Tâif

Hicaz’ın üç önemli şehrinden biri olup Mekke’nin 88 km. doğusundadır. Tâif, Hicaz’ın kış aylarında iklimi en soğuk yerleşim birimidir. Yazın mutedil havası sebebiyle günümüzde olduğu gibi Mekke eşrafının tarih boyunca sayfiye şehri özelliği kazanmıştır. Zengin su kaynaklarına, verimli topraklara sahip olan ve bazı coğrafyacılar tarafından Necid bölgesinden sayılan şehir aynı zamanda Arabistan’ın doğu, batı ve güneyden gelen yollarının kesişme noktasında yer almakta ve Haremeyn’e açılan doğu kapısı vasfını taşımaktadır. Sur içinde iç kale bulunuyor, geceleri kapılar kapanıyordu. 1947’de şehir planında yapılan düzenlemeler sebebiyle önemli kısmı ortadan kaldırılıncaya kadar ayakta kalan surların bazı bölümleri aslına uygun biçimde restore edilmiştir.

Tâif’in şehir olarak ortaya çıkmasında en büyük pay Benî Sakīf’in atası Kasî b. Münebbih’e aittir. İyâd’a mensup olan Kasî III. yüzyılın başlarında kabilesiyle birlikte Vecc’e gelerek buraya yerleşti. Kays Aylân’ın reisi Âmir b. Zarib el-Advânî’den eman alıp Hevâzin’e katıldı ve onun kızıyla evlendi. Kasî tarafından getirilen üzüm çubuklarının dikilmesiyle ziraat önem kazandı. Çeşitli meyve ağaçlarının yetiştiği bahçe ve bağlar oluşturuldu. Sulama işlerine önem verilip dere ağızlarına bent ve barajlar yapıldı. Hayvancılık ve tarımla uğraşan Sakīfliler, Tâif’i bayındır bir yerleşim merkezi haline getirdilerse de Âmiroğulları ile aralarında çıkan düşmanlık yüzünden şehri terketmek zorunda kaldılar. Ancak çobanlıkla uğraşan Âmiroğulları, tarım alanında başarılı olamayınca Vec’deki bağ ve bahçeleri işlemeleri için Sakīfliler’in Tâif’e dönmesine izin verdiler. Tâif’e dönmelerinin ardından giderek nüfusları artan Sakīfliler tekrar başlayan mücadeleyi kazandılar ve Âmiroğulları’nı vadiden çıkarıp şehirde hâkimiyeti ele geçirdiler.

Tâif, Benî Sakīf’in hâkimiyetinden itibaren Arabistan’da hem dinî hem ticarî bir merkez olan Mekke’den sonra en önemli şehir haline geldi. Bostan ve bahçeleriyle ünlü Tâif başta Mekke olmak üzere civardaki şehirlerin meyve ve sebze ihtiyacını karşılıyordu. Tarım ve hayvancılık yanında çeşitli el sanatları ve ticarette de ilerlemişti. Kuru üzüm, şarap, zeytinyağı ve bal üretiminde meşhurdu ve deri işlemeciliğinde bütün Arabistan’da tanınıyordu. Mekke’den başka Bizans ve Sâsânîler ile ticarî ilişkiler kuruldu. Tâif’te üretilen malların önemli bir kısmının Suriye’den Horasan’a kadar pazarlanması işi Mekkeli tüccarlar tarafından yapıldı. Özellikle hac seferleri ve bu güzergâhta kurulan panayırlar ticarî canlılığı daha da arttırıyordu. Tâif’teki üretim bolluğu başta Ukâz olmak üzere yakın bölgelerde panayırların kurulmasına zemin hazırladı. Başlangıçta bu panayırlara üretici sıfatıyla katılan Tâifliler giderek Arabistan’ın en maharetli tüccarları arasında anılmaya başlandı. Tâifli tüccarlar tarım ve ticaretten elde ettikleri geliri faiz karşılığı borç verirlerdi. İslâm öncesinde Arabistan’ın en ünlü tefecileri arasında çok miktarda Tâifli vardı. Tâif ile Mekke ve Yemen arasında sıkı ticarî ilişkiler kurulmuştu. Hîre-Tâif-Yemen kervan yolunu kontrol altına alma istekleri bazan silâhlı çatışmalara yol açıyordu. Bazı Tâifliler ticarî maksatlarla Mekke’de otururdu. Öte yandan Tâif’teki ekonomik canlılık, özellikle para işlerini yürüten çok sayıda yahudi için burayı önemli bir merkez haline getirmişti.

Tâifliler’le Mekke halkı arasında köklü bir akrabalık bağı vardı. Bu dönemde Kureyş ile Sakīf karşılıklı evlilikler yoluyla akrabalıklar kurmuştu. Mekke’nin Arabistan’da en önemli dinî merkez oluşundan duydukları rahatsızlık sebebiyle Tâifliler, Kâbe’ye karşılık içinde beyaz taştan Lât putunun bulunduğu bir mâbed inşa ettiler. Tâif, İslâm öncesi Arap toplumunda büyük saygı gören Lât putunun kutsal mekânı idi.

Tâif’te şair Ümeyye b. Ebü’s-Salt gibi Hanîf dinine mensup kişiler de bulunmaktaydı ve bunlardan bazıları peygamber olarak görevlendirileceğini umuyordu. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, Kureyş liderlerinden Velîd b. Mugīre’nin, kendisi ve Benî Sakīf’in ileri gelenleri varken peygamberlik görevinin Hz. Muhammed’e verilmesini yadırgamasıyla ilgili sözlerine işaret edilmektedir. Resûl-i Ekrem risâletle görevlendirildiğinde Tâifliler’in ilk tepkisi olumsuz oldu. Resûlullah, peygamberliğinin onuncu yılının şevval ayında Mekke müşriklerinin tavırlarını gittikçe sertleştirmeleri üzerine davetini Mekke dışındaki bir merkeze götürmeyi düşündü ve yanına Zeyd b. Hârise’yi alarak Sakīfliler’i İslâm’a davet edip himayelerine sığınmak amacıyla Tâif’e gitti. Ancak Hz. Peygamber’in davetine karşı çıkan Tâifliler kendisiyle alay edip onu taşlattılar. Resûlullah, Tâif’te yaşadıklarının kendisi için Uhud gününden daha şiddetli olduğunu söylemiştir.

Tâif Gazvesi. Mekkeliler’le aralarındaki çekişmelere rağmen İslâm davetine karşı Mekke müşriklerinin safında yer alan Tâifliler bu tavırlarını hicretten sonra da sürdürdüler. Müşriklerin yanında başta Uhud ve Hendek gazveleri olmak üzere Medine’ye karşı yürütülen her mücadeleye katıldılar. Arap kabileleri içerisinde Hz. Peygamber’e düşmanlık konusunda en ileride olan Sakīfliler’in bu tutumları sebebiyle Tâif, bu yıllarda Resûl-i Ekrem’i ve müslümanları hicveden şairler ve İslâm karşıtları için bir sığınak vazifesi görüyordu. Dolayısıyla Benî Süleym ve Benî Hevâzin gibi Sakīfliler de Resûlullah’ın en önemli hedeflerinden biri haline gelmişti. Hevâzinliler, Resûlullah’ın büyük bir ordu ile Medine’den yola çıktığını haber alınca onun kendi üzerlerine yürüyeceğini düşündüler ve savaş hazırlıklarına başladılar. Bu sırada Tâifliler surlarla çevrili şehirlerinin savunmasını güçlendirmeye çalışıyordu. Urve b. Mes‘ûd ile Gaylân b. Seleme’yi mancınık, arrâde ve dabr gibi savaş araçlarının yapımını öğrenmeleri için Yemen’in Cüreş şehrine göndermişlerdi. Urve ve Gaylân’ın bu görevleri dolayısıyla Huneyn ve Tâif gazvelerine katılamamaları Tâifliler’in bu hazırlıklarını ortaya koymaktadır.

Hz. Peygamber’in Mekke’nin fethinden sonra Tâif yolu üzerindeki Nahle’de bulunan Uzzâ putunu yıktırması, aynı âkıbetin kendi putları Lât’ın da başına geleceğini düşünen Sakīfliler’i telâşlandırdığından hemen harekete geçtiler ve bu sırada müslümanlarla savaşa hazırlanan Hevâzin lideri Mâlik b. Avf’ın Evtâs’ta toplanan ordusuna katıldılar. Huneyn Gazvesi’nde yetmiş kişiden fazla kayıp verdiler. Yenilginin ardından kaçan Sakīfliler, Hevâzinliler’in büyük bir kısmı ve kumandanları Mâlik b. Avf Tâif’e sığındı. Savaştan kaçanların bir kısmı Evtâs’a, geri kalanlar Nahle’ye çekildi. Savaşın ertesi günü bir birliği Evtâs’a, bir birliği Nahle’ye sevkeden Resûl-i Ekrem kendisi ordusunun büyük kısmıyla Tâif üzerine gitmeye karar verdi. Tâif’e hareketinden önce Tufeyl b. Amr ed-Devsî’yi Mekke ile Yemen arasındaki Zülkeffeyn putunu yıkmak için gönderdi ve ondan kabilesinin Tâif Gazvesi’ne iştirakini sağlamasını istedi. Ardından Hâlid b. Velîd’i öncü birliklerin başında Tâif üzerine sevketti. Öte yandan Tâif’e ulaşan Sakīfli ve Hevâzinliler şehir surlarının kapılarını kapatarak savaş hazırlıklarına başladılar. Kuşatmanın uzun sürebileceğini düşünüp kalede bir yıllık erzak depoladılar ve taş toplayıp bunları atacak sapanlar hazırladılar. Tâif’e varan Hâlid b. Velîd, Sakīfliler’in kalelerine sığınıp savaş halinde beklediklerini görünce kalenin yakınındaki bir yerde karargâh kurdu ve onlarla görüşme talebinde bulundu. Hâlid de onlara kalelerine güvenen Medine ve Hayber yahudilerinin sonunda Resûlullah’ın verdiği karara razı olarak kalelerinden çıkmak zorunda kaldıklarını hatırlattı ve bölgedeki müslümanların kendileriyle savaşacağını söyleyip onları teslim olmaya çağırdı; fakat Tâifliler tavırlarını değiştirmediler.

Tâif’in müstahkem surları ve Sakīfliler’in savunma teknikleri sebebiyle başarı sağlanamayınca Hz. Peygamber mancınık kullanmaya karar verdi. İslâm tarihinde ilk defa burada kullanılan mancınığın yanı sıra debbâbe ve dabr araçlarından faydalanıldı. Resûl-i Ekrem ayrıca giriş çıkışı imkânsız hale getirmek için ordugâhın çevresine ve surların etrafına dikenli çalılar koydurdu. Kuşatma esnasında sahâbîlerden bazıları debbâbenin altına girip surlara yaklaşmayı başardı. Ancak Tâifliler, üzerlerine ateşte kızdırılmış demirler atarak onları debbâbeden çıkmak zorunda bıraktı. Bu sırada atılan oklar ve kızgın demirlerle bazıları yaralandı, bazıları da şehid oldu. Resûlullah, Sakīfliler’i teslime zorlamak için Tâif’in nâdir üzümler yetiştirdikleri bağlarının tahrip edilmesini emretti. Bunu gören Tâifliler’in Allah rızası için ve akrabalıkları hatırına bundan vazgeçmesini istemeleri üzerine, “Ben üzüm asmalarınızı Allah’ın rızasını ve akrabalık hakkını gözeterek bırakıyorum” diyerek bunu durdurdu. Hz. Peygamber diğer bir tedbir olarak Tâif’ten çıkıp kendilerine sığınacak kölelerin âzat edileceğini ilân etti. Bunun üzerine yirmi veya kırk civarında köle kaleden çıkıp müslümanlara katıldı. Tâifliler müslüman olduktan sonra Resûlullah’tan bu kişilerin geri verilmesini istemiş, ancak Hz. Peygamber, “Onlar Allah’ın kendilerine hürriyet verdiği kimselerdir” diyerek bunu kabul etmemiştir.

Yaklaşık bir ay süren kuşatmadan bir netice alınamayınca Hz. Peygamber bazı sahâbîlerle yaptığı istişarenin ardından kuşatmayı kaldırmaya karar verdi.  Tâif Gazvesi’nde on bir sahâbî şehid oldu. Kuşatmanın ardından geriye dönüş sırasında çekilen sıkıntılardan dolayı Resûlullah’tan Tâifliler’e beddua etmesi istenmiş, fakat o, “Allahım! Sakīfoğulları’na hidayet nasip eyle; onları müslüman olarak bize gönder” demiştir. Resûl-i Ekrem’in bu sözleri, Tâif’in kan dökülerek fethedilmesini istemediği ve Tâif halkının İslâm’ı kabul etmesi beklentisiyle fethi tehir ettiği şeklinde de yorumlanmıştı.

Kısa bir süre sonra Tâif ileri gelenlerinden Urve b. Mes‘ûd Medine’ye gelip İslâmiyet’i kabul etti . Urve’nin öldürülmesinden ve Mâlik b. Avf’ın baskılarından rahatsız olan, ayrıca Mekke pazarını kaybeden Tâifliler 9 yılında Medine’ye bir heyet göndermeye karar verdiler. Benî Mâlik ve Ahlâf kabilelerinden seçilen altı kişilik heyet Abdüyâlîl b. Amr başkanlığında ramazan ayında Medine’ye geldi. Mescid-i Nebevî’nin kenarında kurulan çadırlarda ağırlanan heyet namazdan ve zekâttan muaf tutulmaları, Lât’a dokunulmaması, Tâif’in kutsal bölge ilân edilmesi, içki ve faize izin verilmesi gibi şartlarla müslüman olabileceklerini söylediler. Hz. Peygamber, onları bir süreliğine zekâttan ve cihada katılmaktan muaf tutmayı kabul ettikten sonra heyetin en genç üyesi olan ve dine ilgisinden dolayı dikkat çeken Osman b. Ebü’l-Âs’ı Tâif’e vali tayin etti. Tâif ve çevresine öğretim ve tebliğ faaliyetleri için Medine’den muallimler gönderildi. Bu arada şehirde çok eşlilik yaygın olduğu için bunun İslâmî kurallara uygun hale getirilmesi emredildi. Resûl-i Ekrem’in Tâif’in kutsal belde ilân edilmesi isteğini de kabul ettiği bildirilmektedir. Muhammed Hamîdullah, bununla Tâif şehrinin millî bir park haline getirilmesi ve tabii güzelliklerinin korunmasının amaçlandığını söyler. Osman b. Ebü’l-Âs, Hz. Ebû Bekir’in halifeliğinin ilk günlerinde şehirde baş gösteren irtidad hareketlerini önlediği gibi onun gönderdiği birlikler önce Ezd, Becîle ve Has‘am kabilelerinden irtidad edenlerle, ardından Yemen ve diğer bölgelerdeki isyancılarla savaştı. Tâif, Hz. Ömer zamanından itibaren vergi konusunda Arabistan’daki diğer bölgelerle eşit hale geldi ve başlangıçta tanınan imtiyazlar kaldırıldı. Resûlullah’ın Tâif kuşatmasında karargâh ve mescid olarak kullandığı mevkide Tâifliler bir cami yaptırdılar; ayrıca Hz. Peygamber’in isteğiyle daha önce Lât’ın bulunduğu yerde bir mescid inşa ettiler. Tâif, Resûl-i Ekrem’in sağlığında sürgün yeri olarak kullanılıyordu. Nitekim Mekke’nin fethi sırasında müslüman olduktan sonra Medine’ye gelen ve Resûlullah’a karşı uygunsuz davranışlarda bulunan Hakem b. Ebü’l-Âs Tâif’e sürgüne gönderilmiş ve ancak Hz. Osman’ın halifeliği sırasında geri dönebilmiştir.

Tâifliler, Hulefâ-yi Râşidîn döneminden itibaren gerek askerlik gerekse bürokrasi alanlarında önemli görevlere getirildiler ve Hz. Osman zamanından itibaren bürokrasideki etkinliklerini arttırmaya başladılar. Hz. Ali - Muâviye mücadelesine doğrudan katılmadılar. Hz. Ali’nin Hâricîler tarafından şehid edilmesinin ardından Ümeyyeoğulları’na daha da yaklaştılar. İslâm öncesinde Mekke ile Tâif arasındaki içtimaî ve ticarî yakınlık Emevîler’in iktidarıyla tekrar eski haline kavuştu. Mugīre b. Şu‘be, Ziyâd b. Ebîh ve oğlu Ubeydullah, Muâviye yönetiminde, daha sonraki dönemde Haccâc b. Yûsuf ve Yûsuf b. Ömer gibi Tâifliler, Emevî iktidarının sürmesinde önemli rol oynadılar. Emevîler devrinde Tâif bazan müstakil bir vali tarafından yönetilmekle birlikte genellikle Mekke ve Medine ile veya bu iki merkezden biriyle beraber yönetiliyordu. Muâviye, Emevîler’den birini yönetici tayin edeceği zaman onu önce Tâif’e gönderiyor, orada başarılı olursa Tâif’le birlikte Mekke’yi, eğer bu ikisinde başarılı olursa bunlara Medine’yi ekliyordu.

Abbâsîler’in iktidara gelmesiyle birlikte giderek önemini yitirip küçük bir şehre dönüşen Tâif genellikle Mekke valisi tarafından tayin edilen bir nâible yönetiliyordu. Abbâsî-Fâtımî rekabetinde Mekke valisi kimin adına hutbe okutursa Tâif’teki nâibi de onun adına okutuyordu. Tâif’te bir ara Sultan Sencer adına hutbe okundu.

Tâif, Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı zaptının ardından Osmanlı idaresi altına girdi. Şehrin yönetimi Mekke şeriflerine bırakıldı. Ancak Osmanlılar, Tâif’i Hicaz bölgesinin önemli bir askerî merkezi haline getirmeyi ihmal etmedi. Abdülazîz b. Muhammed b. Suûd’un oğlu Suûd emrindeki ordu Şubat 1803’te Tâif’i ele geçirerek yağmalad. Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın, oğlu Tosun Paşa kumandasında gönderdiği ordu Medine ve Mekke’den sonra Tâif’i Vehhâbîler’den geri aldı. Tekrar şeriflerin yönetimine bırakılan Tâif, 1864 tarihli Vilâyet Kanunu’na göre vilâyete dönüştürülen Hicaz eyaletinin Mekke sancağına bağlı nahiye merkezi oldu.