öğrencilerinizle ilişkileriniz devam ediyor mu?

Ediyor. Öğrencilerimin çoğu Ankara’da ve İstanbul’da görev aldılar. Zaman zaman toplantılar yapıyoruz. Ankara veya İstanbul’da görüşüyorum, seviniyorum.

Her ne kadar bugün siyasetçi olsalarda sizin öğrencileriniz onlar. Kendilerine öğüdünüz neoluyor?

Onlara, “Öğrenciyken nasılsanız öyle olmaya devam edin, devlet ve millet için yararlı bir fert olun” diyorum. Onlara iyi değilçok iyi olmaları gerektiğini söylüyorum.Hatta Viyana’da derse ilk girdiğimde, “Kızlar, sizden bir isteğim var. Bu yaşa geldim, size vakit ayıracağım ve ders vereceğim ancak şartım şu: Sınıfın birincileri siz olacaksınız.” dedim. İnanır mısınız, gerçekten deöyle oldu. Hatta oradaki ilk mezun öğrencimiztıp fakültesinde birinciliği kazandı. Onlarlaövünüyorum ve onlar için seviniyorum.

Dokunulmazlar Var Oldukça Türkiye Değişmez

10 yıl aradan sonra Türkiye’ye döndünüz. Bu, bir ülkenin değişimi için uzun bir zaman. Döndükten sonra nasıl bir Türkiye ile karşılaştınız?

Viyana’ya gittim ama Türkiye ile ilişiğimi kesmedim. AK Parti iktidara geldikten sonra Türkiye’de işler olumlu anlamda çok değişti. Yine de 60-70 senedir oturtulmuş olan bir zihniyet ile değişim kolay değil. Türkiye’de bazı dokunulmazlar var. Onlar durduğu müddetçe bu memleket değişmez.

28 Şubat’ta olduğu gibi bugün de zorla dönüştürülmenin işe yarayacağına inanan bir zihniyet olduğunu düşünüyor musunuz?

Türkiye elbette bu süre zarfında çok ilerleme kaydetti. 12 Eylül döneminde her gün evden çıkarken vedalaşıp öyle giderdim. Ne zaman bizi alacakları belli değildi. Osmanlı Devleti yıkılınca bir nesli yok ettiler. Devleti milletten ayırdılar. Geçmişten bu şekilde kesin bir kopuş, şahsiyetsiz insanlar meydana getirdi. Kendini bilmez, tanımaz olduk ve tarihimizden koptuk.

Elitler Kendini Devletin Sahibi Zannediyor

Bu anlattığınız kültüre olan yabancılaşma. Bir de toplumdaki katmanların birbirine yabancılaşması var. Sınıflaşmayı da bu kopuşa mı bağlıyorsunuz?

Evet. Neticesi de şu oldu: Genellikle Anadolu, düzene olan korkusundan bir şey yapamadı. Bunu gerçekleştiren elit tabaka denilen “azınlık” ise kendini bu devletin sahibi gibi görmeye başladı. O yüzden hâlâ “bu devlet bizim” diyorlar. Bizim dışımızdakiler de bize hizmetçi gözüyle bakıyorlar.

Muktedir ve ayrıcalıklı görme meselesi...Bu düşünceyi kırmanın bir yolu var mı?

Bu memlekette biraz daha özgürlük gerekiyor. Kimsenin kimseye karışmaması lazım. İçki içmek isteyen içsin, dinini yaşamak isteyen yaşasın. Bu devletin problemi, özgürlüktür. Benim siyasetle alakam yok ama görüyorum hâlâ AK Parti’ye tahammül edemiyorlar. AK Parti’nin dediği şey özümüze dönmek, tarihimizi unutmamak... Bunu demek hakkı. Ama diğerleri kabul etmiyor bunu. Ellerinde Demokles’in kılıcı var, o da laiklik. Bir Müslüman laik olmak zorunda değil. Müslüman hürdür ve başkasının dinine karışmaz. Osmanlı kimsenin dinine karışmamış. Ancak Cumhuriyet ile Müslümanların dinine karışılmaya başlandı. Mesela, Diyanet İşleri Başkanı’nı devlet değil de halk seçsin.

Söz laikliğe gelmişken diğer bir ifadeniz de bunun üzerine... “İnsanlar laik olamazlar” diyorsunuz. Ne demek istiyorsunuz?

İnsanlar laik olamazlar. Çünkü fıtratlarında bir şeye inanmak vardır. Herkes kendi inandığı gibi özgürce yaşamalı. Ben laikliğin dünyanın hiçbir yerinde uygulandığına inanmıyorum. Laiklik, ilk kez 1789’da ortaya çıktı. Laiklik; dinin devlete, devletin de dine karışmamasıdır. Oysa hem Fransa’da hem de Türkiye’de böyle değil. Avrupa’da en katı uygulayan devlet Fransa oldu. Dine karşı bir tavır aldı, kiliseleri yıktı. Türkiye’de “laiklik var” deniliyor, ben kabul etmiyorum. Tarif edilen laiklik Türkiye’de yok. İnsan beşerdir. Beşerse, hiç ayırım gözetmeksizin söylüyorum, nakıstır. Yani mükemmel insan yoktur.

Bizi yaratan Allah öyle güzel bir kural koymuştur ki ona uyduğumuz sürece çok az yanlış yaparız. Peki, o nedir? İstişare! Maalesef asırlardır Müslümanlar, Allah’ın bize emrettiği bu hayatî emri unuttular ve bunu hayatlarına uygulamadıkları için de yaşamlarını yanlışlarla sürdürüyorlar. Bu kural, bütün Müslümanlar için olduğu gibi, Ak Partili kardeşlerimiz için de varittir. İstişarenin bir de kuralı vardır ki onu da Allah emretmiştir: Bir şeyi bilmiyorsanız, onu ehline, yani bilene sorunuz. Bunda ayıp da yoktur. Çünkü hiç kimse her şeyi bilemez. Böyle olunca da yanlışlar en aza iner. Diyorum ki geçmişlerinde olduğu gibi yine kitap okusunlar, kendilerinden olan ve işin ehli kimselerle istişare etsinler. O zaman işleri daha a’san ve doğru olur.

Naçiz bir tarihçi olarak diyorum ki tarihte danışmanlarını ehil olanlardan seçmeyen liderler, daima kaybetmişlerdir.

Müslümanlar Okumayı Bıraktı

Siz özellikle son yıllarda “Müslümanların bir derdi vardı, artık o dert kalmadı.” diyorsunuz. Nedir artık olmayan o “dert”?

Feridüddin Attar bir öğüdünde diyor ki: “Dostum, pazara git, kendine bir dert satın al.

Bulamazsan gel benden ödünç al.” Şimdiki Müslümanların derdi yok. Bu memleketin düşünürü kalmadı. Orijinal roman yazan yok! Bir yılda roman yazılmaz. Fransız romancısı Albert CamusVeba romanını yazarken bir yıl tıp fakültesine devam etmiş, terminolojiyi öğrenebilmek için. Tercümeler çok kötü, çoğu hatalı. Aceleye getiriliyor, el yordamıyla yapılıyor. Müslümanlarda okuma diye bir şey yok. Okumazsanız hiçbir şey üretemezsiniz.

Okumayı ne zaman bıraktık?

Haçlı seferlerinde başladı. Haçlılar döneminde Avrupa’da yazılmış kitap yoktu. Çünkü okuma ve yazma yoktu. Geldiler, Müslümanların parçalanmışlığından istifade ettiler tıpkı bugünkü gibi. Kudüs’ü aldılar ve orada iki yüz yıl kaldılar. Selahaddin Eyyubi, Müslümanları bir araya getirdi ve Haçlıları Kudüs’ten çıkardı. Ne olduysa ondan sonra oldu. Ülkelerine dönerken bilmedikleri ilim ve medreseyi yanlarında götürdüler. Ona mukabil Müslümanlar da okumayı bıraktı. 200 yıldır Müslümanlar, kendi tarihlerini anlatan 10 ciltlik doğru düzgün bir kitap yazmadı. 1200 yıl önce yazılmış nice kitaplar var kütüphanemde. 80 ciltlik 700 yıl önce yazılmış kitaplar var. O yıllarda Avrupa’da kimse okuma yazma bilmezken Müslümanlar biliyordu.

Onlarda, bugün günümüz Müslümanlarında olmayan ne vardı?

İman ve aşk! Aşk artık yok. Derdi olan Müslüman okur. Okuduğunu da yazmak ister.

Sorunumuz cahillik mi yoksa duyarsızlaşma mı?

Cahillik! Cahiller duyarsız olur. 200 yıldır Müslümanlar ne okuyor ne de yazıyor. Üniversitelerde verilen eğitimler de yeterli değil.

fKitap Yerine Araba Alandan Bir Şey Olmaz

Günümüz Müslümanlarının derdi nedir peki?

Derdimiz nasıl daha çok kazanırız, nasıl daha çok gökdelen yaparız. Müslüman’ın diğer bir derdi Batı’ya karşı kompleksli olması. Cehalet bize aşağılık kompleksi getirdi. Çünkü Batılılar üstün, çünkü onlar çalışıyor ama bizimkiler çalışmıyor. Kopya çekerek hoca olmak istiyorlar. Böyle şey olur mu?

Dün bir konferansta beş yüz kişi vardı. “Beş roman okuyan parmak kaldırsın” dedim, kaldıran olmadı. “Beş şiir ezbere biliyor musunuz?” diye sordum, yine kaldıran olmadı. Peki siz bu memleketin kültürünü nasıl bileceksiniz? Böyle şey olur mu? Beş ciltlik kitabı yazmak için yirmi senemi harcadım. Yine de tam istediğimi yapamadım, çünkü çok dil bilmek lazım. Acaba diyorum, Japonca eserler bu konuda ne diyor?

Bu, ilme olan merakın azalmasının bir sonucu olarak yorumlanabilir mi?

Hayır dert… Sizi bir şey rahatsız edecek. Uyuyamayacaksınız. Hanımım beni affeder inşallah; gece kafama bir şey takıldığında yataktan kalkıp çalışıyorum ve ben çalışınca ışıktan uyuyamıyor. Ama kalkmazsanız da kalır, bir daha yazamazsınız.

Dert sahibi olanlara da hürmet kalmadı sanırım…

Onun için Allah ölümü yaratmış. Öte tarafta derdi olanlar kazanacak. Yoksa gününü gün edenler değil. Bir insan kitap almak yerine araba almayı tercih ediyorsa bir şey olmaz ondan. Arabayı bulursunuz ama kitapları her zaman bulamazsınız. Lamartine’nin 1853 baskılı kitabını almak için eşimle Paris’te bir buçuk saat yürüdük. Çünkü yol paramız kalmamıştı. Hanım bana küstü. Haklıydı, çünkü alışveriş için çıktık, ben bu kitabı görünce bütün paramı kitaba verdim. Hanım bir gün kızdı, ertesi gün barıştı. Ama bu kitap gitseydi bir daha bulamazdım.

Herhangi Bir İnsanın Dediği Kur’an ile Çelişiyorsa Kabul Etmeyeceğiz

Siz darbelere tanıklık etmiş, bu nedenle türlü bedeller ödemiş birisiniz. 15 Temmuz kalkışmasının sebebini neye bağlıyorsunuz?

15 Temmuz’dan iki gün sonra “Yüksek Din Şurası” yapıldı. Beni de davet ettiler.Bütün Diyanet İşleri başkanları oradaydı.Onlara dönerek, “15 Temmuz’un müsebbibi sizlersiniz. Sizden kim çıkıp ‘Fetullah Gülen’in kitabında dine aykırı şeyler var.’ dedi?” dedim. Diyanet’in görevinedir? Demediler, diyemediler; o yüzdenböyle oldu. Fetullah’tan korktular amaAllah’tan korkmadılar. Dinimizi doğru öğretmelerilazım yoksa başka Fetullah Gülenlerçıkar. Bu tehlike her zaman var. O giderbaşkası gelir. Bunların hepsi cehalettenoluyor. Kur’an-ı Kerim ve Peygamber(s.a.) ne söylüyor, ona bakacağız. Herhangibir insanın dediği Kur’an ile çelişiyorsa kabuletmeyeceğiz.

Sizin özellikle Fetullah Gülen’i ve cemaatini eleştiren yazılarınız olmuştu. Sizce 15 Temmuz sosyolojik açıdan bizleri nasıl etkiledi?

Bir uyanış yaşandı. “Bir din adamı veya âlim böyle yapar mı?” diye şüpheyle bakılmayabaşlandı. Bu güzel bir şey. Daha önceçok anlattım Fetullah Gülen’i, hatta yazdım.Aleyhine yazı yazdım diye yazılarıma sonverildi. Şimdi 15 Temmuz olayı hayra vesileolur diye düşünüyorum. Belki öğrenmeyedönerler.

Bir kesim 15 Temmuz’a kadar darbeyi büyüklerinden ve tarih kitaplarından okuyorlardı. Şimdi ise darbe kalkışması gördüler. Yeni kuşağı nasıl etkiler bu durum?

Yeni kuşağın en büyük problemi telefon ve sosyal medya. Onun dışında televizyonlarda yayınlanan diziler… Bu dizilerle insanları uyutuyorlar. Gerekli eğitim verilmiyor. Devletin şu an millî eğitime ve kültüre yönelmesi gerekiyor. Çok düşünüyorum, insanımızı nasıl okumaya alıştıracağız? Eğer siz kendinizi tanımazsanız birileri sizi size tanıtır. Ama başka bir siz olursunuz.

Siyasetçilerin Kitap Okuması Lazım

Sultan Abdülhamid üzerine uzmansınız. Bir kesim son yıllardaki Türk siyasetini Abdülhamid dönemine benzer buluyor. Sizce de öyle mi?

Tam olarak değil. Yalnız dönem benziyor. Sultan Abdülhamid’e gelinceye kadar her tarafta düşmanlar Osmanlı’yı bitirmeye çalışıyorlardı. Bunlara karşı tek bir silahı vardı. O da Müslümanları birleştirmekti. AK Parti döneminde Müslümanlar ayağa kalktı ya, bütün dünya yine düşman. Bu haliyle tıpkı Abdülhamid dönemine benziyor.

Ama idarecilerimiz ne yazık ki Abdülhamid kadar dünyayı bilmiyorlar. Dört dil biliyordu ve dünyayı iyi takip ediyordu. Uzmanlarımız yok. Fransa’ya gittiğim dönemde oradaki oryantalistleri gördüm. Her ülkenin bir uzmanı vardı. Bizde var mı? Yok. Ama Osmanlı’da vardı. Ben bir dönem Viyana’da o öğrencilerim arasındanbu tür kişiler yetiştirmek istedim. Hatta iki öğrencimi Hindistan’a yolladım. Hintçe öğrendiler, fakat sonra para bulamadık. Böyle insanlar yetiştirmeliyiz. İlme değer vermek lazım.

Ümit kimi zaman Müslüman’ın sığınağı, kimi zaman da en güçlü silahıdır aslında. Ümitvâr mısınız?

Evet. Müslümanların Kur’an’ı okumaya dönmesi lazım. Ben ümitvârım. Madem ki konuşabiliyoruz, yazabiliyoruz, bunların tesiri olur inşallah. Çok az da olsa gençler, üniversite öğrencileri “Hocam ben ne yapayım?” diye soruyor. İşte bunlara ihtiyaç var. Bize düşen çalışmak. Biz görevimizi yaparsak Allah da verir. Özellikle siyasetle uğraşanların çok kitap okuması lazım.

Kaynak: Dünyabizim