Gazze Patlamanın Eşiğinde

'Gazze Ablukası,' geride bıraktığımız 12 yılda farklı aşamalardan geçti ve bugün, dünyanın en yoğun nüfusuna sahip kentlerinden birini patlamanın eşiğine getirdi

2006 yılının sonunda İsrail’in ve dahi küresel sistemin nefret ettiği HAMAS’ın, Filistin’de düzenlenen parlamento seçimlerini kazanıp Gazze’nin yönetimini eline almasını takiben başlayan “Gazze Ablukası”, birçok konuda uluslararası hukuku çiğnemek konusunda cömert davranan İsrail’in bir başka “hukuk dışılığı” olarak tarihteki yerini alıyor… 2006 yılında başlayan abluka geride bıraktığımız 12 yılda farklı aşamalardan geçti ve bugün, güncel konjonktürün de izin vermesiyle, dünyanın en yoğun nüfusuna sahip kentlerinden birini felaketin eşiğine getirdi. Mavi Marmara dâhil şu ana kadar ablukayı protesto amaçlı yapılan sayısız girişim ve dünya kamuoyundan gelen sayısız tepki de İsrail’i Gazze halkını toplu olarak cezalandırmaktan ve temel ihtiyaçlarından mahrum bırakmaktan geri döndüremedi.

Geçtiğimiz aylarda Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır ve Suudi Arabistan gibi Arap dünyasının “büyük abileri”, adeta bir “siyasi abluka” uygulayarak HAMAS’ı tavizler vermeye zorlamış ve Filistin Yönetimi’ni baskı altına almıştı. Bu siyasi abluka neticesinde verilen tavizlerin, daha doğrusu Filistin içerisindeki dinamiklerle “büyük abilerin istediği şekilde” oynanmasının,  en azından, günlük ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanır hâle gelen Gazzelilere biraz nefes aldıracak imkânları beraberinde getireceği umulmuştu. Öyle ki Mısır’ın hamiliğinde HAMAS’a verdirilen tavizler sonrasında Gazze sokaklarında Mısır’daki cunta yönetiminin Cumhurbaşkanı Abdelfettah Sisi’nin posterleri asılır olmuştu.

                                                                           1

Ancak verilen tavizler ve asılan posterler de işe yaramışa benzemiyor… Gazze’den gelen haberler, hayatın durma noktasında olduğu yönünde. Bu ürpertici manzaraya geçmeden önce çok kısaca Gazze Ablukası’nın ne olduğunu ve hukuki (esasında gayrıhukuki demek daha doğru) temelini hatırlayalım:

“Abluka,” uluslararası hukuka göre düşman kıyılarına önceden belirlenen bir mesafe dâhilinde her türlü ticari faaliyetin yasaklanmasıdır ve amaç “düşmanı” kuşatma altına alıp tüm ticari ilişkilerini keserek savaşın sürdürülebilmesinin önüne geçmektir. Her ne kadar ablukanın şart ve kurallarını kodifiye eden ve tüm devletler için bağlayıcılığı olan bir uluslararası sözleşme yoksa da uluslararası hukukun temel kaynakları arasında yer alan uluslararası örf ve adet (teamül) hukukundan kaynaklı bazı şartların varlığı kabul edilmektedir: Uluslararası bir çatışmanın varlığı, ablukanın ilân edilmesi, gereklilik, orantılılık ve haklılık gibi…

Tüm devletler için bağlayıcı olmamakla birlikte önemli bir referans kaynağı olan Denizde Silahlı Çatışmalara Uygulanacak Uluslararası Hukuka İlişkin Sen Remo Düzenlemesi de ablukaya dair önemli kuralları ihtiva etmektedir. Örneğin 102. Madde’nin (a) fıkrasına göre, uygulanacak/uygulanan abluka, “sivil halkın açlıktan kırılmasına veya en temel ihtiyaçlarının karşılanmasına engel teşkil etmemeli ve (b) fıkrasında, ablukadan beklenen askerî avantajın sivil halk üzerinde sebebiyet vereceği zararları aşmaması gerekmektedir. Ayrıca İsrail de dâhil olmak üzere 196 devletin taraf olduğu ve 4. Cenevre Sözleşmesi’nin 33. Maddesi, düşman görülen tarafın halkının toplu olarak cezalandırılmasını kesin olarak yasaklamaktadır. İsrail’in Gazze’ye şu an uyguladığı ablukanın ise tüm bu normları ihlâl ettiği su götürmez bir gerçektir. Zira daha en baştan “haklılık kriterini” dahi karşıladığı söylenemeyecek, bu uygulama, Gazze halkının temel gıda ihtiyaçlarından medikal araç-gereçlerine, telekomünikasyon sistemlerinden enerji kaynaklarına kadar her şeyini ama her şeyini “abluka altına alarak” Gazze’yi bir “açık hava hapishanesine” dönüştürmektedir. Kısacası, karşımızda A’dan Z’ye uluslararası hukuka aykırı bir vaka vardır.

Tüm bu “hukuksuzluk” yetmezmiş gibi İsrail’in abluka sürecinde Gazze’yi defalarca bombardımana tabi tutması, 3 acımasız savaşa maruz bırakması ve bu saldırılar sebebiyle, “açık hava hapishanesindeki” binlerce insanın ölmesi ve kat kat fazlasının yaralanmış olması da ayrıca not edilmelidir. Bu saldırılarda İsrail’in toplamda 30,000 tona yakın patlayıcı kullandığına dair istatistikler abluka içerisindeki kentin maruz kaldığı saldırganlığın boyutunu anlatmaya yetecektir.

Sonuç olarak, uluslararası hukukun İsrail’in yaptıklarını onayamayacağı -aynı Kudüs meselesinde olduğu gibi- nettir.  Ancak İsrail de ihlâllerini pervasızca devam ettirmek hususunda bir o kadar nettir.  Bu sebeple, hukuk ile fiili gerçekliğin arasındaki makasın bu kadar açıldığı, hukukun bu kadar “etkisizleştiği” bir durumda hukuki zemini hatırdan çıkarmamak ama esas olarak fiili durumu konuşmak daha anlamlı geliyor…

Gazzelilerin Trajedisi

En başta belirttiğimiz gibi 12 yıldır devam eden abluka farklı aşamalardan geçtiği ve bu dönemin her yılı, her aşaması aynı tesire sahip olmadı. Ancak şu an Gazzelilerden bizlere ulaşan haberlere bakılırsa 2017’nın şu ana kadarki en zorlu yıl olduğu ve hâliyle dip noktanın görüldüğü söyleniyor. Henüz Şubat ayının başında Gazze Belediye Başkanı Nizar Hicazi’nin, “Gazze, gerçek bir felaketin alarmını veriyor.” feryadını basında okumuştuk.[1] Hicazi, yaptığı açıklamada, Birleşmiş Milletler’den (BM) gelen yardımın kesilmesinin doğurduğu olumsuz sonuçlardan dem vuruyordu. Bizzat tanıdığım Gazzeli dostlarımızdan gelen haberler de Hicazi’nin açıklamalarıyla aynı doğrultuda. Daha düne kadar Gazze standartlarında iyi hâlli sayılabilecek akrabalarının bugün para kazanamayacak duruma geldiğini, insanların domates almak için dahi borç aldıklarını söylüyorlar.

Manzara şu ki artık Gazze’de uzun süreli elektrik kesintilerinden şikâyet edilen günlere bile özlemle bakılabilir. Çünkü artık daha temel ihtiyaçlar dahi karşılanamıyor. En temel ilaçlar bir yana, medikal aletler yok. En temel gıdalar konusunda büyük eksiklik var. Ekonomi ve piyasa durmuş hâlde.

Nitekim yazımıza ilham olan Euromed Monitor’un hazırladığı son derece kapsamlı, başarılı ve bu sebeple de iç parçalayıcı rapor bahsettiğimiz “yoksunluk hâlini” net bir şekilde ortaya koyuyor. Bunların sadece bazılarını paylaşmak dahi işin vahametini anlamaya yetecektir:

En temel ihtiyaçtan, yani sudan başlayalım. Gazze’deki suların %97’si insan tüketimine uygun durumda değildir.

Bir diğer temel ihtiyaç olan sağlık imkânları hususunda ise durum içler acısıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, artık gerekli medikal araç-gerecin dahi dörtte birinden fazlası mevcut bulunmazken, ihtiyaç duyulan ilaçların neredeyse yarısı stoklarda bulunmamaktadır. Son yıllarda ayyuka çıkmış olan elektrik probleminin had safhaya varmasıyla hastaneler en acil ameliyatlar dışındaki ameliyatları yapamaz hâle gelmiştir. Raporda diğer ameliyatlar için bekleme süresinin 2017 sonu itibariyle 10-15 aya çıktığı belirtilmektedir. Ayrıca 2017 yılında, dışarıda tedavi başvurularının sadece %54’ü İsrail tarafından onaylanmıştır ki bu da ablukanın başlangıcından bu yana görülmüş en düşük orandır. 

Gazze’de ekonomik hayat durmuş durumdadır. Ablukanın katılaşması, dış yardımların kesintiye uğraması, Mısır’ın Refah Sınır Kapısı’nı neredeyse tüm sene kapalı tutması; ayrıca Erez, Kerem Shalom sınır kapılarından olan girişlerin ciddi ölçüde düşmesi (Erez’den yapılan giriş-çıkışlar 2017’de bir önceki seneye göre neredeyse yarı yarıya düşmüştür) ve iç politik karışıklıklar gibi birkaç sebebin bir araya gelmesiyle birlikte memurların maaş ödemelerinin yapılamaması ve Gazze içine mal girişinin ciddi ölçüde azalması durumları ortaya çıkmıştır. Hâliyle ekonomik döngüyü sağlayacak temel koşullar ortadan kalkmıştır. Gazze’den gelen haberlere bakılırsa, daha önce de ciddi bir “yoksulluk ve yoksunluk” çeken Gazze’nin 2017 itibariyle içerisine düştüğü hâl geçmiş seneleri mumla aratacak durumdadır. Eskiden temel ihtiyaçlarını karşılayabilen, hatta görece durumu iyi olan birçok Gazzeli aile dahi şu an yoksulluk sınırının altına düşmüştür. Rapora göre, Gazze halkının %43,6’sı işsizdir ve %65’i yoksulluk seviyesinde yaşamaktadır.

Gazze’de Şu An Neler Oluyor?

Gazzeli bir arkadaşımın kendi çevresinden alarak aktardığı haberler, tabloyu daha da ürkütücü hâle getiriyor. Duyumlardan anlaşılan o ki Gazze’de bir çatışmanın çıkmasını an meselesi olarak görülüyor. Böyle bir çatışma, Gazze’de bir isyanın patlak vermesinden kaynaklanabileceği gibi arka plânda işleyen başka bir “dış denklemin” sonucunda da ortaya çıkabilir. Gazze’den gelen haberlere göre, şu an Gazze ile İsrail’in hâkim olduğu işgal toprakları arasındaki sınır bölgesinde alışılmadık ölçüde tank hareketliliğine şahit olunuyor. Aynı zamanda, yine Gazze sınırında ABD ve İsrail askerlerinin ortak katılımıyla süren geniş çaplı bir askeri tatbikat mevcut. Gazze’nin Mısır ile olan sınır bölgesinde ise bir kısım alandaki Mısırlıların tahliye edildiği ve binaların boşaltıldığı söylentisi var.

Nitekim küresel siyaset sahnesinde son dönemlerde yaşanan bazı gelişmeler de bu kaygıları arttıracak şekilde tabloyu tamamlıyor:

ABD’deki Trump yönetiminin sansasyonel Kudüs hamlesi, yakın geleceğin oldukça radikal değişimlere sahne olabileceğinin bir sinyaliydi. Öte yandan, Trump yönetimi ile derin bir işbirliği içerisinde olan Suudi Arabistan ile BAE’nin genç -ve fiili olarak kendi devletlerinin liderleri olarak hareket eden- veliahtlarının, ayrıca Mısır yönetiminin Filistin meselesini başlarından def edercesine çözmek istedikleri aşikâr. Bu yönetimler, kendi bölgesel ajandalarını uygulama hususunda omuzlarında bir yük olarak gördükleri Filistin meselesini, hiç de Filistinlilerin vicdanına ve insafına kabul edilmeyecek bir şekilde neticeye bağlamak pahasına da olsa çözme arzusu taşıyorlar. Filistin ve Ürdün yönetimlerinin de siyasi baskı ile bu formüle razı edilme ısrarının arkasında bu “kesin çözüm” talebi yatıyor. Nitekim bu arzu, Trump yönetiminin ajandası ile de paralellik gösteriyor gibi gözüküyor. Tüm bu aktörlerin ortak nefret objesi olan HAMAS’ın bu denklem karşısında atmak zorunda kaldığı geri adımlar söz konusu ajandanın işleyişini frenleyemiyor. New York Times’ın geçtiğimiz haftalarda yayımladığı ve Mısır istihbaratının Kudüs meselesine dair basınla yaptığı görüşmelerden sızan ses kayıtları[2] aslında yukarıda bahsettiğimiz Körfez-Mısır ekseni nezdinde şu an yürürlükte olan devlet aklının nasıl işlediğinin bir özeti gibi.

ABD’nin henüz attığı bazı adımlar da bu çerçevede değerlendirmeye değer. HAMAS lideri İsmail Haniye’nin terör listesine alınması ve ABD’nin Gazze’yi ekonomik olarak derinden etkileyecek bir şekilde, 16 Ocak'ta Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu'na (UNRWA) verilecek 125 milyon dolarlık yardımın 65 milyon dolarlık bölümünü "gözden geçirilmek üzere" askıya alması çemberi daraltıcı hazırlık hamleleri gibi gözüküyor.

Elbette tüm bunlar, şu an için, Gazze’deki duyumlarla ve son aylardaki gelişmelerle birleştirilince ortaya koyabildiğimiz ve sezgisel olarak kurgulanabilen bir senaryo konumunda. Ancak bizzat Gazze’deki kaynaklardan bize yansıyan atmosfer, bu senaryonun hiç de boş bir kurgu olarak kalmayabileceği yönünde bir beklenti doğmasına yetiyor.

NOT: Euromed Monitor’un raporunun özeti denebilecek bu videoyu yaymak bir nebze olsun kamuoyu oluşturmak için faydalı olabilir: https://www.youtube.com/watch?v=Iuv4HVCvY8E

[1] https://www.yenisafak.com/dunya/gazzede-durum-icler-acisi-3089116

[2] https://www.nytimes.com/2018/01/06/world/middleeast/egypt-jerusalem-talk-shows.html

Kaynak: dünya bülteni