Resûlullah, nübüvvet hayatı boyunca nâzil olan âyetleri bir yandan tebliğ ederek ve namazda okuyarak onların ezberlenmesini sağlamış, diğer yandan bu âyetleri yazıyla tesbit ettirmiştir. Onun gözetiminde âyetleri yazıya geçiren sahâbîlere “vahiy kâtibi” denilmiştir. Tamamı bir nüsha haline getirilmemiş ve sûreleri bugünkü tertibe göre sıralanmamış olsa da Kur’an’ın Hz. Peygamber tarafından yazıya geçirilmesinin sağlandığı hususunda müslümanlar arasında ihtilâf yoktur. Kur’an’ın Resûl-i Ekrem döneminde bir kitap haline gelmemesi, onun vefatından kısa bir zaman öncesine kadar vahyin devam etmesi ve nesih ihtimali gibi sebeplere dayandırılmaktadır.
Kur’an’da, vahyedilen âyetlerin Resûlullah’ın emriyle yazıldığına dair açık bilgi yoksa da bazı işaretler bulunmaktadır. Bunlardan biri, müşriklerin Hz. Muhammed’in okuduğu Kur’an’ın başkalarına yazdırdığı eskilere ait masallardan ibaret bulunduğu şeklindeki iddialarını reddeden âyettir. Abese sûresinde zikredilen (80/11-16) “saygın ve erdemli elçilerin ellerindeki değerli sahîfeler” ifadesinde geçen yazıcıların melekler, sahîfelerin de levh-i mahfûz olduğu şeklinde yaygın bir kanaat varsa da bu ikisini kâtipler ve Kur’an âyetleri diye yorumlayan müfessirler de mevcuttur.
Vahyin Hz. Peygamber zamanında yazıya geçirildiğine dair en önemli delil, onun vefatından kısa bir süre sonra Halife Ebû Bekir zamanında Kur’an’ın bir araya getirilmesi çalışmalarına başlandığında âyetlerin tamamının farklı sahâbîler nezdinde çeşitli malzemeye yazılmış olarak bulunmasıdır. Resûl-i Ekrem, âyetlerin nüzûlü esnasında vahiy kâtiplerinden birini çağırır ve bunları yazdırırdı. Özellikle Medine döneminde Resûlullah’ın yakın komşularından Zeyd b. Sâbit, yeni nâzil olan âyetleri yazmak üzere çağrılan ve yazı malzemesini de yanına alması tâlimatı verilen isimlerin başında gelir. Öte yandan Resûlullah’ın, “Benim sözlerimi yazmayın, Kur’an’dan başka benim sözlerimden bir şey yazan varsa onu imha etsin” şeklindeki emri vahyin resmî kâtiplerin yanı sıra diğer sahâbîler tarafından da yazıya geçirildiğini göstermektedir.
İlk inen âyetlerin genelde kısa olması sebebiyle güçlü bir hâfızaya sahip Arap toplumunda hemen ezberlendiği ve o günün şartları sebebiyle vahiylerin düzenli biçimde yazıya aktarılması işine sonradan başlandığı düşünülebilir. Bununla birlikte bazı rivayetler yazım işinin Mekke döneminde de yapıldığını ortaya koymaktadır. Bu rivayetlerin başında nübüvvetin beşinci yılında Ömer b. Hattâb’ın müslüman oluşundan söz eden rivayet gelmektedir. Nitekim Ömer’in kız kardeşinin evinde Tâhâ ve Tekvîr sûrelerinin ilk âyetlerini yazılı şekilde gördüğü ve okuduğu bu rivayetten anlaşılmaktadır.
Resûlullah’ın yeni gelen âyetleri vahiy kâtiplerine ne şekilde yazdırdığı konusunda da bazı rivayetler vardır. Zeyd b. Sâbit’ten nakledildiğine göre Resûl-i Ekrem âyetleri yazdırdıktan sonra kâtiplerin yazdıklarını okumalarını ister, bir hata varsa onu tashih ettirirdi. Hz. Peygamber vahiy kâtiplerine sadece yeni inen âyeti yazdırmakla kalmaz, “Bu âyeti şu şu hususların zikredildiği sûrenin içine koyun” demek suretiyle o âyetin yazılacağı yeri de bildirirdi. Kendisine bu sıralamayı Cebrâil’in öğrettiği nakledilmektedir.
Vahiy kâtiplerinin yazdığı âyetlerin nerede muhafaza edildiği hususu tartışmalıdır. Bazı âlimler, Resûl-i Ekrem’in evinde saklandığını kabul ederken sahâbîlerin âyetleri daha rahat kopya edebilmesi için onların vahiy kâtiplerinin yanında kaldığı görüşünü tercih edenler de vardır. Hz. Ebû Bekir döneminde Kur’an’ın cemedilmesiyle ilgili rivayetlerde yazılı âyetlerin Resûlullah’ın evinde topluca bulunduğu bilgisine rastlanmamakta, farklı sahâbîlerin elinde dağınık şekilde bulunan âyetlerin bir araya getirildiğinden söz edilmektedir. Buna göre âyetlerin vahiy kâtipleri nezdinde muhafaza edildiği görüşü daha mâkul görünmektedir.
Vahiy kâtiplerinin sayısı hakkında farklı rivayetler nakledilmiş, ilk kaynaklardan itibaren bu sayı giderek artmıştır. Bu konudaki farklılığın en önemli sebebi vahiy kâtipleriyle mektup, ahidnâme, ganimet kayıtları vb. hususlarda kâtiplik yapanların ayırt edilememesidir. İlgili rivayetlerden kâtipler arasında iş bölümünün olduğu ve vahiy yazımında sadece belirli isimlerin görev aldığı anlaşılmaktadır.
Vahiy kâtipleri arasında Zeyd b. Sâbit başta gelmektedir. Diğer taraftan Medine’deki ilk vahiy kâtipliğini Übey b. Kâ‘b’ın yaptığı ve onun yokluğunda Zeyd b. Sâbit’in bu görevi yerine getirdiği ifade edilmektedir.