İslâm tarihinde bir dönüm noktası olan Resûl-i Ekrem’in Mekke’den Medine’ye hicretinden sonra gerçekleştirilen ilk faaliyetlerden biri Mescid-i Nebevî’nin inşasıdır. Bizzat Hz. Peygamber tarafından yaptırılan iki mescidden biri olan, Mescid-i Nebevî onun Medine’deki bütün faaliyetlerinin merkezinde yer almış ve fonksiyonları bakımından sonraki dönemde kurulan camilere örnek teşkil etmiştir. Mescid-i Nebevî fazilet bakımından Mescid-i Harâm’dan sonra gelir.
Akabe’de Hz. Peygamber’e ilk biat eden Es‘ad b. Zürâre, hicretten önce Medine’de bir hurma kurutma yerinin etrafını duvarla çevirerek mescid haline getirmişti. Resûl-i Ekrem 12 Rebîülevvel Cuma günü Medine’ye girdiğinde kendisini davet edenleri kırmamak için devesi Kasvâ’nın salıverilmesini ve onun çöktüğü yere en yakın evde konaklayacağını söyledi. Kasvâ’nın Mâlik b. Neccâr oğullarının evlerinin önünde hurma kurutulan bir düzlükte çökmesi üzerine Resûlullah buraya en yakın evin sahibi Ebû Eyyûb el-Ensârî’ye misafir oldu. Sehl ve Süheyl adlarında iki yetim çocuğa ait olan arsayı mescid yapmak üzere sahiplerinden 10 dinar karşılığında satın aldı. Bu engebeli ve çalılık alanın zemin düzenlenmesi yapıldıktan sonra yaklaşık 3 arşın derinliğindeki temeline ilk taşı Hz. Peygamber koydu. Rebîülevvel ayında inşasına başlanan Mescid-i Nebevî, kendisi de ashapla birlikte çalışan Resûl-i Ekrem başta olmak üzere özellikle Talk b. Ali, Ammâr b. Yâsir gibi sahâbîlerin öncülüğünde şevval ayında tamamlandı. İlk bina, taş temel üzerine tek sıra kerpiçten, bir adam boyu kadar yükseklikteki çevre duvarı ile kuşatılarak üstü açık biçimde 60 × 70 zirâlık bir alana (1022 m2) yapıldı. Kıblesi bizzat Hz. Peygamber tarafından Kudüs’e yönelik olarak yapılan ve üç kapısı bulunan mescidin doğu duvarının güney kısmına Resûl-i Ekrem’in hanımları Hz. Âişe ve Sevde için iki adet oda-hücre yapıldı. Daha sonra sayıları dokuza çıkan bu odaların bir kapısı mescide açılıyordu. Kıble hicretten on altı veya on yedi ay sonra Kudüs’ten Mekke’deki Kâbe’ye çevrilince güneyde bulunan yeni kıble tarafına gelen kapı kapatılarak kuzey duvarında yeni bir kapı açıldı.
Başlangıçta üstü örtülmeyen Mescid-i Nebevî’nin kıble tarafında Hz. Peygamber’in namaz kıldırdığı yere yağmur ve güneşten korunmak için hurma kütüğünden altı direk üzerinde bir sundurma yapıldı. Kıble Kâbe’ye çevrilince bu sundurma kısmen korunarak Suffe ehlinin barındığı bir yer oldu.
Mescid-i Nebevî, Hz. Ebû Bekir döneminde herhangi bir değişikliğe uğramadı. Ancak Medine’nin nüfusunun giderek artması mescidin genişletilmesi ihtiyacını doğurdu. Hz. Ömer, 17 yılında çevredeki bazı evleri mescide dahil etmek için istimlâk etti. Hz. Osman döneminde Mescid-i Nebevî genişletilerek yeniden inşa edildi.
Mescid-i Nebevî, Emevî Halifesi Velîd b. Abdülmelik zamanına kadar herhangi bir değişikliğe uğramadı. Velîd, 87 veya 88 yılında Medine Valisi Ömer b. Abdülazîz’den Mescid-i Nebevî’yi genişletmesini, Hz. Peygamber döneminden kaldığı için yıkılmasına izin verilmeyen hücrelerle çevredeki evleri istimlâk edip mescide dahil etmesini istedi. Mescid-i Nebevî’nin inşası için yapılan istimlâk faaliyetleri esnasında bazı problemler yaşanmış, özellikle Hz. Peygamber’in hanımlarına ait hücrelerin yıkılması Medineliler’i çok üzmüştür.
Abbâsî halifelerinden Mehdî-Billâh, 160’ta Medine’ye geldiğinde Mescid-i Nebevî’nin yetersiz kaldığını görüp genişletmeye karar verdi. 161 veya 162 yılında başlayan faaliyetler 165’te tamamlandı.
Abbâsîler’den sonra Mescid-i Nebevî’nin bakımını üstlenen Memlükler’den Sultan el-Melikü’l-Mansûr Nûreddin Ali, yarım kalan faaliyetleri Yemen Hükümdarı el-Melikü’l-Muzaffer Şemseddin Yûsuf’un katkısıyla yeniden başlattı.
Hicaz’a hâkim olduktan sonra “hâdimü’l-Haremeyn” unvanını kullanmaya başlayan Osmanlı padişahları, Medine’ye özel bir önem vererek şehrin ve Mescid-i Nebevî’nin imarı için çeşitli faaliyetlerde bulundular. Medine Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonra Mescid-i Nebevî’de ilk imar faaliyeti Kanûnî Sultan Süleyman döneminde gerçekleştirildi. 938’de İstanbul’dan gönderilen mühendis ve ustalar hücre-i saâdetin batı duvarı başta olmak üzere Mescid-i Nebevî’de bazı onarım ve yenileme çalışmaları yaptılar. Masrafları Mısır hazinesinden karşılanan bu çalışmalar 947’de tamamlandı.
Osmanlılar döneminde Mescid-i Nebevî’de en büyük imar faaliyeti Sultan Abdülmecid zamanında gerçekleştirildi. Medine şeyhülharemi Dâvud Paşa’nın Mescid-i Nebevî’nin yaklaşık dört asırlık bir süreden beri tam bir imardan geçmediği şeklindeki mektubu üzerine bir rapor hazırlatan Abdülmecid, 1266 yılı başında mescidi yeniden inşa etmeye karar vererek Mühendis lakabıyla anılan mimar Abdülhalim Efendi’yi bu amaçla oluşturulan inşa heyetinin başına getirdi. Sarayda düzenlediği hat yarışmasında birinci olan Abdullah Zühdü Efendi’yi Mescid-i Nebevî’nin yazılarını yazmakla görevlendirdi.
Suûdîler döneminde 1949’da başlayıp 1955’te tamamlanan ilk genişletme sırasında Mescid-i Nebevî 16.326 m2’lik alana ulaştı. 22 Ekim 1955’te bazı İslâm devlet başkanlarının da katıldığı açılış töreni yapıldı. Bina planlanırken Abdülmecid devrinde gerçekleştirilen imarla uyumlu olmasına dikkat edildi ve daha önceki planlamalardan kaynaklanan zâviye bozukluğu giderilerek çift avlulu bir bölüm inşa edildi, ayrıca bir iç avlu oluşturuldu. Dış duvarlar önde de bütünlük arzedecek şekilde yenilendi. Bâbüsselâm ve Bâbürrahme’ye Osmanlı tuğra ve kitâbelerinin üstünden sivri kemerli birer taçkapı, aralarına çifte sütunlar üstünde beş yüksek kemer yapıldı. Mescidin kıble tarafındaki revaklar dışında kalan kısmı yıkılıp yenilendi.
Mescid-i Nebevî’nin tarihinde en büyük genişletme ve imar faaliyeti 1984-1994 yılları arasında gerçekleştirildi. Mevcut yapıyı doğu, batı ve kuzeyden kuşatan 82.000 m2’lik bu ilâveyle, mescidin alanı 98.326 m2’ye ulaştı.
Mescid-i Nebevî’nin Bölümleri.
Hücre-i Saâdet. Resûl-i Ekrem’in Hz. Âişe’nin odasına defnedilmesinden sonra burası hücre-i saâdet adıyla anılmaya başlanmıştır. Hz. Ömer ve Hz. Osman, Mescid-i Nebevî’yi genişletirken hücre-i saâdeti ve diğer odaları olduğu gibi bırakmışlardı.
Minber. Resûl-i Ekrem’in Mescid-i Nebevî’de cemaate hitap ederken dayanması için hurma ağacından bir kütük konulmuş, cemaatin Hz. Peygamber’in yüzünü görememesi ve sesini işitememesi üzerine üç basamaklı ilk minber yapılmıştır.
Mihrap. Başlangıçta Mescid-i Nebevî’nin bir mihrabı yoktu. Hz. Peygamber’in namaz kıldırdığı yer belliydi. Ömer b. Abdülazîz, Mescid-i Nebevî’yi imar ederken ön duvara oyulmuş niş tarzında bir mihrap ilâve etmiş, bu mihrap daha sonra Resûl-i Ekrem’in mihrabı olarak tanınmıştır.
Mahfil. Mescid-i Nebevî’ye ilk mahfili Hz. Ömer’in namaz kıldırırken şehid edilmesini dikkate alan Hz. Osman yaptırmıştır.
Minare. Hz. Peygamber döneminde Mescid-i Nebevî’nin kıble tarafında, Bilâl-i Habeşî’nin ezan okumak için üzerine iple tırmanarak çıktığı “üstüvâne” denilen bir yer bulunmaktaydı. Minarenin ilk şekli olarak düşünülebilecek silindir biçimindeki bu yerin dışında ezan okumak için mescidin çevresindeki bazı yüksek yerler de kullanılıyordu.
Vahyin en çok geldiği mekânlardan biri olan Mescid-i Nebevî, Hz. Peygamber’in ibadet ve ziyaret maksadıyla yolculuk yapılmaya değer olduğunu belirttiği üç mescidden biridir. Resûlullah, Mescid-i Nebevî’de kılınan namazın Mescid-i Harâm hariç diğer yerlerde kılınan namazlardan bin kat daha faziletli olduğunu haber vererek bu mescidde namaz kılmanın önemini belirtmiş, diğer bir hadisinde eviyle minberi arasındaki Ravza-i Mutahhara’nın cennet bahçelerinden bir bahçe olduğunu söylemiştir.
Mescid-i Nebevî yapılışından itibaren Medine’nin en önemli ilim ve kültür merkezi olmuştur. Hz. Peygamber tarafından başlatılan eğitim ve öğretim faaliyetleri artarak devam etmiş ve mescid, bütün İslâm dünyasında özellikle dinî ilimlerde en önemli kültür merkezi olma özelliğini tarih boyunca sürdürmüştür. Mescidin harimiyle avlu ve revaklarında ders halkaları kurulmuş, hac mevsimlerinde İslâm dünyasının her yanından gelen âlimler bu derslere katılmaya özen göstermiştir. Burada yapılan ilmî müzakere ve tartışmalar İslâmî ilimlerin oluşumuna önemli katkılarda bulunmuştur. Mescid-i Nebevî’de ikamet eden Suffe ehlinin ise bu konuda ayrı bir yeri vardır. Mescidin bakım ve onarımını yapmak, burada yürütülecek dinî hizmetlerle eğitim ve öğretim faaliyetlerinin masraflarını karşılamak için Emevîler döneminden itibaren çeşitli vakıflar tesis edilmiş, zamanla ortadan kalkan bazı vakıfların yerine de yenileri kurulmuştur.
İslâmiyet’in ilk yıllarında Mescid-i Nebevî bütün resmî faaliyetlerin gerçekleştirildiği bir mekândı. Hz. Peygamber’in devlet başkanı olması dolayısıyla siyasetin, muallimlik vasfı sebebiyle eğitimin, ordu kumandanı olarak askerî teşkilâtın, kadılık vasfıyla adalet teşkilâtının merkezi durumundaydı. Ayrıca Suffe başta olmak üzere bazı kişiler için barınma yeri, misafirhane ve sosyal yardım mahalli olarak kullanılıyordu. Resûl-i Ekrem, çeşitli Arap kabilelerine mensup elçi heyetlerini burada “üstüvânetü’l-vüfûd” denilen sütunun önünde kabul etmiş, bazı heyetler mescidin içerisinde kurulan çadırlarda ağırlanmıştır.
Mescid-i Nebevî, inşasından itibaren Mekke’deki Mescid-i Harâm gibi şehrin gündelik hayatının merkezini oluşturmuştur; çevresindeki çarşılar da ticarî hayatın merkeziydi. Halkın toplantı ve buluşma yeri olan avlusunda ikindi namazının arkasından başlayan hareketlilik yatsı namazının sonuna kadar devam ederdi. O devrin şartları içerisinde insanların serbest zamanlarını geçirdikleri bir sohbet yeri olan bu alanda beytülmâl teşekkül etmeden önce Medine’ye gelen mallar muhafaza ediliyordu.
Dinî ve ilmî fonksiyonu yanında Mescid-i Nebevî siyasî hayatta da önemli bir rol oynamıştır. Mescidin minberi sadece hutbe okumak için değil halka yapılacak konuşmalar, halifelere biat gibi merasimler için de kullanılmıştır.
Mescid-i Nebevî, Hz. Peygamber’den Abbâsîler’in sonuna kadar Mekke veya Haremeyn valisi yahut onlar tarafından görevlendirilen Medine kadısı veya muhtesipleri tarafından yönetilmiş, Eyyûbîler döneminden itibaren Mescid-i Nebevî’de görevlendirilen hâdimlerin başkanı olan şeyhülharem bunlara ilâve edilmiştir. Osmanlı devrinde Mescid-i Nebevî ile ilgili işlere vali adına onun görevlendirdiği nâibü’l-Harem bakmaya başlamıştır. Padişahların Medine’deki temsilcisi şeyhülharem de Mescid-i Nebevî’nin yönetiminde söz sahibiydi. Tanzimat’ın ardından Mescid-i Nebevî’nin yönetimi Harem-i şerif müdürü vasıtasıyla yürütülmüştür.